Gündem
  • 19.4.2003 01:45

SEZER HÜKÜMETİ KURTARDI!..

AK Parti tarafından TBMM'ye getirilen, Orman ve milletvekili seçilme yaşına ilişkin anayasa değişiklikleri için gerekli oy sağlanamayınca referandum tehlikesi ortaya çıkmıştı.Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa değişikliği öngören kanunu TBMM'ye geri göndererek referandum ihtimalini ortadan kaldırdı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamada, ''Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından yayımlanması uygun bulunmayan 4841 sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun', Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın değişik 175. maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na geri gönderilmiştir'' denildi. GEREKÇELER Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa değişikliğini iade gerekçesinde, ormanların gerçek ya da tüzelkişilerce de işletilmesine olanak verilmesinin, Türk hukukunda kabul gören ''ormanların devlet eliyle işletilmesi'' ilkesiyle bağdaşmadığını belirtti. Sezer, ormanların özel sektörce işletilmesineizin verilmesinin, ormanların yağmalanması riskini de beraberinde getirdiğini ifade etti. Sezer, iade gerekçesinde, değişiklikle, devlet ormanlarının gerçekya da tüzel kişilerce işletilmesine olanak sağlandığını anımsattı. Sezer, değişiklikle, 31.12.1981 gününden önce bilim ve fen yönünden orman niteliğini tümüyle yitirmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin devri, tahsisi, terki, kiraya verilmesi, üzerinde sınırlı ayni hak tesisi, satışı ve satış gelirinden orman köylülerininkalkındırılmalarının desteklenmesi amacıyla ayrılacak payın belirlenmesinin yasayla düzenleneceği; orman köyleri içinde kalan yerlerin satışında, kullanıcısı orman köylüsüne öncelik tanınacağının belirtildiğini kaydetti. Ormanın genel tanımı bulunmakla birlikte hukuksal yönden ormanı tanımlamanın oldukça güç olduğunu ifade eden Sezer, ağaç bulunan her yere hukuksal yönden orman denilemeyeceği gibi, üzerinde ağaç bulunmayan kimi alanların orman kapsamına girmesinin olanaklı olduğunuvurguladı. Ormanın tanımlanmasındaki bu güçlüğün, ülkeleri ''orman rejimi''nibelirleyerek, kimi alanları bu rejime bağlı kılmaya yönlendirdiğini kaydeden Sezer, ormanların sağladığı çeşitli ve önemli yararların, bunların korunmasının, işletilmesinin ve ürünlerinden yararlanılmasının özel biçimde düzenlenmesini gerektirdiğini ifade etti. Sezer, ormanlara ilişkin hukuksal rejim düzenlenirken kural olarak, çok önemli doğa hazinesi ve ülke kaynağı olan ormanların, korunması ve sürekliliğinin sağlanması için ''devlet elinde bulunması'' ve ''devletçe işletilmesi'' ilkelerinden esinlenildiğini belirtti. Sezer, ''Ormancılığın uygar dünyadaki ekonomik, tarımsal, endüstriyel, toplumsal ve kültürel önemini kavramış olan Cumhuriyet döneminde ormancılığın hukuksal ve teknik esasları belirlenerek, ülkenin bu temel sorununa bilimsel yöntemler kullanılarak ve yurt gerçekleri gözetilerek yaklaşılmıştır'' dedi. Türkiye'de, belirtilen ilkelere uygun ilk orman rejiminin, 08.02.1937'de kabul edilen 3116 sayılı Orman Yasası ile düzenlendiğinianımsatan Sezer, daha sonra, 31.08.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Yasası'nın çıkarıldığını belirtti. Sezer, bu Yasa'da da, uygar dünya orman rejiminde bulunması gereken ilkelere uygun düzenlemelere yer verildiğini anlattı. Sezer, 1961 Anayasası ile, ormanların korunması ve sürekliliğinin sağlanması için mülkiyetinin ve işletmeciliğinin devlet elinde bulunması ilkesinin, anayasal kurala dönüştürülerek, orman hukukunun temel ilkeleri durumuna getirildiğini, 1982 Anayasası'nda da bu ilkelerin korunduğunu ifade etti. 'YARARLANMA ORMANA ZARAR VERMEMELİ' İnsanlığın geleceği yönünden, çağdaş ülkelerde ormancılık alanındabenimsenen ve ormanların hukuksal düzenini oluşturan 'süreklilik' ve 'devlet elinde bulunma ve devletçe işletilme' genel ilkeleri üzerinde durulmasında yarar bulduğunu kaydeden Sezer, şöyle devam etti: ''Ormanlarda süreklilik ilkesi ile güdülen amaç, orman varlığının korunması, genişletilmesi ve geliştirilmesinin sağlanmasıdır. Kuşkusuz, insanlığın yararı gözetilerek ormanlardan olanaklar ölçüsünde yararlanılmalı, ancak, bu yararlanma orman varlığına zarar verecek boyuta ulaşmamalıdır. Ormanlarda süreklilik ilkesi, insanlığın ve ulusal ekonominin yararı için ormanların kuşaktan kuşağa kutsal bir değer olarak devredilmesini gerektirmektedir. Ormanlarda süreklilik ilkesinin gerçekleşmesi devletin denetim ve gözetimi ile olanaklıdır. 1961 Anayasası'nın 37. ve 131. maddelerindeki düzenlemeler, Anayasa Koyucu'nun bu ilkeyi benimsediğinin açık göstergesidir. 1982 Anayasası'nda da, 1961 Anayasası'nda ormancılık konusunda getirilen ilkelere genel çizgileriyle bağlı kalınmıştır. Ormanlarda süreklilik ilkesi yönünden 1982 Anayasası'nın 169. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları, orman suçlarının affıyla ilgili düzenleme dışında, 1961 Anayasası'nın 131. maddesindeki kuralların yinelenmesi niteliğindedir. Yine 1982 Anayasası'nın 169. maddesinin dördüncü fıkrasında, 'orman sınırlarının daraltılamayacağı' belirtildikten sonra bu genel kuralın ayrıklıklarına da yer verilmiştir. 'Orman dışına çıkarma' olanağı sağlayan bu ayrık düzenlemeler, halkı orman suçu işlemeye özendirdiği, orman suçu işleyenlerin ödüllendirildiği gibi savlarla, orman rejiminin en çok eleştirildiği alan olmuştur.'' ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Sezer, Anayasa Mahkemesi'nin 10.03.1966 günlü kararındaki ''Ormanlar ulusal bir zenginliktir. Bunların çeşitli yönlerden yurdumuz için taşıdıkları büyük önem meydandadır. Ormanların sağladıkları birçok faydalar arasında erozyonu da önledikleri ve bu yüzden tarıma elverişli yurt topraklarının yok olmasına engel oldukları gözönünde tutulursa, ülkenin geleceği ve hatta varlığı ile ilgili bir servet oldukları söylenebilir. Şu halde ormanları korumak, yetiştirmek ve genişletmek, ihmali caiz olmayan bir Devlet ödevidir....'' ifadeleri anımsattı. Sezer, bu ifadelerle, ormanlarda süreklilik ilkesinin öneminin vurgulandığını belirti. 'DEVLETİN TASARRUFU ALTINDAKİ KAMU MALI' Ormanların korunabilmeleri ve sürekliliklerinin sağlanabilmesi için düzenlemelerin, ''devlet elinde olması ve devletçe işletilmesi'' ilkesine de uygun düşmesi gerektiğini kaydeden Sezer, şöyle devm etti: ''Toplumsal yaşamda taşıdığı ekonomik ve sosyal yarar gözönünde bulundurulduğunda, ulusal zenginlik olan ormanların 'Devlet'in hüküm ve tasarrufu altındaki kamu malı' olduğu sonucuna varmak zorunludur. Devlet'in hüküm ve tasarrufu altında bulundurduğu kamu malları üzerindeki yetkisinin içeriği ve sınırları önem taşımaktadır. Bilim dünyasında egemen görüş, Devlet'in kamu malları üzerindeki hakkının gerçek anlamda bir mülkiyet hakkı olmayıp, egemenlik hakkından kaynaklanan bir denetim ve gözetim hakkı, nesnel hukuk kurallarından doğan bir tür koruma hakkı olduğu yolundadır. Gerçekten, Devlet, mülkiyet hakkı sahibine tanınan yetkilerden en önemlisini kullanamamakta, bu malları başkasına devredememekte ve satamamaktadır. Bu nedenle, Devlet'in kamu malları ve bu bağlamda ormanlar üzerinde sahip olduğu yetki, ülke üzerindeki egemenlik hakkının doğal sonucu olan gözetim ve denetim yetkisidir. Bu yetkiye dayanarak, ormanların ulusal çıkarlara en uygun biçimdekullanılması ve işletilmesi için gerekli önlemleri almak, aynı zamandaDevlet'in görevidir.'' 'KORUNMASI GÜÇLEŞİR' Değişiklikle, Anayasa'nın 169. maddesinin ormanların gerçek ya da tüzel kişilerce de işletilmesine olanak verecek biçimde değiştirilmesinin, Türk Hukukunda kabul gören ''ormanların devlet eliyle işletilmesi'' ilkesi ile bağdaşmadığını belirtti. Sezer, şunları kaydetti: ''Ormanların gerçek ya da Devlet dışındaki tüzel kişilerce işletilmesi durumunda, ormanların düzenlemelerle güvence altına alınarak korunması güçleşecektir. Bu nedenle değişiklik, kamu yararınada uygun düşmemektedir. Sürdürülebilir orman yönetiminin temel ilkesi, tüm ormancılık etkinliklerinin işlev, alan ve zamanlama yönünden bütüncül bir yaklaşımla planlanmasını, yürütülmesini ve izlenmesini zorunlu kılmaktadır. Devlet ormanlarının Devlet orman işletmelerinin dışında kişi ya da kuruluşlara işlettirilmesi bu zorunlulukla da çelişmektedir.'' 'DEVLETİN TEMEL GÖREVİ' Sezer, 169. maddede yapılan değişiklikle getirilen 'işlettirilir' sözcüğü ile, Devlet ormanlarının işletilmesinin yolunun özel sektöre, yani yerli ve yabancı kişi ya da şirketlere açıldığını kaydetti. Sezer, ormanların, kamu malı niteliğinde olduğunu ve korunmalarının bir ulusal varık sorunu olarak, devletin temel görevleri arasında bulunduğunu ifade etti. Sezer, şöyle devam etti: ''Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yürürlükte olan, ormanların 'taahhüt' yoluyla işletilmesi uygulamasının ormanlar aleyhine çok kötü sonuçlar vermesi üzerine, ormanların bilimsel yöntemlerle ve Devlet'çe işletilmesi esasına dönülmüş, bu konuda yabancı şirketlere verilen ve önemli sakıncaları görülen ayrıcalıklar ancak 1940'lı yıllarda kaldırılabilmiştir. Yoğun emeği gerektiren orman işletmeleri, orman köylerinin kalkınmalarını da desteklemek zorundadır. Ayrıca, ormanların alan ve nitelik olarak geliştirilmesinin ve verimliliğinin artırılmasının kamuyararını doğrudan ilgilendirdiği tartışmasızdır. Ormanların özel sektörce işletilmesine izin verilmesi, bu amaçlardan vazgeçmek anlamına geldiği gibi ormanların yağmalanması riskini de birlikte getirmektedir. Çünkü, orman işletmeciliği kısa sürede kar eden bir işletme türü değildir. Ormanların oluşması, 50-100 yıllık bir süreye gereksinim göstermektedir. Böylesine uzun bir süre sonra elde edeceği kar için yatırım yapmaközel sektörün doğasına aykırıdır. Dolayısıyla, ormanların işletilmesinin özel sektöre bırakılması Devlet eliyle yetiştirilen ormanların, bir an önce kar elde etmek amacıyla olumsuz kullanılması sonucunu yaratacaktır. Bu durumu ulusal zenginliğin korunması zorunluluğu ve kamu yararı amacıyla bağdaştırmak olanaksızdır. Ormanların işletilmesinin özel sektöre bırakılmasının diğer bir sonucu, köyündeki işi ve geliri olumsuz etkilenen orman köylüsü ile işleticiler arasında önemli çatışmaların ortaya çıkması ve toplumsal barışın bozulması olasılığıdır.'' ''ORMAN SAYILAN ALANLAR, UZUN YILLARDAN BU YANA YÜRÜTME ERKİNİ ELLERİNDE BULUNDURANLARCA POLİTİK AMAÇLARLA KULLANILMIŞTIR'' Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, anayasa değişikliğini iade gerekçesinde, orman sayılan alanların, uzunyıllardan bu yana yürütme erkini ellerinde bulunduranlarca politik amaçlarla kullanıldığını belirtti. Sezer, orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin, kullanıcılarına öncelik verilerek de olsa satışının yapılabilmesine olanak sağlamasının orman yağmasını artıracağını kaydetti. Sezer, gerekçesinde, çağdaş ormancılık ilkeleri doğrultusunda birorman rejiminin sağlıklı biçimde yürütülebilmesinin öncelikli koşulunun, orman sayılan yerlerin sınırlarının belirlenmesi ve kadastrosunun yapılması olduğunu ifade etti. Türkiye'de, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Yasa'yla başlatılanve beş yıl içinde sonuçlandırılması öngörülen kadastro çalışmalarının henüz bitirilemediğini anımsatan Sezer, Orman Genel Müdürlüğü'nün saptamalarına göre Türkiye'de, orman sayılan yerlerin yüzde 76'sında orman kadastrosu çalışmaları yapılabildiğini, ancak, bu alanın yalnızca yüzde 27'sinin tapuya tescil edilebildiğini kaydetti. Sezer, ''Üstelik, kadastrosu yapılan alanlarda, uyuşmazlıkların doğması ve bunların çoğunun yargıya götürülmüş olması nedeniyle belirsizlikler sürmektedir'' dedi. Sezer, şöyle devam etti: ''Orman sayılan alanlar, uzun yıllardan bu yana yürütme erkini ellerinde bulunduranlarca politik amaçlarla kullanılmıştır. Sonuçta, ülkemizde kamu yararına uygun biçimde yönetilmesi zorunlu olan ormanlar, işgalcilerce gelişigüzel kullanılan alanlar olarak ortaya çıkmıştır. Son değişiklik ile de, gelir sağlanması amacıyla eylemli duruma anayasal düzeyde yasallık kazandırılmak istenilmektedir. Orman niteliğini tümüyle kaybetmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin devri, tahsisi, terki, kiraya verilmesi, üzerinde sınırlı ayni hak tesisi ve satışı sorumluların ödüllendirilmesi anlamıtaşımaktadır. Bu durum, orman alanlarının yok edilmesini özendirecek ve yeni orman yıkımlarına neden olacaktır.'' Bu tür özendirici düzenlemelerin yaptığı yıkımın örneklerinin geçmişte yaşandığını belirten Sezer, 1961 Anayasası'nın 131. maddesinde, 1255 sayılı Yasa'yla yapılan değişiklikle getirilen tarih sınırı 15.10.1961 iken, bu sınırın 1982 Anayasası'nın 170. maddesi ile31.12.1981'e çekildiğini ifade etti. Sezer, 1974-1983 döneminde, devlet ormanı sayılan yaklaşık 1,2 milyon dönüm alanın, ''orman niteliğini yitirdiği'', ''tarım ve hayvancılık için yarar görüldüğü'', ''otlak, kışlak ve yaylak durumunageldiği'' ya da ''şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu'' gerekçeleriyle orman rejimi dışına çıkarıldığını anlattı. 'ÇIKARCILARA YARADI' Orman sınırları dışına çıkarma çalışmalarının 1982 Anayasası döneminde de sürdürüldüğünü, devlet ormanı sayılan arazilerin, 1984 ve1985 yıllarında 224 bin ve 1986-2000 döneminde de 2,5 milyon dönüm daraltıldığını belirten Sezer, şunları kaydetti: ''1990'lı yıllarda yapılan 'orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin hak sahibi orman köylülerine satılması' uygulamalarının yoksul orman köylülerinden çok ilgili yörelerdeki çıkarcılara yaradığı, aynı uygulamaların orman idareleri ile yöre halkı arasında yeni ve yoğun anlaşmazlıklara yol açtığı, bu gibi yerlerin, kaçak yapılaşmaya konu olduğu, bir kısmında mini kentler kurulduğu, çeşitli çıkar guruplarının yasa dışı kazanç sağlama yolu durumuna geldiği bilinmektedir. İncelenen Yasa ile, orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin, kullanıcılarına öncelik verilerek de olsa satışının yapılabilecek olması, orman yağmasını artıracak, yağmalanan bu taşınmazlardaki kaçakyapılar için yeni 'imar affı' umudu doğuracaktır.'' 'DEVLETE GELİR SAĞLAMAYLA BAĞDAŞMIYOR' Sezer, değişiklikle, 31.12.1981 gününden önce bilim ve fen yönünden orman niteliğini tümüyle yitirmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin, üçüncü kişi ve kurumlara, bu bağlamda yerli ya dayabancı sermayeye satışı dışında ''devri, tahsisi, terki, kiraya verilmesi, üzerinde sınırlı ayni hak tesisine'' de olanak sağlandığınıifade etti. Sezer, şöyle devam etti: ''Orman sınırları dışına çıkarılmış olsa da bu alanların, orman köylüsü gözardı edilerek ve bir sınır çizilmeden ya da çerçevesi belirlenmeden üçüncü kişiler yararına elden çıkarılması, bu alanların kabulü olanaksız yollarla, gerekli görüldüğünde bedelsiz olarak elden çıkarılmasının da önünü açmaktadır. Doğabilecek bu sonuçlar nedeniyle de, düzenlemenin kamu yararına uygun düştüğünden sözedilemez. Belirtilen alanların satış dışında devir ve terk gibi yollarla elden çıkarılabilmesi, incelenen Yasa'nın kabul ediliş gerekçesiyle veDevlet'e gelir sağlama amacıyla da bağdaşmamaktadır.'' 'KASTEN TAHRİP...' Cumhurbaşkanı Sezer, bir yerin bilim ve fen yönünden tam olarak orman niteliğini yitirmesinin, toprak ve arazi yapısının bozulması ve o yerde bir daha orman yetiştirme olgusunun hiçbir biçimde kalmamış olmasıyla anlatıldığını belirterek, gerekçelerinin son bölümünde şunları kaydetti: ''Ülkemizde doğal yollardan bir yerin orman niteliğini yitirmesinerastlanmamıştır. Dolayısıyla, bir yerin orman niteliğini yitirmesi, insan eliyle kasten ormanların tahrip edilmesi ve bu alanların bu kişilerce işgali biçiminde gerçekleşmektedir. Bu tür davranışlar, 6831 sayılı Orman Yasası'na göre suç oluşturaneylemlerdir. Yapılan yeni düzenlemeyle, orman niteliğini 31.12.1981 gününden önce yitirmiş alanların, bu duruma kasıtlı eylemleriyle nedenolan kişilere satılması yolunun açılması, işgalcilerin bu yerlerin yasal sahibi olabilmelerine olanak tanınması hukuk devleti ve adalet ilkesiyle bağdaştırılamaz. Suç işleyerek ormandan yer elde etmiş kişi ya da kurumların bu yolla ödüllendirilmesi, ormana zarar vermeyen, yasalara ve Anayasa'ya saygılı yurttaşların Devlet'e, hukuka ve yasalara güvenini sarsacaktır. Ayrıca, ormanlık alanların tahribine ve orman varlığının sona erdirilmesine yönelik eylemlere anayasal dayanak kazandırılması, işgale ve ormanların tahrip ve yağmasına süreklilik kazandıracaktır. Hukuksal statü olarak orman alanı dışına çıkarılan yerlere sahip olanların ya da bu alanlara kurulacak konut ve sınai tesislerin, bu alanlara bitişik ormanlara verebilecekleri zararın nasıl önlenebileceği ise, ayrı bir sorun olarak önemini korumaktadır.'' Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:49

İLGİLİ HABERLER