Medya
  • 12.2.2004 12:16

KIBRIS KONUSUNDA İKAZDA BULUNAN ORGENERALLİKTEN EMEKLİ YAZAR KİM?

İşte Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru'nun yazısı: Son cümle Kıbrıs'la ilgili gelişmeleri değerlendiren, New York'ta yaşanacak zorlukları ele alan, yapılan hataları birbiri ardına sıralayan bir köşe yazısının en sonunda şöyle bir cümle okursanız ne düşünürsünüz: "İKAZ: Asker Kıbrıs konusunda hareketli." Yazının bütünüyle fazla ilgisi bulunmuyor bu 'ikaz' notunun; yazar zaten yazı boyunca gerekli uyarıyı yaptığı için herhangi bir pekiştirme etkisi de bulunmuyor eklediği o cümlenin. Askerin Kıbrıs konusunda 'hareketli' olduğunun tek başına bir haber değeri yok; Kıbrıs konusunun gündemden inmediği aylar boyunca, Genelkurmay'ın görüşlerini açıkladığı biliniyor çünkü. Aslında, yazarın kastının kurumsal bir 'hareketlenme' haberini okurlarına iletmek olmadığı, seçtiği 'hareketlenme' sözcüğünden de belli oluyor. Gazetelerimizde yüzlercesi bulunan köşe yazarlarından herhangi birine ait olsaydı bu 'son cümle', aldırmaz geçebilirdiniz; ancak yazının üstündeki imza geçmişte ordu komutanlığı da yapmış bir emekli askere ait. Orgenerallikten emekli yazar, gazetedeki köşesinde, Kıbrıs'la ilgili gelişmeleri değerlendirirken verdiği tepkinin yetersiz kaldığını, ya da düz bir yazıyla ortaya koyduğu görüşlerin yeterince etkili olamayacağını anladığı için olmalı, o son cümleyi ekleme ihtiyacı duymuş: "İKAZ: Asker Kıbrıs konusunda hareketli." Evet, ikazını okuduk ve yazarın beklediği gibi etkilendik de. Peki, şimdi ne yapacağız? Kıbrıs konusu gündeme girdiğinden beri o son cümlede verilmek istenen mesaj değişik kanallardan kamuoyuna yansıyıp duruyor. Kıbrıs'ta çözümü herkesten fazla istediği yazılarına yansıyan bir meslektaşın yönettiği, çözüme kendisini müthiş bağlamış gazetede köşesi bulunan iki yazar da, aylardır, bir punduna getirip benzer uyarıları tekrarlıyorlar. Onların yazdıkları ile emekli orgeneral-yazarın ikazını yerleştirdiği son yazısını okuyanlar, o yazılarda ileri sürülen görüşleri ikna edici bulmadılarsa ne olacak? Öyle ya, Kıbrıs konusunun bilinmeyen hiçbir tarafı kalmadı; Kofi Annan'ın imzasını taşıyan plana da kasım ayından beri isteyen ulaşabiliyor. Planın özeti sayılabilecek önemli yönlerini ön plana çıkartan bir kitap da yayımlandı; gazetelerde belli başlı noktalara dikkat çekilen yayınlar yapıldı, televizyonlarda da Kıbrıs konulu tartışmalardan geçilmiyor... Ancak, işte görüyorsunuz, plana karşı çıkanlar var, ama Annan'ın aradığı çözüme destek verenler daha çok. Kıbrıs'taki 14 Aralık seçimi neredeyse 'Annan referandumu' gibi geçti; seçmenin yarıdan fazlasının muhalefet partilerini tercih etmesi adada ikna olmamışların sayısının çoğunluğu teşkil ettiğini gösteriyor. Bu durumda ne olacak? Sözün yetmediği, ikna edici bulunmadığı bir tartışma ortamına başka unsurlar mı sokmak gerekiyor? Diyelim, okur tarafından mâkul bulunmayan bir tavrı savunan yazı yetersiz kalınca orgeneral-yazarın 'son cümle' ile yapmaya çalıştığı gibi, tehditlere mi başvurulacak? Peki, bu durumda, bizim gibi arkasında okurundan başka bir 'güç' bulunmayan yazarlar haksız rekabete uğramış olmuyorlar mı? "Emir demiri keser" anlayışının siyasî bir tartışmada yeri olmaması gerekir. Kıbrıs'ta ve Avrupa Birliği'nde sona doğru yol alınmaya başladığı andan itibaren, Türkiye'de yerleşik iktidar ilişkilerinin tartışma ortamını olumsuz etkilediğini yazmaya başladım. 'Yaman çelişki' yazılarının amacı budur. Türkiye'de demokrasinin 'vesayetçi' görüntüden kurtulamaması, ülkenin geleceğini derinden etkileyecek temel konuların farklı bir havada ele alınması sonucunu da doğuruyor. Yazıların sonuna eklenen 'ikaz' notları veya satır aralarından sopa göstermeler o havayı daha da bozuyor. Sırf vesayetten kurtulma fırsatı sağladığı için, farklı bir ortamda kolay kolay üstlenmeyecekleri risklerin altına girebiliyor siyasiler; hâriçten okunan gazeller de tartışmada dengeyi bozuyor... Dahası, toplum da, bu kez kendini doğrudan yönetmeye kararlı görünüyor. Asker-yazar konumunda olanlara, 'yaman çelişki' yazılarıyla siyasiler ve sivil yorumcular için yaptığım özeleştiri taşıyan tahlillerin benzerini 'vesayet' konusunda denemelerini tavsiye ederim. Hiç kuşku duymasınlar; o konuda yazacakları, bizleri ikna için yazdıklarının yetersiz kaldığını görünce sona ekledikleri cümleden daha etkili olacaktır. Bir 'İKAZ' da bizden: Toplum bir kere vesayetten kurtulmayı kafaya koysun, ikazların fazla yararı olmaz. Koru'nun yazısında bahsettiği emekli orgeneral yazar Akşam Gazetesi yazarlarından Kemal Yavuz ve işte yazısı: Kıbrıs nereye gidiyor? (3) Biz bu yazıyı yazarken ve hatta bu yazı basılırken New York'taki ilk toplantının nasıl geçtiği bilinmiyordu. Oysa siz şimdi okurken bu konuda, hiç değilse, ilk tepkiler hakkında bilgi sahibisiniz. O yüzden, bu yazıda öngörü ifade etmek zor. Zorluk, esas itibariyle konunun 'karmaşasından' kaynaklanıyor. Çünkü, toplantıya katılanların her birinin kafasında başka düşünce, başka amaç var. Toplantıyı düzenleyen BM Genel Sekreteri Annan, kendi kariyeri için de bir 'problem' olan bu konuda, pek de inanmadan, yeni bir girişim yapıyor. Ve bu girişimi, kendince başarıyı götürmek için, 'otorite' kullanıyor. Bu otorite kullanımına, TC. Başbakanı'nın, hem kendisine ve hem de ABD Başkanı'na verdiği 'açık çek', büyük çapta yardımcı oldu. Annan, bu imkanı kullanarak, görüşmeye geleceklere gönderdiği mektupla, üç şart ileri sürdü: * Hazırladığı 'Çözüm Takvimi'nin benimsenmesi. Bu takvim 10 Şubat'ta başlayacak görüşmelerin 25 Mart'a kadar sürdürülmesini ve oluşturulacak anlaşmanın 21Nisan'da referanduma sunulmasını öngörüyor. * Yapılan müzakereler sonucunda, iki tarafın anlaşamaması yüzünden boşlukta kalan konular hakkında,Genel Sekreter'in karar vermesinin peşinen kabulü. * Anlaşma metnini, son haliyle, referanduma sunma konusunda tarafların, baştan yükümlülük altına girmesi. Görüşmeyi düzenleyen ve seçtiği kişi vasıtasıyla yönetecek olan Annan'ın 'görüşmeye başlama şartları' bunlar olmasına karşılık, görüşmeye gelen bütün tarafların, bu şartlara daha başlangıçta uymaya niyetleri olmadığı anlaşılıyor. İşte 'karmaşa' dediğimiz bu. Türkiye, Sn. Erdoğan'ın son derece sorumsuzca verdiği 'açık çek'ten, 'Ankara'nın Gerçekleri' karşısında, geri adım atmak zorunda kaldı. New York'a giderken üç 'olmazsa-olmaz'ı götürüyor. Bunlar: * Ada'daki 'iki kesimliliğin' güçlendirilmesi ve yazılı güvence altına alınması. * Türkiye'nin Ada üzerindeki 'garantörlüğü'nün sürdürülmesi. * Garantörlüğün bir unsuru olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Ada'daki mevcudiyetinin devamlılığının sağlanması. Sn. Denktaş'a gelince, onun ne güçlüklerle ikna edildiğini gördük. New York'a gitti. Fakat, beraberinde 25 sayfa 'karşı görüş ve teklif' götürdüğü söyleniyor. Gidişi, 'gidelim, imzalayalım' değil 'gidelim, görüşelim' istikametinde. Bakın, New York'a vardığında ne demiş: 'Bir günlük ziyaret için geldim.' Yunanistan ve Rum yönetimi de, bu davetten, en az bizimkiler kadar rahatsız. -Bir önceki yazıda belirttiğim gibi- onların rahatsızlığı, görüşmelerin Rum Yönetimi'nin AB üyesi olmasından önce başlatılmış olması. Ne yapıp-edip, görüşmelerin 1 Mayıs'tan sonraya sarkmasını sağlamaya çalışacaklar. Sonuç olarak, görüşmelerde çözüm yaratılması kolay değil, hatta çok zor. 'Haydi hayırlısı.' Tabi sadece dua ile sonuç alınabilirse. İKAZ: Asker, Kıbrıs konusunda hareketli! Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:37

İLGİLİ HABERLER