Gündem
  • 11.5.2012 14:00

Tek suçu Kenan Evren'i karşılamamaktı!

“Halen kırılan çeneme el sürdüğümde uyuşuktur. Bacaklarım sızlar” diyor. Bugünkü davada hesap sormaya hazırlanıyor. Tek suçları Şırnak’a gelen Evren’i karşılamamaktı. Önce bir okulda toplandılar sonra ilk kez duydukları suçlamalarla cezaevine gönderildiler. Ardından akıl almaz işkenceler, ölümler... 12 Eylül için müdahillik dilekçesi veren 82 yaşındaki Osman dede o acı günleri anlattı.

12 Eylül darbesinin mimarları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanmasına bugün devam edilecek.

Sanıklar mahkemeye gelmeyecek ama darbe mağdurlarının yaşadığı acılar peşlerinde olacak. Bunlardan biri de 82 yaşındaki Osman Özden. Şırnak'ta yaşıyor. Suskundu birçok mağdur gibi, ailesine dahi söyleyemediği acılar biriktirdi. Ancak darbecilerin yargı karşısına çıkartılması ile umutlanan kesimden.

Kendisi gibi Diyarbakır Cezaevi'nin işkence tezgahından geçirilen isimlerle birlikte davaya müdahillik talebinde bulundu. 12 sayfalık dilekçesini avukatına göndermiş. Ali Çavuş'un oğlu Osman dede, yıllar sonra 12 Eylül'ü, Diyarbakır Cezaevi'ni, işkence ve ölümleri anlattı. İşte, 'Artık çok sevinçliyim' diyen Özden'in dilinden o acı günler:

ERKEKLER OKULLARDA TOPLANSIN

80 darbesi ile Şırnaklı memur ve öğretmenlerle birlikte tutuklandık. Siirt Tugay Komutanlığı'nda 20 kişilik daracık, cehennem gibi sıcak ve havalandırmasız yerde 65 insan kaldık.

Askeri mahkemede ifadelerimiz alındıktan 21 gün sonra serbest bıraktılar. 7 Kasım 1982'de anayasa referandumu yapıldı.

Millet mevcut zulüm, işkence ve ölümlerden kurtulma gayesiyle anayasaya evet oyu kullandı. Buna rağmen Kenan Evren Şırnak'a geldiğinde, halk karşılamadı.

1983'te sabahın köründe askeri jandarma alayından, bütün erkeklerin mahallelerindeki okullara gitmeleri emredildi.

Erkek, yaşlı, genç herkes okullara gitti. Sınıflara oturduk. Okulun etrafı, koridorlar ve sınıflar her taraf askerdi. Sanki İstiklal Mahkemeleri kurulmuş Allah ve Peygamber düşmanı insanlar oturmuşmilletimizi teker teker ifadeye çağırıyorlar ve silah istiyorlardı.

Tuvalete çıkartmadıkları için sınıfların içerisi insan pislikleriyle dolmuş, pis koku her tarafa yayılmıştı. 80-90 yaşındakiler, münevver kişiler, emekli, memur herkes vardı.

Bağırmalar, işkencelerden yükselen feryatlar Şırnak'ın her semtinde kıyamet sirenleri gibi çığlıklarla yükseliyordu. Korkudan bugüne kadar sesini bile çıkarmadı millet. Hep sustular.

O BAĞIRMALAR, İNLEMELER

27 Aralık 1983'te sabahın erken saatinde apar topar Cizre Emniyeti’ne oradan da Diyarbakır'a götürdüler. Hepimizin gözünü bağladılar. Soruşturma merkezinde kimlik tespitleri yapıldı. Çeşit çeşit fotoğraf çekimleri yaparak parmak izleri alındı. Ardından içeriye attılar.

Allahım o bağırmalar, çığlıklar, inlemeler tüyler ürpertici sesler.. Allah'a Peygambere küfrediyorlardı.

İşkencecilerin adı hep takma isimlerdi. Kendilerine kobra ve kahraman diyenler insaniyetten yoksun kişilerdi.

'Göz bağına el atanın cezası yüz, göz bağını sökenlerin ise 150 coptur, komutan isterse bu cezayı yükseltebilir' diye bağırıyorlardı.

7 AY 3 GÜNÜN HESABINI VERSİNLER

Yemekler çok az ve içi çöp, sigara izmariti doluydu. Mecburi yemek duasıyla herkes o pislikleri yiyiyordu.

Havalandırmada ise kolunu sallamak, yanındaki arkadaşa bakmak, başını kaldırmak yasak ve cezası dayaktı.

Bacağı alçıda olan Ferman Mutlu adındaki bir kişinin ayağını copladılar. Parmak uçlarından kan fışkırıyordu.

7 ay 3 gün sonra mahkemeye çıkarıldım ve neticede tahliye ettiler. Haksız yere tutuklu kalmama, hürriyetimi kısıtlayarak işkencelerle zulmü reva görenler hakkında madden ve manen şikayetçi ve davacıyım.

Hâlâ kırılan çeneme el sürdüğümde uyuşuktur, bacaklarım geceleri sızlar. Şimdi dava açabildiğim için sevinçliyim.

Pis sular içerisinde ceset

Hiç bilmediğim işitmediğim ve görmediğim şeylerle beni suçladılar.

'Bir hafta süre' anlat dediler, hep işkence ettiler. Çırılçıplaktık, omzumun üzerine kalın bir kalas parçası bağladılar.

Sonra askıya aldılar ve cinsel organımıza bağladıkları kablolarla elektrik verdiler. Gözlerimden ateş fışkırıyordu. Bu halimle de ellerindeki cop ve sopalarla insanlıktan çıkmış şekilde dövüyorlardı.

Haftalarca devam etti. Tutuklular içerisinde koca koğuş ortasında çırılçıplak bir şekilde 3 gün komalık edene kadar dövdüler. Çenemi ve dişlerimi kırdılar. Tuvalete götürdüklerinde koridorda, o pis sular içerisinde bir ceset vardı.

Cenazenin üzerinden atlayıp tuvalete gidiyorduk. Bir işkenceci "3 gündür sana hiç su içirmedik, fazla işkence ve elektrik aldın su içersen ya geberirsin ya felç kalırsın sakın su içme" dedi. Beton üzerine yatırdılar.

İçimde ateş varmış gibi yanıyordum. Gözüm kapalı bir baktım ki küçük bir kızın elinde bir tas su, bana uzatıyor. Elimi su tasına uzattım, hayal olduğunu, işkencecinin 'Ulan ihtiyar ne yapacaksın' sesiyle anladım ve yine cop yedim.

32 marş ezberlettiler

İşkencehaneden, gözaltı yerine sürükleyerek götürdüler. Çünkü ayaklarım şişmiş, dişlerim ve çenem kırılmıştı, bütün vücudum mosmordu. Gözaltında 70 kişiydik. Merhem aldırıp o yaralı vücuduma sürüyorlardı, 'iyileşelim de hakimin huzuruna sağlam gidelim' diye.

32 tane askeri marş ve İstiklal Marşı'nı öğrenmek mecburiyeti vardı. Savcılığa götürdüklerinde savcı mesnetsiz suçlamaları tekrarladı ve 'Ne diyorsun' dedi.

Her tarafımın mosmor olduğunu ve suçum yokken hiç bilmediğim, görmediğim, işitmediğim suçlarla itham edildiğimi söyledim. 'İşkencelerle cebren imza ettirdiler' dedim.

Savcı sadece yüzüme baktı. Sonra cezaevine gönderdiler. Cezaevine gittiğimizde sevinmiştik ama orası bambaşka bir rezaletti.

Anadan doğma soydular ve rahat, hazır ol yaptırdıktan sonra tekrar ve tekrar andımızı okuttular. Koğuşun daracık koridorunda 40 kişi ayakta duruyor, 20 kişi ranzalarda oturuyordu. Hepsinin yüzleri sapsarı, esirler gibi hep düşünüyorlardı.

HABER: SERBEST ÖZDEN-BUGÜN GAZETESİ
 

Güncellenme Tarihi : 22.3.2016 18:05

İLGİLİ HABERLER