Medya
  • 11.11.2006 10:38

ERTUĞRUL ÖZKÖK'TEN YENİ ŞAFAK'A SERT CEVAP!..

ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN HÜRRİYET'TEKİ YAZISI:   

Ölüm valsi, cemaat horonu



Bugün size, Türkiye’de yaygın bir zihniyetin çarpıcı bir örneğini vereceğim.

Yeni Şafak Gazetesi dünkü sayısında özel bir sayfa hazırlamış.

Başlığı şöyle:

"Rahmetliyi iyi bilirdik ama..."

Bülent Ecevit öldükten sonra onun arkasından üzüntü bildiren yazıları yazan kişilerin, geçmişte onun için neler yazdıklarını bulmuşlar.

Kendi kafalarınca, söz konusu yazarların "büyük çelişkilerini" veya "ikiyüzlülüklerini" sergilemiş oluyorlar.

* * *

Aldıkları yazarların yüzde 90’ı Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinden.

Bunlardan biri de benim.

Bakın geçmişte nasıl bir "ikiyüzlülük" yapmışım.

28 Haziran 2002 tarihinde yazdığım yazıda, o günlerde ciddi hastalık belirtileri gösteren Ecevit’in çekilmesini istemişim.

Yeltsin’in görevden nasıl ayrıldığını anlatıp, onun da kendinden sonrası için böyle sakin bir geçiş sürecini planlayabileceğini söylemişim.

Aynı ben, Ecevit öldükten sonra arkasından övücü yazılar yazmışım.

Yakaladıkları büyük ikiyüzlülüğü görüyor musunuz?

O gün Ecevit’i eleştiren ben, bugün nasıl olur da arkasından onu öven bir yazıyı kaleme alabilirmişim?

* * *

Her insanın, kendi hayatı boyunca şahsen de tanıyıp kendince sicil verdiği kişilikler vardır.

Benim için, gerçek anlamda devrimci siyasetçi Turgut Özal’dı.

1987 seçiminde oyumu ona verdim.

Ama bu inancım, Özal’ın birçok siyasetini eleştirmeme mani olmadı.

Çankaya’ya çıkışı, siyasi hakları referanduma götürmesi, eşinin siyasete girmesi ve daha birçok konuda ağır eleştiri yazıları yazdım.

Bütün gençliğim Süleyman Demirel’in siyasetlerine karşı mücadele etmekle geçti.

Demirel’e hiçbir zaman oy vermedim.

Ama tanıdığım en başarılı sivil cumhurbaşkanı o oldu.

Tanıdıkça hayranlığım da arttı.

Bülent Ecevit’in Türk siyasetine getirdiği birçok şeyden etkilendim.

1977 seçimlerinde oyumu ona verdim. 12 Eylül’den sonra onun çıkardığı dergide fiilen çalıştım.

Ama birçok düşünce ve eylemine karşı çıktım.

Bu üç insan benim için her zaman "büyük siyasetçiler" sınıfına girdi.

Bu düşüncem paylaşılır veya paylaşılmaz.

Ama bu, herhangi demokratik ülkede herhangi bir vatandaşın 30-35 yıllık siyasal güzergáhında normal karşılanacak dalgalanmalardır.

Zaten demokrasi dediğimiz "seçimli" sistem de, insanın bu "vazgeçebilme" duygusu üzerinde yükselir.

* * *

Dün, gazetede hazırlanmış o sayfayı okurken düşündüm.

Hürriyet bir cemaat gazetesi olmadığı için yazarları, en sevdiği siyasetçiler için bile gerektiğinde en ağır eleştirileri yazarlar.

Görüyorum ki, başka taraflarda durum çok farklıymış.

Ben bu arkadaşlara "cemaat medyası" deyince bazıları alınıyor.

Aralarında çok iyi ilişkide bulunduğum, zaman zaman yazılarını takdir ettiğim arkadaşlar da var.

Bazen de yazdıklarına hiç katılmıyorum.

* * *

Oysa benim "biat kültürü" veya "cemaat kültürü" dediğim şey işte tam o sayfaya yansıyan zihniyettir.

O sayfayı hazırlayanlara göre, bir insan bütün hayatı boyunca ya "çok iyidir" veya "çok kötüdür".

İçeriye dönük eleştiri yoktur.

Kol kırılır, "cemaatin içinde" kalır.

İnsanlar hem övülecek hem eleştirilecek şeyler yapamazlar.

İnsan denen varlığın nihai bilançosunun, yaptığı iyi şeylerle, eleştirilecek şeylerden oluştuğuna inanmazlar.

O yüzden, "cemaatten biri" on binlerce insanın cebini boşalttığında bile elleri iki satır karalamaya gidemez.

İşte benim "cemaat kültürü" dediğim şey tam da budur.

Ve oradan firar etmedikçe, iflah olmaz...
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 00:46

İLGİLİ HABERLER