
TARTIŞMA SÜRÜYOR: POLİS 'HİZB-UT TAHRİR' GÖSTERİSİNE NEDEN MÜDAHALE ETMEDİ?
(ERCAN GÜN - ZAMAN )
28 Şubat sürecinde yaşanan gösterileri hatırlatan ve birilerinin haber-kupür dosyasını kabartan eylem Ankara’da büyük rahatsızlığa sebep oldu. Örgütün iç ve dış bağlantılarına yoğunlaşılması gerektiği noktada polisin gruba niçin müdahale etmediği üzerinden İçişleri Bakanlığı ve Emniyet hedef gösteriliyor.
Bütün basın kuruluşlarının haberdar edildiği gösteriden Emniyet’in bilgisinin olmaması düşünülemez. O nedenle burada bilinçli bir tercih söz konusu. Polis, savunmasında, Başbakan Erdoğan’ın ‘müdahale edilmeliydi’ dediği toplantıyı daha büyük provokasyonlara yol açmamak için izlemekle yetindiğini söylüyor. Bir emniyet yetkilisine göre avludaki gruba polis müdahale etseydi göstericiler camiye kaçacak ve daha büyük hadiseler yaşanacaktı.
Aynı yetkili, “Düşünebiliyor musunuz? ‘Polis postallarıyla ibadethaneye girdi’ diye büyük yaygaralar koparılacaktı. Ayrıca bu kişiler hakkında yasal işlem olaylardan hemen sonra yapıldı.” diyor. Cami avlusunda toplanan grubun kadın ve çocukları da kullandığını söyleyen yetkili, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde illegal bir gruba yapılan müdahalenin sonrasındaki eleştirilerin de polisin hafızasından silinmediğini hatırlatıyor ve ekliyor: “Ya müdahale edip eylemcilerin provokasyonuna gelecektik, ya da müdahale etmeyerek basının gazabını üzerimize çekecektik.”
İki ay önce İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu imzası ile yayınlanan gizli bir genelgede tüm güvenlik birimleri toplumsal olaylara müdahale sırasında provokasyonların yaşanabileceği konusunda uyarılmıştı. Polisin müdahalede temkinli tutumu Hizb-ut Tahrir’in, cami avlusunda düzenlediği gösteriyi basın açıklaması ile sınırlı bıraktı. Yine İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir başka genelgede de ‘Basın açıklamalarına, eğer grup kamu düzenini bozmuyorsa müdahale edilmesin. İllegal bir nokta varsa eylemciler hakkında savcılara suç duyurusunda bulunulsun’ şeklinde polise uyarısı var. Bu çerçeveden bakıldığında grubun yaptığı basın açıklamasının 2911 sayılı Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet etmediğini belirten yetkililer, zaten Fatih cumhuriyet savcısı tarafından göstericiler hakkında TCK’nın 216. maddesinden ve Atatürk’e hakaretten dava açıldığını dile getirdi. Ayrıca Avrupa Birliği uyum yasalarıyla polisin toplumsal olaylara müdahalesi kısıtlandı.
Artık yasalarda ‘propaganda’ suç sayılmıyor. Yani birinin çıkıp ‘Türkiye’ye komünizm getirmek istiyorum’ demesi yasal sınırları aşmadığı gibi, ‘Ben hilafeti getirmek istiyorum’ demesi de aynı şekilde suç sayılmıyor.
Hizb-ut Tahrir’in söylemleriyle marjinalliği her halinden belli olan gösterisine takılmadan örgütün yeni dünya düzenindeki yeri gözlerden kaçırılmamalı. Bugüne kadar ‘Hizb-ut Tahrir’ grubunun ‘terör örgütü’ olup olmadığı tartışıldı. Örgütle ilgili davalarda Terörle Mücadele Kanunu’nun 4928 sayılı yasayla değiştirilen 1. maddesinde tarifi yapılan ‘terör örgütü’ tanımlamasına ideolojik ve örgütsel boyutuyla uyduğu, ancak cebir ve şiddet boyutuyla uymadığı kanaati oluştuğu kaydediliyor.
Örgüt ABD’nin de gündeminde
Bugüne kadar Yargıtay’ın ‘Hizb-ut Tahrir’ örgütü ile ilgili iki ayrı kararı bulunuyor. 2000 yılındaki kararında bu grubun ‘terör örgütü’ olmadığı belirtilirken, 2004 yılında Adana’da görünen dava dosyasında ise Yargıtay grubu ‘terör örgütü’ olarak tanımlıyor. Gerekçesinde ise örgütün anayasal düzeni yıkmayı planladığı öngörülüyor. Ancak bugüne kadar polisin yaptığı operasyonlarda örgütün terör eylemlerine karıştığına dair bir delil elde edilebilmiş değil. Yargıtay’ın Emniyet Genel Müdürlüğü’ne konu ile ilgili yaptığı başvuruda Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olup olmadığı soruluyor. Emniyet de grubun cebir ve şiddete bugüne kadar bulaşmadığı için ‘terör örgütü’ olamayacağı kanaatini iletiyor. İşte bu aşamada ‘Hizb-ut Tahrir’i Türkiye’nin gündemine kimler sokuyor? Bir taraftan dünya El Kaide ile mücadele ederken din adına hilafet kavramını kimler ısıtıyor?’ soruları akla geliyor. Unutmamalıyız ki ‘Hizb-ut Tahrir’ bizim gündemimize yeni girmiş olsa da ABD’de birçok ‘think tank’ kuruluşunun üzerinde çalışmalar yürüttüğü bir örgüt. Nixon Center ve Heritage Vakfı örgüt hakkında oldukça kapsamlı iki ayrı rapor yayınladı. Türkiye’den bazı uzmanların da katıldığı ABD’deki çalışmalar 2003 yılında yoğunlaştı. Ortadoğu kökenli örgütün yayıldığı alan ise Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Sovyet rejiminin yıkılmasıyla Orta Asya’da oluşan boşluk ‘Hizb-ut Tahrir’ gibi aşırı radikal örgütler tarafından dolduruluyor. Dünyanın yeni enerji koridoru üzerinde konuşlanan örgütün yapacağı eylemler bölge ülkelerinin istikrarını hedef alıyor. ABD, nasıl ki El Kaide eylemlerini Afganistan ve Irak’a müdahalesinde meşruiyet aracı olarak kullandıysa Hizb-ut Tahrir de Orta Asya’yı Rusya’nın müdahalesine açık hale getiriyor. Bugüne kadar silahlı eylemlerden uzak duran ‘Hizb-ut Tahrir’ örgütü ile ilgili bir Rus terör uzmanı bakın ne diyor: ABD için El Kaide ne ise Hizb-ut Tahrir de bizim için o anlama geliyor.
Bir hatırlatma daha; Hizb-ut Tahrir’in bugüne kadar Türkiye’deki eylemleri cami çıkışlarında bildiri dağıtıp basın açıklaması yapmaktan ibaretti. Ancak 17 Aralık’ta AB ile Türkiye arasında 3 Ekim müzakere tarihinin alınmasının ardından örgütün söyleminde ciddi değişiklikler gözleniyor. Cami avlularında dağıttığı bildirilerde Hizb-ut Tahrir, hükümeti ve Başbakan’ı ağır bir dille eleştirerek ‘ulusalcı’ söyleme benzer refleksler verdi. Terör örgütü olup olmadığı halen tartışılan bu oluşumun önümüzdeki süreçte dünyanın ve Türkiye’nin gündemini nasıl meşgul edeceğini hep birlikte göreceğiz.
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 11:12