Medya
  • 15.12.2018 21:34

HAK TEALA’NIN HABİBİ İLE HALİLİ’NİN KARŞILAŞMASI

HAK TEALA’NIN HABİBİ İLE HALİLİ’NİN KARŞILAŞMASI
(Sıbyan çocukların sırrı)


Mübarek Peygamber Efendimizin, “Sallalâhü Teâlâ aleyhi vesselem) Mirac ile ilgili sahabeye anlattıklarını nakletmeye devam edelim.
Resulûllah ( Sallallâhü Teâlâ aleyhi vesselem) efendimiz, semalara ulaşmasını anlatırken hepimizin bilmesi ve aynı zamanda ders çıkarması gereken çok ayrıntı anlattı.
Allahü teala; Habibi’nin gördüklerini ve işittiklerini ayrıntılı olarak ümmetine anlatmasını istedi ki, anlayıp ders çıkaralar.
Mirac, sadece alemlerin sevgilisi ve alemlere rahmet olarak gönderilen Mübarek Peygamber Efendimize ve onun ümmeti olan Ümmet-i Muhammed’e özeldir.
O’nun ümmetinden önce hiç bir ümmete ve Resûlüne o alemleri görmek ve anlatmak ve dinlemek nasib olmamıştır.
Bu bakımdan orada olanları öğrenmek ve ders almak hepimizin üzerine vazifedir.
Yedinci semadan başlamamın sebebi şudur; burada pek çok kişiyi ağlatacak ve kalplerini yumuşatacak bir karşılaşma yaşandı.
Özellikle sabi iken evlatlarını kaybedenler çok duygulanacaklar.
İşte Müberek Peygamber Efendimiz’in anlatımıyla Sema’nın yedinci katı..


YEDİNCİ SEMÂ
Bundan sonra, YEDİNCİ SEMÂYA çıktık. Hak Taâlâ bu semayı nurdan yaratmıştı. Bunun adına, “Gariba” derler. Bu semâya bakan hazinin ismine de, ”Efrail”  derler.
Cebrail,” daha önceki semâ kapılarında olduğu gibi, kapının açılmasını istedi; içeriden sual geldi. 
Cebrail o suallerin cevabını verdi. Sonra, kapı açıldı; içeri girdik; Efrail’i gördüm.
Bunun yedi yüz bin hademesi vardı. Her hademenin de yedi yüz bin avanesi vardı.
Bunların okuduğu tesbih şuydu:
Öyle Yüce sübhan Zattır ki, semâyı tavan yapıp yükseltti. 
Öyle Yüce bir zattır ki, yeri yaydı ve döşedi. 
Sübhandır o Yüce Zat ki, yıldızları doğdurdu; onları (veya yere) süs eyledi. 
Öyle sübhan bir Zattır ki, dağları yerleştirdi, onlara kurulu bir düzen verdi.
(Sübhan’ellezi sataha’s-semavati ve rafaaha, sübnan’ellezi basat’el-arza ve feraşaha, sübhan’ellezi et-laal-kevakibe ve ezhereha, sübhanellezi ersa’l-cibale ve heyyeeha)

Efraile selâm verdim. Sevinerek selâmımı aldı. Bana nice ikramların ve hasenatın kabulü müjdesini verdi. Her semanın (Sadece bu semânın da olabilir) kapısı üzerinde şu cümle yazılı idi:
— Allah’tan başka ilâh yoktur: Muhammed Allah’ın Resulüdür. Ve.. Ebu Bekir Sıddîk.. (LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH VE EBU BEKİR’İN’İS – SIDDİK.)

Burada bir melek gördüm; başı arşla beraberdi. Ayakları da yerin zemininde idi. O kadar büyüktü ki: Yüce Hak ona izin verse, yedi kat gökleri bir lokma edip yutardı.
Bu meleğin tesbihi şuydu:
— Varlığını celâli ile perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Rahimlerdekilere dilediği sureti veren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
(Sübhan’el-muhtecibi bi celâlihi, süphan’el-musavviri fil’erhami ma yeşaü)

Bundan sonra bir melek gördüm; bu meleğin yedi yüz bin başı vardı. Her başında da yedi yüz bin yüzü vardı. Her yüzünde de yedi yüz bin ağzı vardı. Her ağzında da yedi yüz bin dili vardı. Her dili ile, yedi yüz bin lügat konuşuyordu. Konuştuğu dilerin hiç biri diğerine benzemiyordu.Bu meleğin ayrıca yedi yüz bin kanadı vardı.

Bu melek, her gün cennette olan nur deryasına yedi yüz kere dalıyordu. Her dalıp çıktıkça, silkiniyor; sıçrayan her damlasından Yüce Hak kudreti ile bir melek yaratıyordu. Ondan yaratılan her melek, Yüce Hakkı şöyle tesbih ediyordu:
— Sübhansın şanın ne kadar yüce.. Sübhansın makamın ne kadar üstün.. Sübhansın efendim, halkına merhametin ne kadar çok.. (Sübhaneke ma a’zame şanüke, sübhaneke ma a’zame mekânüke, sübhaneke seyyidi ma erhameke bi halkıke)

Bunu geçtikten sonra, bir melek gördüm; bir kürsü üzerine oturmuştu. Başı arş altında, ayaklan da yerin dibinde idi. O kadar büyüktü ki: Dünya ve içindekiler ona ancak bir lokma olurdu. Kanadının bir ucu mağripte, bir uca da meşrıkta idi.
Yedi yüz bin melek, onun hizmetine durmuşlardı. Bu meleklerden her birinin eli altında yedi yüz bin melek vardı. .
— Bu kimdir?. diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
— Bu, İsrafil’dir.

Gidip selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çok müjdeler verdi. Bunun tesbihi şöyleydi:
— Duyan ve bilen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisini halka perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Rabbımız, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
(Sübhan’es-semiil-alim, sübhan’el-muhtecibi an halkıhi, sübhane Rabbina ve Taâlâ”

Bundan sonra, bir kimseyi gördüm ki: Nura gark olmuş. Gayet heybetli ve vakarlı bir şekilde bir kürsü üzerinde oturmuştu. Önünde çokça çocuklar vardı. Sordum:
— Ey Cebrail, bu kimdir?. Ki, büyük bir nuru, çok vakarı ve heybeti var. Önünde duran sıbyan çocuklar (sabiler) kimlerdir?.
Cebrail şöyle anlattı:
— O, sizin büyük ceddiniz İbrahim’dir. Seni ve sana iman eden ümmetini sever. 
Alemlerin Rabbı Yüce Allah’a niyaz edip, senin ümmetine iyilikte bulunmak diledi. 
Yüce Hak, onun bu dileğini kabul buyurdu; o sıbyan çocukları verdi. 
Onlar, senin ümmetin buluğa ermeden ölen kız ve erkek çocuklardır. Onların terbiyesini, Hak Taâlâ İbrahim’e bıraktı. 
Onları kıyamete kadar terbiye edip, ilim ve edep öğretecektir. 
Onları kemaliyle yetiştirdikten sonra, mahşer günü önüne katıp Arasat meydanına getirecektir. 
Oradan, Yüce Allah’ın manevî huzurunda durup şu niyazda bulunacaktır:

— Ya Rabbi, bunlar Habibinin ümmetinin buluğa ermeden ölen sabileridir; emr-ü fermanın ile ilim ve kemalle onları yetiştirdim; yüce dergâhına getirdim. Kerem, lütuf ve ihsan senindir.
Onun bu niyazı üzerine, Yüce Hak, azamet ve celâli ile şöyle buyuracaktır:
— Ey çocuklar, gidin cennete girin.
Bu hitab-ı ilâhî üzerine onlar şöyle diyeceklerdir:
— Rabbımız, fazlınla, ihsanınla analarımızı ve babalarımızı bize bağışla.
Yüce Hak, tekrar şöyle buyurur:
— Size sorgu sual yoktur; varın cennete girin; ama babalarınız ve analarınız için sorgu sual vardır; hesab vardır.
Bunun üzerine, o çocuklar şöyle niyaz ederler:
— Rabbımız, biz onları ayrılığımızla dünyada mahzun ettik. Bugün, her yana yaygın rahmetinle onları mesrur (sevinçli) edelim.
Onların bu yakarmalarına acıyan Kerim ve Rahim olan Yüce Allah tazarru ve niyazlarım kabul buyurur:
— Gidin, Kevser havzından şarap alın; babalarınıza ve analarınıza içirin. Hep birlikte cennetime girin.

Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi:
— Siz öne geçin; ibrahim’e selâm verin.
Ben de, gittim; selâm verdim. Bana tazim edip selâmımı aldı. Sonra şöyle dedi:
— Hoşgeldin, ey salih oğul, ey salih peygamber. 
Sonra şöyle devam etti:
—Ey oğul, sen bu gece âlemlerin Rabbının cemalini müşahede ile müşerref olacaksın; türlü türlü lütufların mazharı olacaksın. Ümmetin ise, cümle ümmetlerin âhiri ve çok zayıfıdır. Onlara şefkat edip Rabbından dile..
Devam etti:
— Ey Allah'ın Habibi, ümmetine benden selâm eyle. Onlara haber ver. Dünya fanidir; zevali çabuk olacaktır; Allah katında ise, hor ve hakirdir. 
Yüce Hak, dünyaya sineğin kanadı kadar itibar etmemiştir. Onun süslerine aldanıp saraylarına ve güzel elbiselerine, türlü türlü yemeklerin lezzetine, hizmetçilerine ve haşmetine gönül vererek aldanıp ömürlerini boşa gidermesinler. 
Âhiret bakidir. Gece gündüz pak şeriatınla ve hidayete ileten sünnetinle amel edip Allah-ü Taâlâ’nın rızasını tahsile çalışsınlar. 
Cennetin yeri boldur. Oraya çokça ağaçlar diksinler.

Sordum:
— Cennete nasıl ağaç dikilir?.
Şöyle anlattı:
— Şu tesbih duâsıdır: Allah sübhandır, hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka ilâh yoktur. En büyük Allah’tır. Güç, kuvvet yüce ve azim olan Allah’ındır. 
(Süphanallahi vel-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billah’il-aliy’il-azim)
Bu tesbihi okusunlar. Bunu her okudukça, cennette bir ağaç dikilir.
Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Yedinci semâ meleklerine imam olup iki rekât namaz kıldım.

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

 

Güncellenme Tarihi : 16.12.2018 00:54

İLGİLİ HABERLER