Gündem
  • 22.11.2004 12:49

ATATÜRK'ÜN VEFATINDAKİ SIR

Tıpkı Atatürk’ün ölümünde olduğu gibi. Arafat, ölümünden kısa bir süre önce Filistin için, Türkiye’ye “Burası sizindi, sahip çıkın” diyerek tarihi bir gerçeği hatırlatmıştı. Bir liderin bağımsızlığa yaptığı vurgular, milletine, kendine güvenmesi konusunda yaptığı telkinler, onun infazının gerçekleşmesi için son noktayı teşkil eder mi etmez mi bilmiyorum ama Atatürk’ün de en belirgin vasıfları bunlardı. Onun ölümüne son noktanın konulmasına sebep olarak da bir derneğin kapatılması ve mallarının müsadere edilmesi, gösteriliyor. * Atatürk, başlangıçta, imparatorluğun tamamen yok olmasını önlemek için bazı şeylere göz yummuştu ama gerçek politikasını gösterince dikkat çekti. Onu hiçbir şekilde tuzağa düşüremediler. Evlilikle veya başka bir şekilde, bunu başaramadılar. Atatürk vaktinin az kaldığını hissetmişcesine Türk milletini övüyor, onun kendisine güvenmesini sağlayıcı nutuklar irad ediyor ve benim “yenik Osmanlı kompleksi” adını taktığım Batı’ya mecbur olma duygu ve eğilimlerinden, şartlanmışlığından onu kurtarmaya, korumaya çalışıyordu. Başlattığı sanayi hamlesi, kendi insan ve doğa kaynaklarımıza dikkat çeken ekonomik anlayışı bilhassa “Gençliğe Hitabe”de dile getirdiği iç ve dış bedhahlar uyarısı, çok anlamlıydı. Atatürk milliyetçiliği inşasındaki ısrarı, “Gizli Dünya Devleti”nin “Yeni Dünya Hakimiyeti”ne dönüşmesini önleyecek en büyük barikat olacaktı. “Dünya barışını gözeterek” oluşturulacak ve “yurtta sulh cihanda sulh” formülüyle belirginleşen milliyet anlayışıydı bu. Bugünkü istilacıların Sevr planını uygulamaya koymak isterlerken ayaklarına dolanan da Atatürk’tür. Erbakan Hocamızın “Hayim Naum Planı” dediği bir planla, bir “ara verme” dönemi tanınmıştı Türkiye’ye. Bu, Türkiye’nin “millî kimliğini kaybetmesi, unutması süreci olarak düşünülmüştü ki, Atatürk’ün de onları şaşırttığı süreç, herhalde bu olmuştur. Bu süreç, Türkiye’nin milli devletine bağlı olarak milli kimliğini bulması ve cumhuriyetin bekasının devamı süreci olmuştur ki, affedemedikleri de bu idi. * Filistin direnişinin bitmesi ise belki de Irak direnişinin hiç başlayamayacağı anlamına geliyordu. Filistin direnişini kırmak bu yüzden onlar için çok önemliydi. Taş atan çocukları öldürdüler olmadı. En büyük Filistinli liderleri füzelerle vurdular olmadı, bir kısmını zindana attılar olmadı. Arafat bir direniş sembolüydü. Bağımsızlık sembolü. Atatürk’ün nasıl vefat ettiğine dair bilgi edinmek istiyenler, http.www.haberbank com/ayrıntıphp.id 5562’ye baksınlar. Bulabilenler “Laiki Foni” adlı Yunan Gazetesi’nin 1 Ağustos 1948 tarihli sayısına bakabilirler. Ankara merkezli olmak üzere İç Anadolu bölgesinde yayın yapan Anayurt Gazetesi de bu gerçekleri açıkladığını bildiriyor. Yukardaki bahsi geçen Yunan Gazetesi’ne demeç veren ve işin içinde olan A.B. adlı biri, bu konuda şunları söylüyor: “1937 yılının ortalarında ismini açıklayamayacağımız bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını za’fa düşürmek suretiyle indirdi. Etrafında çember meydana getirdiğimiz Sarı Lider, kendiliğinden bir çemberin içine girip hayatını bize teslim etti.” * Atatürk’e konulan “alkole bağlı siroz” teşhisi ise bir âlem! Aynı rapora imza atan Dr.Neşet Ömer İrdelp daha sonra ''bunu kati olarak belirlemek mümkün değil” diyerek “hipertrofix siroz”a çevirdi. Yani alkole bağlı olmayan, sıtma. 30 Ağustos’ta aynı doktor, Gazi’nin kalbinin kuvvetli olduğunu iddia ederken dört gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapmaya karar veriyor. Doktor Asım Arar ise Dünya Gazetesi’ne verdiği mülakatta “karaciğer kifayetsizliğinden” şüphelendiğini ve bunu gereken yerlere haber verdiğini ama daha ileri gidemediğini belirtiyor. Atatürk’e birbirini tutmayan tedaviler uygulanıyor. Çin’den gelmiş et yiyen karıncaların sarayı istila ettiği söyleniyor. Atatürk kaşıntıdan şikayetçidir ve kendisine karıncalardan söz edildiği vakit onların yatak odasına nasıl girdiğine duyduğu hayreti belirtmekten kendini alamamıştır. Bir konsültasyon sonucunda da damar tıkanıklığı teşhisi konularak salygran şırıngası yapılıyor. Bu ilaç civalıdır ve hastayı ağır ağır zehirlemektedir. Daha önce sıtma geçirdiği bilindiği halde Gazi’ye, karaciğeri ve dalağı yıpratacak kinin ve atebrinden bol miktarla verilmiş. Atatürk Afet Hanım’a yazdığı bir mektupta: “Afet, vaziyetim şudur. Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeden Fissinger’i getirtti” demektedir. Afet Ilgaz Milli Gazete Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:19

İLGİLİ HABERLER