UMUR TALU'DAN FATİH ALTAYLI'YA AĞIR YAZI : BENİ MİLLİYET'TEN RTÜK KANUNU YÜZÜNDEN ATTILAR
KAYNAK : Haber Vitrini
ANKARA/Hürriyet Gazetesi'nden Fatih Altaylı, bugünkü köşesinde Star yazarı Umur Talu'nun kendisini arayıp uzun uzun konuştuklarını aktarmıştı.Altaylı'nın yazısından çıkan sonuç, ikilinin barıştığı şeklindeydi.Ancak Habertürk'ü telefonla arayan Umur Talu,Altaylı'ya öfkeliydi.Habertürk'e yarın Star'da çıkacak yazısını da yollayan Talu,Altaylı'ya cevap verdi.Talu ayrıca Milliyet'ten RTÜK kanunu yüzünden kovulduğunu da açıkladı.
İŞTE TALU'NUN YARINKİ YAZISI
Telefon hattının bu tarafı
Fatih Altaylı dün benimle yaptığı bir telefon konuşmasını aktardı. Bunu yazacağını söylememiş, benden de izin almamıştı ama yazabileceğini düşündüm, ayrıca onun "Umarım alınmazsın" diye koyduğu nota rağmen, yazmış olmasında da bir sakınca yok. Yalnız bazı şeylere açıklık getirmeli, işi sadece onun hafızasının ve gönlünün girdiği zahmete bırakmamalıyım.
Öncelikle, niye aradım? Ben kulüp bakımından Beşiktaşlı olsam da, 6 yaşımda babamı kaybettikten sonra, 12 yılım yatılı olarak Galatasaray Lisesi'nde geçti. O kurum, benim hayatımın temel direğidir. Dolayısıyla camiamdır.
İşte oradan, benim de saydığım bir büyüğüm arayarak, "Nedir Fatih'le karşılıklı atışmanız, yakışmıyor" dedi. Bunun atışma olmadığını, benim kişilere dönük yazmadığımı, iki kez Altaylı'nın hakaret dolu çıkışlar yaptığını ve ona o zaman kişisel cevap verdiğimi söyledim. Bana, onu da arayacağını, ama "Büyüklere de ilk adımı atmanın düşeceğini" söyledi. "Benimle ilgili yazacakları var. Belki ondan sonra" dedim. Gazeteden asla aramayacağımı, ilk hakaretinden sonra aradığımı, çıkmadığını ve nazik biri olan sekreterine benim kısmen kaba bir not bırakmak zorunda kaldığımı söyledim. O büyüğüm de bana bir cep numarası verdi. Israr etti. Biraz sonra, Fatih'i aradığını, bulamadığını, telefona şoförünün çıktığını, tekrar arayacağını bildirdi.
+++
Düşündüm, geceye kadar kendime gem vurdum. Ve hakkımda yazacağını duyurduğu yazısının çoktan baskıya girmiş olduğu bir saatte, telefon ettim.
Sanırım dış mekandaydı, sesi zor duyuluyordu ve benim telefon şarjım da fazla dayanamayacaktı zaten. Fatih Altaylı, haklı olarak şaşırdı. Önce "buyrun" gibi bir şey dedi; sonra da "Umur Abi". Onun da yazdığı gibi, "Bana düşmanlığının özel nedenini" sordum. Yine aktardığı gibi, "Düşmanlık ve kişisel nedeni olmadığını, benim yazılarımın herkese zarar verdiğini, bunu doğru bulmadığını, o grupta doğru şeyler de yapıldığını, Aydın Doğan'ın kendisine bir gün bile karışmadığını, grupta herkesin mi namussuz olduğunu, kendisinin namuslu bir adam olduğunu" söyledi.
Benim söylediklerim ise şuydu: "Sen iki kez bana hakaret eden çıkışlar yaptın. Bunu başkası yapmadı. İkisinde ben de şahsi cevap verdim. İkisi de, biri geçen yıl, biri bu yıl, RTÜK meselesi yüzündendi. Ben bu yasaya karşı çıkmamayı bu mesleğe ihanet olarak görüyorum. Yoksa kişilerle işim yok. Kişisel bir öfke ve kırgınlık diye anlaşılmaması için, yazarken ne Aydın Doğan ismi geçiririm, hatta ne de Milliyet. Ertuğrul Özkök de dahil, kimseye namussuz demem ama o zihniyetle mücadele ederim. Çünkü bu mesleğe zararlı görürüm. Şunu da anlarım; herkes her yerde, her zaman her şeyi yazamaz. Geçim korkusu vardır, tamam. Nitekim benim Milliyet'ten atılmamın esas gerekçesi de bu RTÜK meselesidir. Bir yanlışımın Hürriyet'te sürmanşet yapılıp vurulmak istemem de o yüzden. Seninle bazı konularda (mesela tank ihalesi) tamamen aynı düşünürüz ve yakın oluruz (her zaman "bana en yakın yazar" değil), bazı konularda da ayrı. Bu önemli değil. Görüşlerim şiddetle eleştirilebilir de."
+++
Şu doğru: Hakarete karşı, sinirlenip hakaretle cevap vermem yanlış. Bu yüzden herkesten, küçüğümden de büyüğümden de özür dileyebilirim. Bunu kimseye karşı yapmak istemem. Kaldı ki, ben "gazete" Milliyet'in yönetmeniyken ve Hürriyet, Sabah ve iktidara karşı ilke mücadelesi verirken, Fatih de Best FM'den epey destek vermişti, unutmam. O çerçevede, onun bir yanlışım için "sazan" demesinin önemli olmadığını, ama oradan aşağılayıcı şeyler söylemesinin hakaret olduğunu, yine de "tetikçi piranha" da dememem gerektiğini söyledim. Sanıyorum, Altaylı'nın telefon görüşmesi yazısındaki "Beni bırakalım, sen bu grupta 12 yıl üst düzey çalıştın... Yayın yönetmeniydin, sana baskı geldi mi... Aydın Doğan'ın evladı gibiydin..." kısımları, koymaktan vazgeçtiği yazısından. Yani benim o sırada, o sabah anonsu verildiği için yarına çoktan yazılmış, yayına verilmiş olduğunu sandığım yazının ana fikirleri. Çünkü bunları bana söylemedi. Kendisi için bu tür şeyler söyledi ama , benim için söylemedi. Zaten ondan çok ben konuştum. Zaten ben orada 12 değil, 16 yıl öyle çalıştım, ama iki kez genel yayın yönetmeni olmadım. Yönetmenken baskı görmedim, yazılarım da hep kondu ama sonunda bizzat o görüşlerimden dolayı kovuldum. Ayrıca son künye evremde haberlerin konulmaması için baskı yapıldığına da tanık oldum. Milliyet'le yollarımız da "bir şekilde" ayrılmadı. Bu tavrım yüzünden, her biri ayrı nedenlerle de olsa kovulan diğer dostlarımla, kovuldum. Ona bir de asıl tepkimin "Tank yazılarını benden aldı" demesi yüzünden olduğunu söyledim. Bunda ısrar etmedi. Tam tersine, ilk tank yazım çıktığında bana ek bilgi vermek istediğini, ulaşamadığını söyledi. Şarj bitti, "iyi akşamlar" bile denilemeden konuşma da bitti. O yüzden, öyle "küçük bir bölümü" değil aktardığı.
+++
Şimdi şunları söylemeliyim: Ben kırgınlıkla yazı yazmıyorum. O kendime de, okura da ihanet olur. "Sadece kızgın" da değilim. Aklım ve vicdanım var. Kızgınlığım, bu ülkenin en büyük medya grubunun, içindeki gazetecileri de rehin düşürerek iktidarla iş ve daha önemlisi, gazeteciliğe, iletişime, halka ihanet belgesi olan bir yasa kotarması... Ve insanların sessizliğe gömülmesi.
Sanki, Fatih'in dediği ve sandığı gibi, ben yazmasam yazabilecekler mi? Basın Konseyi Başkanı Oktay Ağabey, bu yasanın ne olduğunu bilmiyor mu? Yazabiliyor mu, konuşabiliyor mu? Altaylı, mesela internet maddelerinin saçma olduğunu, ona karşı yazmak istediğini ama vazgeçtiğini söyledi. Keşke yazsa. Ama sorun şu: Bu yasada bir madde bile değişse, Cumhurbaşkanı yine tamamen ya da kısmen veto edebilir. O yol kesilmek isteniyor zaten.
Fatih Altaylı, "kendisine yanıt vermemeyi uygun buldum" diyor. Maalesef ben, onu, o "bana layık" yazıyı çoktan yazdığını, basılmaya başlandığını düşündüğüm bir akşam hatta gece saatinde, bir büyüğün büyüklük argümanıyla ikna olarak aradım. Yani, bir tercih yapma, yaptırma noktasında değil. Ama yazmadığını bilmiyordum; bir gün sonraya bıraktığını ertesi gün Hürriyet'te gördüm.
"Umur abi, seninle telefon konuşmasının küçük bir bölümünü okurlara aktarıyorum. Umarım alınmazsın. Ama ya sana ağır bir yazı yazacaktım ya da bunu okurlarımla paylaşacaktım. Bunu seçtim" diyor. Yukarıdaki düzeltmelerime, benim üstümden herkesi aklatma çabasına, benden izin almamasına rağmen, alınmadım. Olabilir, bu devirde. Ama ben bana "ağır eleştiri yazısı yazılmasından" gocunmam. İster "Abi" hitabıyla, ister "sazan" nidasıyla. Aynı ağırlıkta cevap da veririm. Hakaret olursa, artık kendimi kontrol edeceğim tabii.
Keşke o yazı da yazılmış olsaydı, yazsaydı.
Benim o gruptaki tarihsel virajlarla ilgili bildiklerim ve tespitlerim www.medyatava.com'daki uzun, ayrıntılı söyleşide.
Bir büyüğümün ikna etmesiyle o telefonu etmiş olmaktan pişman değilim. Pişman edilecek biçimde, adeta herkesi aklatır gibi sunulmuş olsa da.
Kimseyle kişisel düşmanlık gütmek gibi bir derdim yok. Fakat, o konuşmanın, kimseyi bir tercihe itmek gibi bir amacı olduğunun sanılmasını da istemem; öyle bir riskin bulunduğunu telefonu açarken dahi farkında olsam da.
Ama ilkeler üstünden, bir takım zihniyetlerle, o gruptaki zihniyetle de elbette mücadele edeceğim. Bunu ayrıca, tüm abilere ve kardeşlere de tavsiye ederim.
UMUR TALU..
HABERTÜRK
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:32