
YENİ ŞAFAK'TAN İLGİNÇ BAŞLIK: EN MÜSLÜMAN 'İLHAN HOCA' 'HIRİSTİYAN FETHULLAH HOCA'YA KARŞI...
En müslüman 'İlhan Hoca' 'Hıristiyan Fethullah Hoca'ya karşı...
Eski DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in "Din elden gidiyor" feryadı, "milliyetçi sol" çevrelerde son zamanlarda giderek artan "İslami duyarlılık"ın son "semptom"u olarak görülmeli... Bu çerçevede çok ilginç bir çıkış da Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'tan geldi...
"Rahşah Ecevit, 'din elden gidiyor' dedi..."
Bu cümleyi, "sıradaki haber"in "flaş"ı olarak televizyonda duyduğunuzda, ya da ekranın altından akan şeritte okuduğunuzda ilk tepkiniz "Aaa, spikerin dili sürçtü, 'laiklik' yerine 'din' dedi" tepkisini vermediyseniz eğer, kendinizi rahatlıkla "hiçbir şeye şaşırmamayı öğrenmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" kategorisine sokabilirsiniz...
Ama, söylemek zorundayız, bu iyi bir şey değildir. Bu tip bireylerden oluşmuş bir toplum da artık hiçbir şeye şaşırmamayı öğrenmiş bir toplum demektir ki, bu da iyi bir şey değildir...
'HAYIRDIR İNŞALLAH!'
Neyse ki hâlâ şaşıranlar var... Mesela Birgün gazetesi, Rahşan Ecevit'inki de dahil olmak üzere "Milliyetçi sol"un diline son günlerde iyice yerleşen "metafizik söylem"i "HAYIRDIR İNŞALLAH!" başlığıyla toparlayıp bir haber haline getirmiş... Şöyle diyorlar:
"'Milliyetçi sol' kesimin önde gelen isimlerinden son iki günde gelen açıklamalar şaşkınlık yarattı. 'Atatürkçülük' ve 'laiklik' konularındaki katı tutumlarıyla bilinen DSP eski genel başkanı Bülent Ecevit, eşi, DSP eski genel başkan yardımcısı Rahşan Ecevit ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın art arda verdiği 'dini içerikli' mesajlar 'hayırdır inşallah' yorumlarıyla karşılanırken, dün de Cumhuriyet gazetesi yazarı Mümtaz Soysal köşesinde yüzyılın deprem felaketine ilişkin 'enteresan' bir yorum yaptı. Soysal'ın deprem için 'Tanrı azgınları cezalandırdı' yorumu, akıllara 17 Ağustos depreminden sonra Yeni Asya gazetesi yazarı Mehmet Kutlular'ın, 2 yıl hapisle cezalandırılmasına yol açan 'deprem ilahi bir ikazdır. Allah ahlaksızları cezalandırdı' sözlerini getirdi..."
Gazete bundan sonra, haberde işaret edilen dört "milliyetçi sol"cunun "son iki gündeki mesajları"nı aktarıyor... Gerçekten de hepsini birden okuyunca "Hayırdır inşallah!" dememek mümkün değil. (Yalnız bu habere küçük bir itirazımız var: Mümtaz Soysal, kendisine ayrılan "çerçeve"de de görülebileceği gibi "Tanrı" sözcüğünü değil, "doğa" sözcüğünü kullanıyor... Buradaki "editoryal katkı"ya hiç gerek olmadığını belirtmek zorundayız...)
'DİNCİ BASIN': KORKMAYIN...
Diyelim son iki günden derlenen bu "toparlama haber" de şaşırtmadı sizi... Peki, şu karşılaştırmaya ne dersiniz:
Bir yanda Aydınlık dergisinin, Emin Çölaşan'ın, Cumhuriyet gazetesinin, Ecevit'lerin (yani bütün o eski "laiklik elden gidiyor" çevresinin) şimdi birdenbire "AB süreciyle birlikte Hıristiyan misyonerlik hız kazandı, AB'yi reddetmezsek ülkemiz Hıristiyanlaşacak" teması üzerinden "İslami duyarlılığı yüksek" bir çevre görünümü arz etmesi var... Öbür yanda ise aynı çevrenin diliyle söylersek, "dinci basın"daki "Korkacak bir şey yok, bu devirde kimsenin dilini bağlayamazsınız, yeter ki Müslümanların da dilini bağlamayın" mealindeki yazılar var...
İLHAN HOCA DİYOR Kİ...
Karşılaştırın şimdi bunları... Hâlâ mı şaşırmadınız? O zaman son çare olarak başlığımızda ima ettiğimiz şeyi açacağız...
"İlhan Hoca", yani Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk 4 Ocak'ta bakın ne yazdı:
"Fethullah Hoca'yı televizyonlarda ya da kasetlerde seyrettiniz mi?.. Sürekli ağlayıp sızlanır.. Gözyaşı, hıçkırık.. Salya, sümük.. Hoca ezilmiş ve mazlum pozlarında dinsel ve siyasal propagandasını aşılar.. Bu numara çok tuttu.. 'İsa üslubu'dur bu!..
(...)
"İslamda istavroz yoktur, 'Ay' vardır; Haç yoktur Hacı vardır; Hazreti Muhammet babasız doğmamıştır, insandır; zavallı değildir, kumandandır; savaş yönetmiştir, yasa koymuştur; Hazreti İsa ile uzaktan yakından benzerliği yoktur..."
İlhan Selçuk, bu kıyaslamadan sonra "ehl-i sünnet"i gözlerini açmaya çağırıyor:
"Müslümanların gözü kapalı kaldıkça ehl-i sünnet arasından böyle açıkgözler çıkacaktır..."
Hâlâ mı şaşırmadınız? Eh, bu durumda bize müsaade... Siz, yakında, "İlhan Hoca"nın "asıl müslümanca duyarlılığı" kendisinin temsil ettiğini söyleyince de şaşırmayacaksınız demektir. (A.G.)
'Musul'u alalım' mevzuunda takdire şayan gazetecilik refleksleri
Yalçın Küçük, Pazar gecesi televizyonda "İnönü, Ecevit'e, fırsatını bulursan Musul'u al dedi" iddiasını öne sürdü. İddia büyüktü ama, doğru muydu acaba? Bunun tek bir yolu vardı: Ecevit'e sormak... TV programının ertesi günü (pazartesi) bunu aklına getiren tek bir gazetecinin olduğunu, haberin Salı günü sadece Akşam gazetesinde olmasından anladık.
Geçtiğimiz Pazar gecesi (2 Ocak), Flash TV'deki Ceviz Kabuğu programının konuğu Yalçın Küçük'tü. Küçük programda, siyaseten beğensin-beğenmesin her gazetecinin yüreğini hoplatacak bir iddia attı ortaya. Buna göre, Atatürk ölmeden önce İsmet İnönü'ye "Musul'u al" diye vasiyet etmiş, o da, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanlığı'nı bırakmadan birkaç ay önce (1970) o sırada CHP Genel sekreteri olan Bülent Ecevit'e "İlerde sen başbakan olacaksın, fırsatını bulursan Musul'u al" demiş...
Bu iddianın tam da Ecevit'in Cumhurbaşkanı Sezer'le yaptığı görüşmeden sonra "Ordu Kuzey Irak'a girmeli" görüşünü dile getirmesinden birkaç gün sonrasına denk gelmesi, onun haber değerini daha da artırmıştı...
ECEVİT'E SORMAK...
Tamam da, iddia doğru muydu acaba? Bunun tek bir yolu vardı: Ecevit'e sormak... TV programının ertesi günü (pazartesi) bunu aklına getiren tek bir gazetecinin olduğunu, haberin Salı günü sadece Akşam gazetesinde olmasından anlıyoruz. (Ecevit'lerin kitabını yazan Fikret Bila bile meseleye ancak Akşam'ın haberinden sonra uyanıp Çarşamba günü için Milliyet'te bir "özel söyleşi" yayımlamıştı.)
Bütün gazetecileri "atlatarak" habere tek başına imza atan Akşam gazetesi muhabirinin adını da verelim: Ercan Yavuz.
Geçerken, gazetenin bu haberi, ilan edilmiş yeni "milliyetçi-muhafazakâr" çizgisine uygun, hayli eforik bir tarzda ve "ah keşke" makamında takdim ettiğini bir kez daha hatırlatalım (bak. 4 Ocak tarihli Kronik Medya'daki "Hem 'milliyetçi' hem 'muhafazakâr', biraz da şehirli olsun!" başlıklı yazı.)
Bu manşetin ertesi günü (4 Ocak Çarşamba), Akşam'ın birinci sayfasında bu kez eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in ve Akşam yazarı emekli orgeneral Kemal Yavuz'un görüşlerine dayanarak kaleme alınan "Arzular dünde, Musul Irak'ta kaldı; bu hayalciliktir" haberi ise bize biraz "şehirli" bir balans ayarı gibi geldi...
TARHAN ERDEM
Tıpkı muhabir Ercan Yavuz gibi köşe yazarı (Radikal) Tarhan Erdem de gene kimselerin aklına gelmeyen bir şey yaptı: Erdem, İnönü'nün Ecevit'e "vasiyet"te bulunduğu günlerdeki politik ortam ve ikilinin aralarındaki ilişki üzerinden böyle bir konuşmanın hiç yapılmamış olabileceği iddiasını öne sürdü. Kuşkusuna katılmayabilirsiniz, ama kabul edin ki "tarihi" bir konuşmanın "tarihsel" koşullarına göz atmayı akıl etmek, gazetecilik açısından yabana atılacak bir şey değildir. Erdem'in satırlarıyla bitirelim:
"Önce zamanı hatırlamaya çalışalım: Ecevit'in, '12 Mart'tan birkaç ay önce' diye tanımladığı dönemi, 1970 yılı eylülünden başlatabiliriz. (...) Bu aylarda da CHP'de, partiyi bölünme aşamasına getiren hizip mücadeleleri sürmektedir, Temmuz 1970'te toplanan 19'uncu kurultayda, Ecevit, parti meclisine kendisine bağlı kişileri seçtirmiş, açıkça söylenmese de Genel Başkan İnönü'yle genel sekreter arasında sorunlar bulunduğu anlaşılmıştı. Onun, yakın bir gelecekte ve ilk fırsatta İnönü'yü düşürmese de, etkisizleştirmek istediği açıktı.
'BU, ENVER'DİR'
"Ecevit hakkında İnönü'nün, 'Enver Paşa' tanısını ne zaman koyduğunu bilmiyorum, ancak o aylarda bir arkadaşına 'Bu Enver'dir' dediğini biliyorum. İnönü-Ecevit ilişkisini anlatanların da, hiçbir zaman 'güven' kelimesini kullanmadıklarını, o günleri yaşayan herkes bilir.
"İnönü gibi bir kişi, 1970-71 ortamında ve de Ecevit'e, bir dış politika konusunu emanet edecek? 'Duy da inanma' denilen durum bu olsa gerek! Bence, İnönü için 'hedeflenen' ve 'doğru olan' ancak, 'yapılabilir şey'di; o, 'yapılamayacak şeyleri' istemezdi.
"İnönü'nün, Musul meselesi hakkında 1920 koşullarında ne düşündüğünü, 1970'lerde olayı nasıl değerlendirdiğini tarihçilere bırakmalıyız. İnönü'nün geçmişteki bir sorunu dert edinmesi, bir sonuca 50 yıl geçtikten sonra hayıflanması tabiatına aykırıdır. Benim bildiğim İnönü'ye göre, siyasal olaylar, geriye bakıp, 'Şöyle olsaydı, böyle olurdu' gibi düşüncelerle değerlendirilemez; o günün koşulları o gün içindir; bugünse yeni bir gündür; koşullarıyla, olanaklarıyla ve engelleriyle.
İnönü'nün, hiç kimseye -Ecevit'e de-, 'Şartlar elverdiğinde Türkiye'nin Musul'u topraklarına katması uygun ve gerekli olacaktır', 'İleride sen başbakan olacaksın; fırsatını bulursan Musul'u al' dediğine inanamıyorum." (A.G.)
(KRONİK MEDYA - YENİ ŞAFAK)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:36