VAN SAVCISINA VERDİĞİ İFADEYLE GÜNDEME GELEN DİYARBAKIR SÖZ GAZETESİNİN SAHİBİ KONUŞTU...
- Hürriyet’te bir haber var. Sizden bahsederken, Yaşar Büyükanıt’ın Diyarbakır’da komutanlık yaptığı dönemde, PKK’ya yataklık yapmakla suçlandığınızı ve Yaşar Paşa ile ciddi sorunlarınızın olduğunu söylüyor… Nedir bu mesele?..- Haberde Nur Batur’un imzası var. Batur’u tanımam. Böyle bir fikre nasıl sahip olduğunu bilemem. Peşin hükümlü sanırım. Bir “üst düzey komutandan” bahsediyor. Sözkonusu edilen “Üst Düzey Komutan”ın kim olduğu zaten belli değil. Şunu vurgulamak istiyorum ve herkesin bilmesini istiyorum: Ben, şahsım kesinlikle ne PKK, ne de Hizbullah’a üye olmaktan tutuklandım, ne de cezaevinde yattım. O yazıda böyle asılsız bir iddia var. Oysa, bir tek gün dahi yatmış değilim. - Peki, nereden çıkıyor bu PKK’lılık meselesi?..- İşte asıl kritik nokta bu. Zaten Meclis’e de, Van Cumhuriyet Savcılığı'na da vermiş olduğum belgelerde bu suçlamanın, bu iddianın tamamen hayali, düzmece, sahte belgelere dayalı olduğunu belirtmiştim.- Önce Hizbullahçılık meselesinden başlasak…- Ben, devletini seven bir insanım. Açıkça söyleyeyim; devlet içinde hata yapanlar olabilir, ama bu beni devletimden soğutmaz. Ben devlet yanlısı bir insanım. Ama gerçek anlamda devlet yanlısı bir insanım. Öyle sloganda, gösterişte değil, özde. Benim bu tavrım, olumsuzlukların, devletime zarar verecek uygulamaların da üzerine gitmemi gerektiriyor. Gerçek vatanseverlik budur. Ben de işte bu anlamdadevlet yanlısı olmamdan dolayı, kirli iftiralarla karşı karşıya kaldım. 1998’in Mayıs ayında, Mayıs’ın 15, 16’sında, “Hizbullah örgütü yanlısı”dır iddiasında bulundular. Bu da o günün birtakım “art niyetli” kamu görevlileri ve feodal yapıdan beslenen birtakım iş çevreleri tarafından tertiplendi ve desteklendi.- Nasıl bir tertip?..- Buna akıl erdiremiyoruz:Ben, büyük oğlum rahmetli Emin Altındağ ve Muhasebe Müdürüm… Hep birlikte gözaltına alındık, savcılığa gönderildik, serbest bırakıldık. - Ellerinde ne gibi deliller vardı?..- Hiçbir delil yoktu. Olamazdı da. Çünkü meseleyle alâkamız yok. Bir tertip dedim ya. - Bu “Hizbullahçılık” iddiası sonra yine gündeme geldi mi?..- Hayır, hiçbir zaman. O, bir anlık tertipti. Daha sonra gündeme gelmedi.“BU DA DİYARBAKIR’IN ‘ANDIÇ’I” - Ya PKK’lılık meselesi?..- İşte, ilk senaryo nasıl tertiplendiyse, bu da aynı şekilde oldu. Benzeri bir şekilde yani. Mantıksız, çelişkili şekilde. Bakın anlatayım: Bir sahte belge hazırlamışlar. Bu da Diyarbakır’ın ‘andıç’ı. Bir sahte belge tanzim edilmiş. Belgede; sözde, merhum oğlum Mehmet Emin Altındağ ile küçük kardeşi tarafından, PKK’ya 350 bin mark verildiği filan yazılmış. Sözde, ‘PKK ile her ne kadar, şimdiye değin düşmanlığımız olmuşsa da, bundan sonra PKK ile dost olduk’ filan yazıyor orada. Böyle şeyler yazmışlar. O zamanın çok etkili ve yetkili birtakım kamu görevlileri, böyle bir şeyi başımıza getirdiler. Bunların, çok üst düzey kişilerin, bölge görevlilerinin, hassas pozisyondaki üst düzey kamu görevlilerinin bilgisi haricinde olması mümkün değil. Bunun böyle olduğunu ortaya koyan belgeler de var. Şunu söyleyeyim; PKK’lı suçlamasının da fos olduğu anlaşıldı. PKK yaftasını yapıştırmak istediler ve sahte belge tanzim ettiler. İlginç şeyler oldu; burada görev yapan bazı kamu görevlileri, isim de vereyim, dönemin İl Jandarma Alay Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu’ydu. Bu şahıs, emekli olduktan sonra dahi, tüm Kuvvet Komutanlarına, el yazısıyla, bana ve aileme yönelik, iftira ve asılsız iddialarda bulundu, sakıncalı olduğumuzu iddia etti. Bize ihale verilmemesini istedi.- Neydi sıkıntısı? Emekli olduktan sonra bile niye düşsün peşinize?..- Görevdeyken bir şey bulamadı. Bahsettim ya; bize yönelik bir organizasyon vardı. Bu organizasyonun içinde, bazı iş çevreleri de vardı. Şimdi ithamda bulunmak istemiyorum ama; bu konuları merak eden gazetecilerin biraz da bu yönlerle ilgilenmeleri lazım.- Yani, ihale rekabeti?..- E, onu siz söylüyorsunuz. Ben, düşünmeye, daha fazla araştırmaya davet ediyorum.BOMBA ATTILAR- Hatipoğlu’nun bölgenizde görevli olduğu dönemde neler oldu?.. Dikkat çekici bir olay var mı?..- Kimseyle irtibatlandırmaya gerek yok. Sadece onun döneminde değil, bir süreç içinde başımıza gelenleri anlatayım, suçlamaksızın, sadece düşünmeye, araştırmaya davet ederek... Bakın sırayla başımıza gelenlere: Gazetemize (Söz gazetesi) bomba attılar, taradılar. O dönemde, Dicle Nehri kıyısında bulunan kum ocağımızdaki iş makinemiz ateşe verilerek, yakıldı. Biz o dönemde, bu olayın üzerine gittik. Kim yaptı, diye araştırdık. Dosya, faili meçhul diye rafa kaldırılınca, üzerine gittik, ama sonuç çıkmadı. Hemen ardından Altındağ Katliamı yaşandı. 22 Haziran 1996 tarihinde Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne çoğu kamu görevlisi ve aileleri olmak üzere 8 vatandaşımızın şehit olmasıyla, onlarca vatandaşımızın da yaralanmasıyla sonuçlanan bir saldırı düzenlendi. 1997’de, Siirt 3. Komando Tugay Komutanlığı’nın inşaatlarını yaparken, Botan Çayı kenarlarında kum taşıyan 7 kamyon, 1 binek taksi, yakıldı.Biz, mağduriyetimizle kaldık. EVLADIMI ŞÜPHELİ BİR KAZAYA KURBAN VERDİM- Erkek evladınızı kaybetmişsiniz... Bu nedir?..- O süreç, 1998’de başladı. Anlatmıştım; hakkımızda sahte belge tanzim etmişlerdi. Sahte belgecilerin foyası ortaya çıkınca, DGM Başsavcılığı’nda görev yapan Nihat Çakar, gazetede neşredilen yazılarımızdan dolayı peşimize düştü. Albay Eşref Hatipoğlu da, emekli olduktan sonra dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt Paşa’ya ve 28 Şubat sürecinin önde gelenlerinden Çevik Bir’e ve diğer üst düzey komutanlara, karalayıcı, iftiralarla dopdolu, aynı o sahte belge gibi bir mektup gönderdi. Mektubun içeriği mealen şöyledir: “Sayın Komutanım; Altındağ ailesi Hizbullahçıdır, PKK’lıdır. Cumhuriyet düşmanıdır, Atatürk düşmanıdır. Bu bakımdan ihalelerden yasaklanmalıdır!..” Böyle şeyler işte. Emekli Albay’ın bu yazısından sonra, sahte belgenin gündeme gelmesi ilginçtir. Dikkat edin; mektup gidiyor, ardından bizim sözde PKK’lı olduğumuza ilişkin sahte belge hazırlanıyor. Ben şimdi soruyorum: Biz mademki, mektupta belirtilen şekilde kanun dışı işler yapıyorduk, PKK’ya, Hizbullah’a çalışıyorduk, neden görev başındayken hakkımızda herhangi bir işlem yapmadı da, emekliliği bekledi.Çocuğuma gelince; Oğlum Emin, tehdit ve şantajlara maruz kaldı. Kendisinden, aralarında birtakım kamu görevlilerinin de bulunduğu kişiler tehditle para almışlar. Ben bu olayı duyunca ayağa kalktım. Neyse, bir gün kendimi gözaltında buldum. Oğlum da bunu duyar duymaz, Erzurum Şantiyesi’nden günün geç saatlerinde yola çıkmış. Mühendis arkadaşı Münir Mennan’la beraber yolda bize doğru gelirken, Bingöl ile Diyarbakır dağları arasında uçuruma yuvarlanmışlar. O derede, 18 saat mahsur kalıyorlar, kimse yardım etmiyor. Uçurumun eteğinin bulunduğu tepede, askeri gözetleme noktası vardı. Birinci arama noktasında aracın giriş kaydı bulunduğu halde, 2. arama noktasına bildirilmemiş.Orada kaydı yok. Yani giriş var, 18 saat boyunca çıkış yok, ama bu konuda araştırma yapılmamış. Bunlar bizi etkiledi, tedirgin etti tabii!.. PKK ile mücadele için dağlarda, zirvelerde termal kameraları vardır. O kameralar, kuş uçsa görüntü alır, bizimkisi görüntü alanına girmemiş. Böyle bir trafik kazası. Kameralar bile göremiyor. Bir baba olarak düşünüyorum; bu nasıl kaza? Bu arada; bir televizyon kuruluşunun kameraları, kaza bölgesinde çekim yapmış. Bir yüzbaşı, televizyon kuruluşuna geliyor ve kasetlere zorla el koyuyor. Bu delildir, nerede?.. BÜYÜKANIT’I ÖVDÜĞÜMÜZ OLMUŞTUR- Şimdi, Yaşar Büyükanıt Paşa, Savcı tarafından “çetecilik” ve “yargıyı etkilemekle” suçlandı. Savcıya ifade verenler arasında siz de olduğunuz için, gündeme geldiniz. Yaşar Paşa ile husûmetiniz mi var?.. İntikam mı alıyorsunuz?..- Hayır, kesinlikle... Bu tamamıyla gerçek dışı. Bilakis, bizim Söz gazetesinde, Büyükanıt Paşa’nın defalarca övüldüğü olmuştur. Silopi’den gelen kan kanserli çocuğun problemini manşet haberle kamuoyuna duyurmuştuk. Sayın Büyükanıt, bu haberi görmüş ve çok duygulanmış. Bundan dolayı, küçük Muhammed’in bütün tedavilerini karşıladı. Gülhane Tıp Akademisi’ne götürdü. Ev kiraladı. Biz de onun bu hareketini manşete çektik. Övdük. Yani, biz kesinlikle husûmet duygusu içinde hareket etmedik. Öyle yapsaydık, Sayın Büyükanıt’ın olumlu davranışlarını kamuoyuna duyurmanın değil, gizlemenin gayreti içinde olurduk.- Ancak, onun döneminde hedef olduğunuz suçlamalar da var…- Bunlar başka. Yaşar Paşa ile hiç sorunum olmadı. Ve olmaz da.- Niçin olamaz?..- Bizim kişisel problemimiz olmaz. Çünkü, aramızda alıp vereceğimiz bir şey yok. Ben ne PKK’lı ne de Hizbullahçıyım. Ancak onun döneminde, karanlık çevrelerce gerçekleştirilen hukuk dışı uygulamalara elbette tepki göstereceğim. Ben haklıyım arkadaş, ben mağdur olmuşum arkadaş. Anayasa’nın bana verdiği ‘şikâyet’ hakkını kullanırım tabii. Başımıza gelen olaylarla ilgili olarak devletin ilgili birimlerine başvurdum. Yani, bizim olanlarla ilgili olarak şikâyetimiz sözkonusudur. - Şemdinli Davası sanığı Astsubay Ali Kaya’yı nereden tanıyorsunuz? Nam-ı diğer Mutkili Ali’yi?..- Sahte belge olayında komploda başrolü oynayan odur. Mutkili Ali, bize Hizbullahçı ve PKK’cı iftiralarının atıldığı operasyonlarda vardı. Sorgulayan da oydu. İstihbaratçı bir binbaşı ve yüzbaşı ile beraber. Daha sonra, JİTEM içinde uzun yıllar kalan PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Mutkili Ali denilen adam, yani Astsubay Ali Kaya ve bazı iş çevrelerinin bize yönelik tertiplerde başrol oynadığı, basındaki itiraflarda yer almaktadır. Hatta şahsıma yönelik suikast organizasyonunu yine bu Mutkili Ali, birkaç JİTEM elemanı ile beraber, bir işadamının bürosunda tertiplediklerini de Aygan anlatmaktadır. Aygan’ın gazetelerde çıkan ve kitap olarak da yayınlanan itirafları, bize karşı hazırlanan organize edilen kirli senaryoların kimler tarafından yapıldığını da bir ölçüde gün ışığına çıkarmaktadır.