Medya
  • 13.6.2002 13:39

STAR'DAN CEVHER KANTARCI AYDIN DOĞAN'IN HAYATINI YAZDI !...

KAYNAK : Haber Vitrini ANKARA/Star yazarı Cevher Kantarcı, kavgalı oldukları Aydın Doğan'ın hayatını yazdı.Yazısına,"Kırmızı smokinli ve pijamalı bir yokuş tırmanma hikayesi " başlığı koyan Kantarcı,"Adamın en büyük zevklerinden biri, sıcak yaz günlerinde ayağına geçirdiği plastik terliklerle şıpıdık şıpıdık dolaşarak, eline aldığı süzgü ile Sirkeci'deki dükkanının önünü sulamaktı.. " dedi. İŞTE KANTARCI'NIN YAZISI Kırmızı smokinli ve pijamalı bir yokuş tırmanma hikayesi Adamın en büyük zevklerinden biri, sıcak yaz günlerinde ayağına geçirdiği plastik terliklerle şıpıdık şıpıdık dolaşarak, eline aldığı süzgü ile Sirkeci'deki dükkanının önünü sulamaktı.. Hem 'Haaak tuuu!' diye yere tükürüyor, hem de yerdeki tozlara karışan tükürüğünü yıkıyordu.. Bazen de, elindeki süzgüyü yere bırakıp, 'Tel sarar yavrum tel sarar' diyen küçük çocuklar gibi ellerini çevirerek, 'Oooy bahçenize, ben giremedim' türküsünü söylüyor ve kafasını, Cağaloğlu Yokuşu'na doğru uzatıp, 'Aaaahh ulaaan yokuş! Ben de tırmanacağım seni bir gün' diye iç geçiriyordu.. Bir gün esnaftan yaşlı bir komşu sordu: 'Oğlum, yokuş orada.. Tırmanıver.. Niye her gün söyleneceğine tırmanmıyorsun?' 'Ben öyle tırmanmayacağım.. Gazete sahibi olup tırmanacağım..' Yaşlı esnaf, kendini yetiştirmiş, her gün üç gazete okuyan, gün görmüş biriydi: 'Evladım.. Gazetelerin sahiplerinin hepsinin okuma yazması var.. Çoğu makale yazıyor.. Sen ise gazeteyi sadece, Mısır Çarşısı'ndan içi nohut veya mercimek dolu kese kağıdı olarak eline alıyorsun.. Nasıl gazete sahibi olacaksın?' Islak ellerini kıçına sildi ve cevap verdi: 'Ben gazete okumayan gazete patronu olacağım..' O dönemde, gazete sahiplerinin çoğu, iyi eğitim almış, yabancı dil bilen, kültürlü ve eli kalem tutan kişilerdi.. Yaşlı esnaf kafasını salladı ve 'Her gün dükkanında lastik koklaya koklaya başı dönüyor herhalde.. Allah akıl fikir versin' diyerek işinin başına döndü.. Aradan yıllar geçti.. Cağaloğlu yokuşunu çıkmaya meraklı adam semirdikçe semirdi, biti kanlandı ve koç gibi paraların sahibi oldu.. Derken bir gün, yokuşun tepesindeki gazetelerden biri satılığa çıktı.. Devir, memlekette cebinde üç sent bulunduranın, önce Mali Şube'de falakaya, oradan da Sağmalcılar'a gönderildiği devirdi.. Gazeteye, Türkiye'nin ünlü işadamları talip oldu.. Ama satılık gazetenin patronu, terörden çekindiği için, yurt dışında yaşıyordu ve gazetesini dolarla satmak istiyordu.. Ülkenin onca anlı şanlı değme işadamı doları denkleştiremedi ve gazeteyi alamadı.. Ama bir zamanların o esnafı, artık büyük 'işadamı' olmuştu.. Dolarları bastırdı ve gazeteyi koçlar gibi alıverdi.. Artık yokuşu tırmanıyordu.. Şimdi sırada sosyeteye girmek vardı.. Ve nihayet beklediği an geldi.. Tanınmış bir işadamı, evinde davet veriyordu.. Artık 'gazete patronu' olduğu için, onu da davet etmişlerdi.. Sevindirik oldu.. Hemen kendine 'kırmızı' bir smokin ve bir de dantelli gömlek aldı.. Bir zamanlar kasabadaki yazlık sinemada gösterilen eski Amerikan filmlerinde seyretmişti.. Sosyete, davetlere smokin ile giderdi.. O da öyle yapacaktı.. Dantelli gömleğinin yakasına taktığı papyona aynada bakınca, bir anda aklına çocukluğu geldi.. Tarlada atlar vardı.. Ve yaz günleri kelebekler o atların orasına burasına konardı.. Atların kelebeği sağa sola sallamasını hatırladı, gülümsedi.. Kelebeği, pardon papyonunu üzerine kondurdu ve önüne çıkan ilk çiçekçiye bir zambak buketi yaptırarak, davetin verildiği eve geldi.. Yüreği küt küt atıyordu.. Zili çaldı.. Kapıyı zarif bir hanım açtı.. Yağlı saçları arkaya taranmış 'kırmızı' smokinli adam, kapının dışından zambakları zarif hanıma uzattı.. Buketi alan zarif hanım içeriye seslendi: 'Feyyaaaaz! Bozuk paran var mı? Çiçekçi çırağı geldi de..' İşte o an, yerler kaynadı, gökten ateşler düştü.. Terledi.. Ter, saçlardaki yağlı briyantine bulaştı, enseden aşağılara doğru aktı gitti.. Hemen karar verdi.. Bir gün, ülkede başbakanlık yapan bir kişiyi, evinin kapısında pijama ile karşılayıp hayattan intikamını alacaktı! Bunun için de; çalışmalı, çok çalışmalı ve fakir bir 'güçmen uğlancığı' iken, hayatın merdivenlerini hızla tırmanıp, sonra da hala Balkan ağzıyla konuşan babasını kendi kızının beş yıldızlı oteldeki düğününe çağırmaya utanacak kadar deforme olmuş, özünden uzaklaşmış birinin yönettiği bir gazeteye de sahip olmalıydı.. Meğer Türkiye bu günleri de görecekmiş.. Başında tarife uygun bir müdürün bulunduğu bir gazeteyi 'satın' aldı! Artık pantolonunun arka kısmı kalkmıştı.. Günlerden bir gün ilk sahip olduğu gazetenin toplantısına başkanlık ederken, eline cetveli aldı ve dedi ki: 'En iyi genel yayın müdürü, bu cetveldir! Bakın şimdi ölçüyorum.. Bu genel yayın müdürü, ne kadar çok ilan ölçerse, ben o kadar para kazanırım!' İşte o gün, Türkiye'de gazeteciliğin bırakın yerlerde sürünmeyi, bokun içinde yüzdüğü günlerden biriydi.. Artık pijama ile politikacı da karşılayabilirdi, kamu bankalarından aldığı ucuz kredilerle ucuza kamu kuruluşu da kapatabilirdi, içinden geldiği esnafın ve köylünün mahvına sebep olan haberleri, iktidarlara yaranmak için 'överek' gazetelerinde yayınlatabilirdi.. Hepsini yaptı.. Bir tek Berlusconi olamadı.. Halbuki, baş yaveri olan genel yayın müdürü, onu o kadar Berlusconi yapmak istiyordu ki.. Ama her şey olurdu, bir tek Berlusconi olamazdı.. Yeni yüzyıl teknolojisi, bir çok şeyi becerebiliyordu.. Hatta canlıları kopyalayabiliyordu.. Fakat bilim, henüz böyle bir adamı, Berlusconi yapacak kadar gelişmemişti.. Zaten televizyon programlarındaki konuşma yeteneği, 'Kendimi asarım, yakarım!' gibi üç kelimelik tek cümleden ibaret bir canlının, Berlusconi olabilmesi mümkün değildi.. O artık böyle idare edecekti.. Yanında bırakın gülmeyi güldürmeyi, küfür etmeyi bile beceremeyen ve 'insan sevgisinden' nasip almadığı halde mizah yapmaya kalkan yeteneksiz bazı 'yazarları' çalıştırarak! Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 17:11

İLGİLİ HABERLER