Yaşam
  • 27.7.2009 12:54

"ADIM GİBİ BİLİYORUM, CEM DE CİNSEL İSTİSMARA UĞRADI..."

30 yıllık aile terapisti ve travma uzmanı Psikolog Emre Konuk, “ABD’de yapılmış bir araştırmaya göre, şiddet kullandığı ya da cinsel bir suç işlediği için hapse girenlerin yüzde 99’unun değil, yüzde 100’ünün geçmişinde cinsel taciz veya şiddet var” diyor ve kesin konuşuyor: “Adım gibi biliyorum Cem’in geçmişinde böyle bir travma var. Erken dönemlerinde travma yaşamayanlar kafa kesmiyor, cani olmuyor!”

Ogün gazeteleri okuyan herkes bir şok yaşadı. Neden gencecik bir çocuk yine gencecik bir kızın kafasını keser? Üstelik aylardır birlikte olduğu sevgilisinin... Peki hiç pişmanlık duymaz mı? Cem Garipoğlu, şu anda hangi ruh halinde bilmiyoruz, ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak onun için... Münevver ise, artık geri gelmeyecek ve ailesinin kalbinde derin bir yara, Cem yakalansa ve cezasını çekse de kabuk bağlamayacak!

Cinayetin üzerinden beş ay geçti, ama kimse unutmadı. Başbakan da dahil... Geçen hafta yaptığı konuşma çok tartışıldı, üzerine çok köşe yazısı yazıldı ve çok eleştirildi. “Eğer son zamanlarda bazı arzu edilmeyen cinayetler, katliamlar duyuyorsak anne-baba olarak kendimizi hesaba çekmeliyiz. Acaba biz nerede hata yaptık? Bu şekilde, sınırsız, kontrolsüz ahlaki erozyonun olduğu yapılanma bizi gerçekten dertlendiriyor. Onun için aileye sahip çıkacağız. Ailemiz, çoluğumuz, çocuğumuz nereye giderse gitsin diyemeyiz. Kendi başına bırakılan ya davulcuya, ya zurnacıya!” diyordu. Çoğunluk son cümleye takılıp, asıl mesajı pas geçti. Aileye sahip çıkmak! Peki ama nasıl? Çocuklarımızı kötülüklerden nasıl koruyacağız? Kötülükten uzak durmayı nasıl öğreteceğiz? Soruyu konunun uzmanına, aile terapisti ve travmalar konusunda uzman psikolog Emre Konuk’a sorduk. İki yıl önceki bir araştırmadan yola çıkarak, “Aşırı kontrol de, aşırı kontrolsüzlük de tehlikeli... Çocuklar bu durumda risk altında” diye girdi söze. Ne gibi risklerden söz ediyoruz? Kötü gruplara haşır neşir olmak, uyuşturucu kullanmak sözgelimi... Yine söyleşiden anladım ki, aslında riskli karakterleri fark etmek ve çocuklarınızı onlardan korumak hiç de zor değil. Yeter ki bakmayı bilin.

Münevver bu sonu görebilir miydi?

Konuk, çok basit ipuçları verdi: “Münevver, birkaç davranışına dikkat ederek Cem’i tanıyabilirdi. Birisi seni durmadan aşağılıyorsa, küçük düşürüyorsa, 35 kere düşünmen lazım. Yani benim sevgilim dediğin erkek seni ikide bir kötülüyorsa, böyle bir insanla ilişkini kesmen lazım. Düzelir diye düşünmemen lazım. Başka şeyler düzeliyor, bu düzelmiyor... Çok sinirli. Öfke nöbetleri yaşıyor. İkide bir kavga ediyor, alkolü fazla kaçırıyor, uyuşturucu kullanıyor. Bir şeye takmış onunla uğraşıyor. Demek ki senin hayatına bir zenginlik katamayacak. Çocuklara, gençlere bunları öğretmek gerekiyor. Aslında çocukların, gençlerin kendilerini nasıl koruyacakları okullara ders olarak girmeli.”

Bir tesptini daha aktaralım Konuk’un. ABD’de yapılmış bir araştırmaya göre, şiddet kullanan ya da cinsel bir suç işleyenlerin geçmişinin yüzde 99’unda değil, yüzde 100’ünde cinsel taciz ve şiddet var. Konuk kesin konuşuyor; “Adım gibi biliyorum, Cem’in geçmişinde böyle bir travma var. Erken dönemlerinde travma yaşamayanlar, kafa kesmiyor, cani olmuyor!”

Başbakan haklı, aileyi güçlendirmek lazım!

Batı toplumlarına baktığınız zaman, nerelerde, hangi kesimlerde aile müessesesi zayıflamışsa, parçalanmışsa, orada şiddetin ve olumsuz sosyolojik süreçlerin geliştiğini görüyoruz. Aile müessesesinin zayıflamasıyla sözünü ettiğimiz süreçler ve problemler arasında bir ilişki var. Ailenin güçlenmesi gerekiyor

Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta, “Ailemiz, çoluğumuz, çocuğumuz nereye giderse gitsin diyemeyiz. Kendi başına bırakılan ya davulcuya, ya zurnacıya...” sözleri büyük tepki çekti. Başbakan’ın Münevver Karabulut’un ailesini düşünüp biraz daha dikkatli konuşması gerekmez miydi?

(Önce Başbakan’ın söylediklerini bir kez daha okuyor verdiğim metinden) Başbakan orada Münevver’in ailesinden söz etmiyor. Bozuk gördüğü bir grup insandan söz ediyor. Başbakan’ın söylediği şey, ailenize sahip çıkın. Şu bir gerçek, Batı toplumlarına baktığınız zaman, nerelerde, hangi kesimlerde aile müessesesi zayıflamışsa, parçalanmışsa, orada şiddetin ve olumsuz sosyolojik süreçlerin geliştiğini görüyoruz. Aile müessesesinin zayıflamasıyla sözünü ettiğimiz süreçler ve problemler arasında bir ilişki var. Ailenin güçlenmesi gerekiyor.

Ama Başbakan cinayetlerle başlıyor sözüne... Ve sonra ‘Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya varır’ diyor...

İyi ama Münevver başıboş bırakılmış bir kız mı?

Hayır. Çok güzel bir ailesi var gördüğüm kadarıyla...

O zaman niye o kıza yoruyoruz bu sözleri? Ben inanmıyorum böyle olduğuna... Cinayetleri, katliamları işleyenleri kastediyor Başbakan. Münevver, cinayet işlemedi, katliam yapmadı. Ailesi de yapmadı.

O zaman Başbakan yanlış mı anlaşıldı sizce? Oysa kadar çok köşe yazısı da yazıldı ki bu sözler üzerine...

Demek ki yazanlar yanlış yorumlamışlar. Bakın, teker teker ele alalım. Başbakan, ‘Eğer son zamanlarda cinayetler, katliamlar duyuyorsak, anne baba olarak kendimizi hesaba çekelim’ diyor. Kim bu anne babalar? Münevver’in anne babasından söz etmiyor. Alınmamaları lazım onların. Başbakan cinayet işleyenlerin anne-babalarından bahsediyor. ‘Acaba biz nerede hata yaptık?’ diyor. Katliam yapanların anne-babalarının kendilerine sorması lazım. ‘Dün o tesisleri incelemeye gittiğimde maalesef gençliğimizin bir bölümünün halini gördüm. Gerçekten üzüntü verici’ diyor. Münevver’den ve ailesinden söz etmiyor... ‘Bu şekilde sınırsız, kontrolsüz, ahlaki erozyonun olduğu yapılanma bizi gerçekten dertlendiriyor. Onun için aileye sahip çıkacağız. Ailemiz, çoluğumuz, çocuğumuz nereye giderse gitsin diyemeyiz’ diyor. Bu sözlerin Münevver ve ailesiyle ilgisi yok. Katliam yapan, cinayet işleyen, orada gördüğü acayip ahlaki erezyon neyse ondan, oradakilerin anne-babalarından ve ailenin güçlenmesinden söz ediyor.

Ondan sonraki sözleri peki? ‘Bırakırsan çocuğunu ortaya nereye gideceği belli olmaz’ diyor.

Bunun da Münevver’le ilgisi yok. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Başbakan’ın sözleri yanlış yorumlanmış.

Küçük yaşta yurtdışına göndermek doğru değil!

Münevver Karabulut cinayetine gelebilir miyiz peki? ‘Ailesinin kızlarını korumak için yapabileceği bir şey var mıydı?’ diye sormayacağım. Çünkü bu o insanlara haksızlık olur. Eminim onlar kızları için en iyisini yapmışlardır. Zaten çok acı çekmiş durumdalar. Peki ya Cem’in ailesi böyle bir son olmasın diye ne yapabilirdi?

Tabii geçmişinde neler var bilmiyoruz. Siz biliyor musunuz?

Hayır. Ama benim dikkatimi çeken şöyle bir şey var. Çocuklarını hep yurtdışında okutuyorlar. Dil öğrensin diye daha 8 yaşındayken Fransa’ya yolluyorlar, sonra İngiltere, Almanya, Portekiz, İspanya, Rusya, Çin... Cem, bu arada bir kızkardeşinin doğduğunu bile aylar sonra öğreniyor...

Eğer bu kadar küçük yaşta yurtdışına gönderildiyse ve özel tedbirler alınmadıysa bu sıkıntı yaratmış olabilir. Bu kadar küçük yaştaki bir çocuğu yurtdışına gönderemezsiniz. Yanında teyzesi, halası olur ya da gidersin haftada bir çocuğunla beraber olursun, tamam. Ama 8 yaşındaki, hatta 12-13 yaşındaki bir çocuğu yurtdışına göndermemek, ailesinden uzaklaştırmamak gerekir. Bazı zorlayıcı şeyler yoksa, tedbirlerini almamışsan bu yaştaki çocuk ailesinden ayrılmaz.

Böyle bir arkadaşım var. Şimdi koskoca adam. Anne-babası daha ilkokuldayken yatılı okula vermiş. Annesine yalvarırmış, ’Beni buraya bırakma’ diye. Hâlâ o günlerin etkisinde yaşıyor...

Bu tam bir travma. Geçmiş travmalarla uğraşırken ben de şöyle bir örneğe rastladım; çocuk İstanbul’da okulda yatılı, aile de İstanbul’da. Haftasonları tabii herkes evine gidiyor. Çocuk gidemiyor, okulda kalıyor. Ve her seferinde okulun sokak kapısına geliyor ve bütün gününü orada geçiriyor. ‘Annem babam gelir ve beni göremeden giderler’ diye... Bütün bir haftasonunu kapıda geçiriyor. Koskoca adamdan bahsediyoruz, 60 yaşında... 50 sene önceki bir hikayeyi anlatıyor, anlatırken hüngür hüngür ağlıyor... Bu yüzden çocuk küçük yaşta yabancı bir ülkeye gönderildiyse, çok iyi tedbir almak gerekir.

Yoksa atlatamaz mı?

Atlatamaz mı diye bir şey yok. Okulu çok iyi seçmek gerekiyor, annenin babanın yerini tutacak tedbirlerin o okulda alınmış olması gerekiyor. Ona o sıcaklığı, şefkati gösterecek bir atmosferin olması gerekiyor. Temas gerekiyor, sadece telefon olmaz. Bunlar yapılıyorsa, yatılı okulda okuyor olsa da çocuk, bu dönem çok problemsiz de atlatılır. Ama o yaşta bir çocuk ailesinden koptuğu zaman sıkıntı var, travma var demektir. Bu travmaya yol açmamak için aşırı dikkat etmek gerekiyor.

Ailesi Almanya’da yaşayan ve ortaokulu, liseyi yatılı okuyan arkadaşlarımın hemen hepsi eşlerinden boşandı...

Bu böyle. Onun için konuşmanın bu kısmına geliyorum yine, ‘Ailenin güçlenmesi gerekir’ derken Başbakan bunu kastediyor. Sevgi nasıl verilir, ilişki nasıl kurulur, ne önemlidir, ne yaparsam risk var, ne yaparsam risk yok, bunlar dikkate alınmalı... Ve tabii metropol hayatı da aileyi zayıflatıyor. Yani aile güçlü değildir metropol hayatında. Parçalanmaya çok yakındır. Boşanma oranları metropollerde çok yükselir. Aileler dağılır, parçalanır, o birlik gider, çocuk orada burada dolanmaya başlar. Çok özel çaba sarfetmek gerekir.

Peki Cem nasıl böyle bir cinayeti işlemiş olabilir?

Bakın, Amerika’da yapılan araştırmalar istikrarlı olarak şunu gösteriyor, şiddet kullandığı veya cinsel bir suç işlediği için hapse girenlerin yüzde 100’ünün geçmişinde, yüzde 99’unun değil, cinsel taciz ve şiddet var. Şimdi Cem, bu işi yaptı, adım gibi biliyorum, neredeyse yüzde 100 ihtimalle bu çocuğun geçmişinde travma var. Erken dönemlerde travma yaşamayanlar sonradan cani olmuyor, kafa kesmiyor çünkü.

Yani ya bir cinsel istismar ya da şiddet, öyle mi?

Evet. Araştırmalara baktığımız zaman şiddet suçundan hapse girmiş, mesela karısını dövmüş ya da öldürmüş kişilerin geçmişinde travma var. Kim ki karısını ikide bir dövüyor, anlayın ki geçmişinde ya kendisi şiddete maruz kalmış ya da ailede birisi birisine şiddet uygulamış, o da onu görmüş...

Çünkü onu öğrenmiş?

Evet. Tabii bir de kültürel destek var... Mesela kadınla konuşuyorum, çocuğunun okul problemi için gelmiş, bir zaman sonra anlıyorum ki, mahalle arkadaşlarıyla bir araya geliyorlar belli günler, sohbet ediyorlar, dedikodu yapıyorlar. Yaptıkları işin bir tanesi de şu; kocalarından yedikleri dayağı anlatıyorlar sırayla... Diyorum ki kadına, herkes anlatıyor mu? ’Anlatıyor’ diyor. Peki bütün kocalar dayak mı atıyor? ’Yok, atmayanlar var’ diyor. Peki diyorum, onlar niye anlatıyorlar? ’O zaman kocası dövemiyor olur. Ona pısırık derler’ diyor. Yani kadın eğer dayak yemiyorsa, utanıyor kocası adına ve dayak atıyormuş gibi anlatıyor. Böyle bir kültürde yaşıyoruz. Dayak, şiddet kültürel olarak da beslenen bir şey. Ama işin beslenmesinden bağımsız olarak bilmemiz gerekir ki, şiddet ve cinsel suçlar söz konusu olduğunda, Amerika’daki araştırmalara baktığınızda,hapishanelerde yatanlarla derinliğine yapılan görüşmelerden ve uygulanan testlerden bahsediyorum, bunların yüzde 100’ünün, bakın yüzde 99’unun demiyorum, geçmişinde cinsel suç işleyenlerde cinsel taciz var, yani kendileri cinsel tacize uğramışlar. Şiddet uygulayanlarda da şiddet var. Ya maruz kalmışlar şiddete ya da şahit olmuşlar. Baba, anneyi dövmüş mesela. Dolayısıyla metropol hayatı, buna çok müsait, aile dağılıyor, başka bir insan giriyor devreye, dağılma nedeni sakat bir sebepten oluyor, yani normal bir anlaşmazlık falan olmuyor, alkol oluyor, uyuşturucu oluyor, bir nedenden ötürü aileler parçalanıyor. Bunlar hep çocuğa birinci derecede zarar veren süreçler..

Uzak durulacak kadınlar ve erkekler listesi

1. Geçmişinde aldatma varsa,

2. Sık sık sizi çok beğendiğini, sonra da hiç beğenmediğini söylüyorsa,

3. Sık sık ayrılıp tekrar bir araya geliniyorsa,

4. Kıskançlık sık gündeme geliyorsa,

5. Alkol veya madde kötüye kullanımı varsa,

6. Beğendiğiniz, değer verdiğiniz en az birkaç özelliği yoksa,

7. Eğitim ve kültür farkı bir rahatsızlık olarak yaşanıyorsa,

8. İlişkinin ana motoru seks ise,

9. ‘Evlenince düzelir’ diye düşünüyorsanız,

10. Beraberliğinizi sıkıcı buluyorsanız,

11. Durmadan ‘Aslında ne demek istediğinizi’ anlatmak zorunda kalıyorsanız,

12. Taraflardan biri hami, koruyucu rolünde ise,

13. Kuralların ‘Pekala da çiğnenebilir’ olduğunu düşünüyor ise,

14. Heyecan olsun diye tehlikeli işlere bulaşıyor ise,

15. Başkalarından daha fazla ‘yatak arkadaşı’ olmuş ise,

16. İşinden makul bir nedeni olmadan aniden ayrılıyor ise,

17. Sürekli söz verip çoğunu tutmuyorsa,

18. Sorumluluklarına sahip çıkması istenince kendini baskı altında hissediyorsa,

19. Talepleri yerine gelmeyince, geçerli açıklamalar olsa bile sinirleniyorsa,

20. İnsanlar onu ya seviyor ya da nefret ediyorsa,

21. Başkalarının iş yapış şeklinde genellikle hatalar buluyorsa, bu kadın ya da erkekten uzak durun.

İstanbul güvenli ama...

Çocuğa birinci derecede zarar veren süreçlerden biri de boşanma dediniz...

Evet. Onun için de ailenin güçlendirilmesi gerekiyor. Bir devlet politikası olarak buna çok önem vermek gerekiyor. Çünkü bizi Batı toplumlarından ayıran en önemli artımız aile bağlarımızın güçlü olması. Bakın, İstanbul nüfusu yılda 400 bin artıyor. Kent ağır göç alıyor. Yarısı neredeyse gecekondu gibi bir hayat sürüyor. İstanbul metropolü dünya metropolleri içinde en güvenli metropollerden biri. Bunu koruyabilme nedeniniz aile bağlarınızın güçlü olması. Bu şu demek, Kayseri’nin, Malatya’nın bir köyünden birisi bavulunu alıyor İstanbul’a göç ediyor. Ama İstanbul’a indiği zaman sokakta kalmıyor. Kendi köylüsünün yanına gidiyor... Fi tarihinde İstanbul’da 12 bin tane dernek vardı. Bunların büyük bir kısmı Ağrı’nın bilmem ne köyünü geliştirme derneği, kahvehane. O kahvehaneye gidiyor. Köylülerinin olduğu kahvehaneye. Bir odada beş kişi yatıyorlar ama sokakta kalmıyorlar. Büyük çoğunluğu bir eve giriyor, o evde bir hiyerarşi var. Anadolu’dan gelinmiş, babaya saygı gösterilecek, masada ona göre oturulacak, ayakkabısını çıkartacak, terliğini giyecek... Konuşması ona göre olacak, saygısı ona göre olacak. Gece belli bir saatte gelecek, sabah belli bir saatte gidecek... Bir hiyerarşi, bir sistem var. Aile bağları bir şekilde çalışıyor yani... O yüzden İstanbul metropolü en güvenli metropol. Ama dikkat etmezsen bozulur. Onun için şehirde bu bağları koruyacak politikaları devletin üretebilmesi lazım.

YARIN

Çocuklarımızı kötülüklerden nasıl koruyacağız? Araba kullanmayı öğrettiğimiz gibi bu da öğretilebilir mi?

(VATAN)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 16:04

İLGİLİ HABERLER