Gündem
  • 30.4.2013 00:39

Bu bir al-ver süreci değildir!..

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, 'Millete Hizmet Yolunda' yaptığı konuşmada, "Şiddeti, silahı, çatışma kültürünü yanımıza yaklaştırmadan, her meselemizi, istişareyle, fikir teatisiyle, siyasetle çözeceğiz. İçinden geçtiğimiz süreç, bir al-ver süreci değildir. İçinden geçtiğimiz süreç, bir galibiyet, mağlubiyet süreci değildir. İçinden geçtiğimiz süreç, taviz verdiğimiz bir süreç asla değildir. Şunu bilmenizi isterim ki, bu süreç, şiddetin bir yöntem olmadığının fark edildiği, şiddetin terk edildiği, fikrin ve siyasetin egemenlik ilan ettiği bir süreçtir. Bu süreçte birlikte Cumhuriyetimiz daha da güçlenecektir" dedi.

Başbakan Erdoğan, 'Millete Hizmet Yolunda' konuşması şöyle; "Millete Hizmet Yolunda programı vesilesiyle sizlerin huzuruna çıkmanın memnuniyeti içinde, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diyorum. Bizleri, ekranlar aracılığıyla evlerinize misafir ettiğiniz; ama en önemlisi, bizleri her daim gönüllerinizin en mutena yerine buyur ettiğiniz için, bir kez daha, hepinize en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Hükümet olarak, nisan ayı içinde milletimize ve Türkiye'mize hizmet yolunda yine çok önemli çalışmalar gerçekleştirdik. Ülkemize ve milletimize parlak bir gelecek inşa etmek, çocuklarımıza müreffeh, saygın bir ülke sunmak için, yurtiçinde ve yurtdışında açılışlar yaptık, çok sayıda temasta bulunduk, ülkemizde ağırladığımız devlet adamlarıyla, ikili ve bölgesel işbirliklerini artırmanın gayreti içinde olduk. Ancak, bu ay, Millete Hizmet Yolunda programında, bu kısıtlı zaman zarfında, Nisan ayı içinde yaptıklarımızdan daha ziyade, sizlerle bir başka konu üzerinde hasbihal etmek arzusundayım. 76 milyonun tamamını ilgilendiren, hatta sadece 76 milyonu değil, çocuklarımızı, torunlarımızı, Cumhuriyetimizin geleceğini çok yakından alakadar eden bir meselede, samimi duygularımı sizlerle paylaşmak arzusundayım.

Nisan ayı, milletimiz için, ülkemiz için, hatta tüm insanlık için çok önemli, çok anlamlı 2 yıldönümü ihtiva ediyor. Bunlardan birincisi, 20 Nisan; yani, Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin doğumunun miladi yıldönümü. İkincisi ise, 23 Nisan. Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümü ve bu yıldönümünde idrak ettiğimiz Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı. Allah'a hamdolsun, bu yıl da, Hazreti Peygamberin doğum yıldönümüne vasıl olduk ve milletçe, büyük bir huşu içinde, edep ve hürmet içinde, Peygamberimizi salat ve selamlarla yad ettik. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, Türkiye'nin 81 vilayetinde, Hazreti Peygamber (S.A.V) çeşitli merasimlerle yad edildi, hem hayatı, hem hadisleri tekrar tekrar hatırlandı ve hatırlatıldı."

MECLİS, KARDEŞLİK ÜZERİNE TESİS EDİLMİŞTİR

Ekrandan hadis paylaşan Başbakan Erdoğan konfuşmasına şöyle devam etti: "Burada, Millete Hizmet Yolunda Programı vesilesiyle, birazdan sizlerle paylaşacağım konuyla da alakalı olarak, Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifini hatırlatmakta fayda görüyorum." Şöyle buyuruyor Efendimiz: 'Mü'minler birbirlerini sevmekte, birlerine acımakta ve birbirlerine korumakta, bir vucuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvları da bu sebeble uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar'. Evet sevgili vatandaşlarım. İşte, 23 Nisan 1920'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, adeta bu hadis-i şerifin bir tecellisi olarak, bir tezahürü olarak, somut bir yansıması olarak, kardeşlik üzerine tesis edilmiştir. 23 Nisan 1920'de, Ankara'da o güzel açılışın cereyan ettiği atmosfer, mutlaka hatırlanması, mutlaka üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir atmosferdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışından hemen 2 gün önce, Gazi Mustafa Kemal, o dönemki bütün komutanlara, bütün valilere, bütün belediye başkanlıklarına bir telgraf gönderiyor. Gazi, telgrafında, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazını müteakip açılacağını ifade ediyor.

Aynı telgrafta Gazi Mustafa Kemal, Meclis'in açılması vesilesiyle, 2 gün boyunca, tüm illerde Kur'an-ı Kerim'in hatmedilmesini, yani baştan sona okunmasını, 23 Nisan Cuma günü hatim dualarının yapılmasını, mevlitler okutulmasını, minarelerden de salavatı şerifeler getirilerek, Meclis'in açılışının kutlanmasını emrediyor. 23 Nisan 1920'de ise, Ankara'da, Hacı Bayram Veli Camii'nde Cuma namazı kılınıyor, Kur'an-ı Kerim okunuyor, sonra Sancak ve Peygamberimizin Sakal-ı Şerifi alınıyor, Ankara'da, Ulus semtinde bulunan ilk Meclis binasına gidiliyor. Ankara'daki mutluluğu, heyecanı, coşkuyu tarif edebilmek gerçekten mümkün değil. Ankara, her anlamda en renkli günlerinden birini yaşıyor… Diyarbakır Mebusları orada… Trabzon mebusları orada… Edirne, İzmir, Afyonkarahisar, Antalya, Sivas, Erzurum mebusları orada… Yerel kıyafetleriyle, yerel lehçeleriyle, farklı dilleriyle, Türkiye'nin her yerinden, her vilayetinden mebuslar, yaşanan heyecana ortak oluyor, renk katıyorlar. Burada şu hususu özellikle vurgulamak isterim; Ankara'dan yayılan heyecan, sadece Misak-ı Milli sınırlarının içinde kalmıyor. Ankara'da Meclis'in açılması, ta Hindistan'daki, Pakistan'daki, Afganistan'daki kardeşlerimizi sevindiriyor. Balkanlar'daki, Ortadoğu'daki, Açe Sumatra'daki, hatta Arjantin'deki kardeşlerimiz, Ankara'da Meclis'in açılmasından büyük bir sevinç duyuyor, dualarını gönderiyor, hatta parmaklarındaki yüzükleri, kollarındaki bilezikleri çıkarıp, Meclis için, Kurtuluş Savaşımız için seferber ediyorlar. Ankara'da gerçek bir kardeşlik iklimi oluşuyor. Ankara'da, gerçek bir dayanışma tablosu çiziliyor. 23 Nisan 1920'de, Ankara'da, bütün farklı renkler, bütün farklı etnik gruplar, bütün farklı diller, mezhepler, ortak bir gaye için toplanıyor; hepsinin yüreği ortak bir hedef için çarpıyor. Hiç kimse, kimseyi dışlamıyor. Kimse kimseyi horlamıyor. Kimse kimseyi aşağılamıyor. Hiçbir mebus diğerine tepeden bakmıyor, böbürlenmiyor, kibirlenmiyor. Hepsi, tüm mebuslar bir arada, biz Türkiyeyiz diyor, o ruhla, o heyecanla, o şuurla Kurtuluş Savaşımızın hazırlıklarına başlıyorlar. İşte o birliktelik, o kenetlenme hali, o kardeşlik ruhu, o dayanışma iklimi, Sakarya'da bize zaferi getiriyor, istiklalimiz böylece kurtarılmış oluyor."

MİLLET ANLAYIŞIMIZ, KARDEŞLİK HUKUKUYLA ŞEKİLLENMİŞTİR

Bizim Meclisimiz, bizim Cumhuriyetimiz, kardeşlik üzerine inşa edildiğini belirten Başbakan Erdoğan, "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışının 93'üncü Yıldönümünde, şu hususları tekrar tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum;Bizim Meclisimiz, bizim Cumhuriyetimiz, kardeşlik üzerine inşa edilmiştir. Bizim millet anlayışımız, kardeşlik hukukuyla şekillenmiştir. 780 bin kilometrekarenin içinde yaşayan herkes, birbirinin öz be öz kardeşidir. Bu kardeşlik kavramından hiç kimse rahatsız olmasın. Kardeşler, zaman zaman birbirine darılır, birbirine gücenir, birbirinden incinir. Ancak, arada ne olursa olsun, kardeşlik, kesilip atılacak, yok sayılacak, reddedilecek bir ilişki değildir. Kimi zaman kardeşlerin arasına nifakta girebilir; kimi zaman kardeşlerin arasına husumette girebilir, kimi zaman, dışardan birileri gelip, aile huzurunu, kardeşlik hukukunu hedef alabilir. Ancak, bizim geleneklerimizde, bizim medeniyetimizde, arada her ne yaşanmış olursa olsun, kardeşler gelir, aynı çatının altında buluşur, kucaklaşır ve helalleşir. Aralarında küslük olan, güceniklik olan, aralarına husumet girmiş olan kardeşler, o güzel bayram sabahlarında, anne babaların, evlatların önünde samimiyetle kucaklaşır, geçmişi unutur, kötü günleri unutur, geleceğe bakarlar" dedi.

HEPİMİZİN ACILARI AYNIYDI

"Bu topraklar üzerinde, hepimiz, çok farklı acılar yaşadık" diyen Başbakan Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: "23 Nisan 1920'den sonra, 29 Ekim 1923'ten sonra, belli dönemlerde, devlet ve hükümetler, kuruluş ruhundan, kardeşlik hukukundan uzaklaşmak suretiyle, dedelerimize, babalarımıza, bizlere çok büyük acılar yaşattılar. Yaşanan acılar farklı olabilir. Yaşatılan zulümlerin derecesi farklı olabilir. Zalimler farklı, mazlumlar farklı olabilir. Ancak, hepimizin acıları aynıydı, hepimizin yaraları aynıydı, bize acı yaşatan, bizim yüreğimizde yaralar açan zihniyet hep aynıydı. Biz, 29 Ekim 1923'te, büyük bir sevinçle, büyük bir coşkuyla, çok büyük umutlarla Cumhuriyetimizi kurarken, sonraları birileri, bizim bu güzel yurdumuzu, güzel ülkemiz Türkiye'yi, çok büyük bir Açıkhava hapishanesine çevirmek istediler. Hangimizin babası, hangimizin dedesi acı yaşamadı ki? Kur'an-ı Kerim'in okunmasını, öğretilmesini, öğrenilmesini yasakladılar bu ülkede. Minarelerden ezanın aslına uygun olarak okunmasını yasakladılar bu ülkede. Sağdan, soldan, her kesimden yazarların, mütefekkirlerin kitaplarını yasakladılar. Yazarları, düşünürleri, gönül insanlarını hapislere mahkûm ettiler. Düşünceyi açıklamayı yasakladılar. İnancını yaşamayı yasakladılar. İnancına göre giyinmeyi, yaşamayı yasakladılar. Çok daha ileri gittiler. Masum insanları, hukukun temel ilkelerine aykırı olarak güya yargıladılar ve idam ettiler. Bir şehri, bir bölgeyi topyekûn ölümle, toplu kıyımla cezalandırdılar. Bu ülkenin, seçimle gelmiş, milletin teveccühüyle gelmiş, 10 yıl boyunca da milletin sevgilisi haline yükselmiş başbakanını, onun 2 bakanını idam ettiler. Gençleri birbirine kırdırmak istediler. Sadece belli sermaye gruplarını, sadece belli okul mezunlarını, sadece belli inanç gruplarını değil; şarkıları, türküleri, şiirleri dahi yasakladılar.

MİLLETİNİ HER DAİM KORKUTAN BİR DEVLET, ONURLU DEVLET OLAMAZ

Milletinden korkan bir devlet, güçlü devlet olamaz. Milletini her daim korkutan bir devlet, onurlu devlet olamaz. Milleti kendisine düşmanmış gibi gören, sanal tehditler üreten, sanal korkular üreten bir devlet, adil olamaz, sosyal olamaz, laik olamaz, hukuk devleti hiç olamaz. Bizi yıllarca, korkularla sindirmek istediler. Lütfen hatırlayın. Anarşiyi bahane edip, anarşiyle korkutup, demokrasiyi askıya aldılar. İrticayla korkutup, inançlarımızı aşağıladılar. Bölünmeyle korkutup, özgürlüklerimizi sınırlandırdılar. Dış tehditlerle korkutup, ekonomiyi küçülttüler. İç tehditlerle korkutup, sosyal hayatı tahrip ettiler. Lütfen hatırlayın sevgili kardeşlerim. Şu son 10 yıl içinde, Türkiye'nin hangi kronik meselesine el attıysak, önümüze korkular çıkardılar. Hangi reformu yapmak istediysek, Türkiye bölünür dediler, parçalanır dediler, yok olup gider dediler. Biz özgürlükleri genişletmek, demokrasinin standartlarını daha ileri seviyelere taşımak istedikçe, birileri önümüze korkularla, bahanelerle geldi. Hiçbir korkuya inanmadık. Hiçbir tehdide boyun eğmedik. Hiçbir saldırıya, hiçbir provokasyona eyvallah demedik. Zira bizi, bu makama sizler getirdiniz. Bize yetkiyi sizler verdiniz. Bize görevi, sorumluluğu sizler yüklediniz. Biz, sizden aldığımız yetkiyle, sizden aldığımız güçle, sizin gösterdiğiniz istikametten hiçbir başka istikamete bakmayız. Biz, sizin çizdiğiniz rotanın dışında asla yürümeyiz ve yürümeyeceğiz. Biz, sizin istemediğiniz bir adımı, size rağmen bir adımı asla ve asla atmayız. 10 yılı aşkın bir süredir, sizden aldığımız yetkiyle, sizin çizdiğiniz rotada, sizin gösterdiğiniz istikamette yürümeye devam ediyoruz. Siz bizimle olduğunuz müddetçe, siz bizim arkamızda olduğunuz müddetçe, hayır dualarınızı bize azık ettiğiniz müddetçe, milletin yolunda, millete hizmet yolunda, sarsılmadan, yıkılmadan, yılmadan ve yorulmadan yürümeye devam edeceğiz."

CUMHURİYET ÇINARININ SAHİPLERİYİZ

Ay yıldızlı bayrağı daha yüksek burçlara dikmenin mücadelesini veririz diyen Başbakan Erdoğan, "Bir kere şunu herkesin bilmesini, herkesin idrak etmesini, herkesin de bu şuurla hareket etmesini özellikle rica ediyorum. Biz, 76 milyon, hepimiz büyük bir milletin fertleriyiz. Biz, şanlı bir tarihin mirasçıları, dünyaya yön vermiş bir medeniyetin evlatlarıyız. Biz bir kabile devleti asla değiliz. Biz, Selçuklu çınarının, Osmanlı Cihan Devleti çınarının devamı olan, o büyük çınarların beslendiği kaynaktan gıdasını alan, Cumhuriyet çınarının sahipleriyiz. Biz, bu hayata, bu topraklara, pamuk ipliğiyle değil; asırlık bir çınar toprağa nasıl sımsıkı tutunursa, bu toprağa öyle sımsıkı tutunmuş bir milletiz. Eğer bizim ecdadımız, yenileceğiz korkusuyla mücadeleden kaçsaydı, bugün gururla sahip çıktığımız zaferlerimiz, gururla tutunduğumuz vatanımız, gurur duyduğumuz ay yıldızlı bayrağımız olmazdı. Ecdadımız hiçbir zaman, hiçbir şeyden korkmadı; biz de korkmadık, korkmuyoruz ve korkmayacağız. Birileri çıkıp, parçalanıyoruz diye bizi korkutamaz. Birileri çıkıp, bölünüyoruz diye bizi korkutamaz. Birileri çıkıp, dağılıyoruz diye bizi ürkütemez. Biz, korkakları kendi haline bırakır, kendi korkaklıkları içinde bırakır, cesaretle, kararlılıkla, Ay Yıldızlı bayrağı daha yüksek burçlara dikmenin mücadelesini veririz" dedi.

ACILAR ÜZERİNE İSTİKBAL İNŞA EDİLEMEZ

"Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki, acılar üzerine istikbal inşa edilemez. Acılar sürekli sıcak tutularak, acılar sürekli hatırlanarak, her daim ağlayarak, feryat ederek gelecek kurulamaz" diyen Başbakan Erdoğan, "Elbette acılarımızı unutmayacağız. Elbette, bu topraklar üzerinde, hep birlikte yaşadığımız acılardan dersler çıkaracağız. Ancak, geleceği acılar üzerine değil, ortak hedefler, ortak gayeler, ortak sevinçler üzerine bina edeceğiz. Şunu çok büyük bir memnuniyetle ifade etmeliyim ki, bize çok büyük acılar yaşatan, bizi karamsarlığa, bizi milletçe umutsuzluğa sevk eden, evlatlarımıza olduğu kadar, aşımıza, ekmeğimize musallat olan terör, artık bitme noktasına gelmiştir. 10 yıl boyunca sürdürdüğümüz kararlı duruş, kararlı politikalar, reformlar, demokratikleşme girişimleri sonuç vermiş, Türkiye'de nihayet huzur, nihayet kardeşlik iklimi esmeye başlamıştır. Dikkatinizi çekiyorum. Bugün sadece terör bitmiyor; bugün sadece annelerin gözyaşları dinmiyor, bugün sadece silahlar susmuyor. Bugün, on yıllardır devam eden, kardeşi kardeşe düşman, kardeşi kardeşe hasım eyleyen, ret, inkar ve asimilasyon politikaları da tarihe karışıyor. Hiç kuşkunuz olmasın. Bugünlerde, Türkiye için yeni bir kapı açılıyor, yeni, tertemiz bir sayfa açılıyor" diye konuştu.

İŞSİZLİĞİN ÜZERİNE DAHA KARARLI ŞEKİLDE GİDECEĞİZ

İşsizliğin üzerine karar şekilde gideceğiz diyen Başbakan Erdoğan, "İnşallah, bu tertemiz sayfa, acılarla, gözyaşlarıyla, feryatlarla, kanın kırmızısıyla değil, sevinçle, huzurla, umutla dolacak. Bu tertemiz sayfa, kardeşlikle, kardeşlik hukukuyla Allah'ın izniyle her daim bembeyaz kalacak. Biz, acılarla dolu bir Türkiye devraldık. Biz, kanın ve gözyaşının aktığı, feryat ve figanın göklere ulaştığı bir Türkiye devraldık. Ama biz, Allah'ın izniyle, çocuklarımıza çok farklı bir Türkiye miras bırakacağız. Hem biz, hem çocuklarımız, hem torunlarımız, artık yapay sorunlarla, sanal korkularla, olmayan tehditlerle değil, umutla, sevdayla, kardeşlikle büyüyecekler. Türkiye artık enerjisini, kaynaklarını, hazinelerini gereksiz tartışmalara, kanlı çatışmalara, yapay tehdit ve korkulara değil; eğitime, bilime, kalkınmaya sarf edecek. Allah'ın izniyle, artık yoksullukla daha kolay mücadele edeceğiz. İşsizliğin üzerine daha kararlı şekilde gideceğiz" dedi.

BU SÜREÇLE BİRLİKTE REFAH, İSTİKRAR, GÜVENLİK, HUZUR DAHA DA ARTACAKTIR

Bölgeler arası kalkınmışlık farklarının en aza indireceğini, özel sektör yatırımlarıyla, üretimle, ticaretle, ihracatla, istihdamla, Türkiye'nin Doğusu ile Batısını bir ve beraber yapılacağını söyleyen Başbakan Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: "Aynı vatan toprağı üzerinde, aynı ay yıldızlı bayrağın altında, geleceğe hep birlikte güvenle bakacağız. Şiddeti, silahı, çatışma kültürünü yanımıza yaklaştırmadan, her meselemizi, istişareyle, fikir teatisiyle, siyasetle çözeceğiz. İçinden geçtiğimiz süreç, bir al-ver süreci değildir. İçinden geçtiğimiz süreç, bir galibiyet, mağlubiyet süreci değildir. İçinden geçtiğimiz süreç, taviz verdiğimiz bir süreç asla değildir. Şunu bilmenizi isterim ki, bu süreç, şiddetin bir yöntem olmadığının fark edildiği, şiddetin terk edildiği, fikrin ve siyasetin egemenlik ilan ettiği bir süreçtir. Bu süreçte birlikte cumhuriyetimiz daha da güçlenecektir. Bu süreçte birlikte, cumhuriyet çınarımızın kökleri çok daha derinlere, dalları ve yaprakları ise çok daha yükseklere erişecektir. Bu süreçle birlikte refah, istikrar, güvenlik, huzur daha da artacaktır. Bu sürecin sonunda, sadece silah, sadece çatışma kültürü, sadece çatışmacı politikalar ve politikacılar kaybedecektir. Ama bu sürecin sonunda, Türkiye kazanacak, demokrasi kazanacak, evlatlarımız, torunlarımız, annelerimiz, babalarımız kazançlı çıkacaktır. Temkini elden bırakmadan, sabotajlara, tahriklere fırsat tanımadan, korkaklara kulak asmadan yolumuzda yürümeye devam edeceğiz."

IMF BORCU, NİHAYET 2 HAFTA SONRA ARTIK TARİHE KARIŞIYOR

Döviz rezervinin 132milyar dolara ulaştığını söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sözlerini şöyle tamamladı: "Son açıklanan rakamlara göre, Milli Bankamız Merkez Bankamızın döviz rezervi yeni bir rekor kırarak, tarihinde ilk kez, 132 milyar dolara ulaştı. 10 yıl önce 27,5 milyar dolardan devraldığımız rezerv, şu anda 132 milyar dolarda. Sadece 2 hafta sonra, 14 Mayıs'ta, Uluslar arası Para Fonu'na son dilim borcumuz olan 400 milyon doları ödüyor ve bu defteri artık kapatıyoruz. Hatırlayın 10 yıl önce 23,5 milyar dolar olarak devraldığımız IMF borcu, nihayet 2 hafta sonra artık tarihe karışıyor. Bundan böyle IMF' e borcu olan bir Türkiye yok belki de IMF'e borç veren bir Türkiye olacak. Biz, bütün bu başarıları, bütün bu sevinçleri, tüm bu rekorları, silahların konuştuğu bir ortama rağmen elde ettik. Şimdi, silahların sustuğu, gençlerin umutla hayata sarıldığı bir ortamda, Türkiye'nin nerelere ulaşacağını, hangi seviyeleri yakalayacağını, sizin muhayyilenize bırakıyorum.

Bu yola, niyet hayır diyerek çıkmıştık. İnşallah, bu akıbeti de yakalayacağız. Allah'tan, bizi mutlu sona bir an önce eriştirmesini niyaz ediyorum. Hazreti Peygamberin (SAV) hadisi şerifindeki gibi, bir bedenin uzuvları misali, bir, beraber, kardeşçe yaşamayı rabbim bizim için daim kılsın. 23 Nisan 1920 ruhuyla, Ankara'daki o heyecan ve coşkuyla, daha nice zaferlere, nice başarılara ulaşmayı Allah bizlere nasip etsin diyorum. Bu düşüncelerle sözlerime son veriyor, ailenizle, sevdiklerinizle, sıhhat ve afiyet içinde yaşamanızı temenni ediyor, yeniden kavuşmak, yeniden buluşmak üzere, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Sağ olun, var olun, Allah'a emanet olun."

 

Güncellenme Tarihi : 19.3.2016 15:47

İLGİLİ HABERLER