Medya
  • 3.5.2005 14:19

CÜNEYT ÜLSEVER'İN SÖZLERİ FEHMİ KORU'YU ÇİLEDEN ÇIKARDI!

TAHA KIVANÇ'IN YENİ ŞAFAK'TAKİ YAZISI:

Yanlış medya düzenimiz

“Ağzıyla kuş tutmak” deyimini herhalde bilirsiniz. ‘Ne yaparsanız yapın yaranamazsınız’ anlamına gelir o deyim. Hükümetin durumu aynen öyle. Onu yapıyor yaranamıyor, bunu yapıyor yine yaranamıyor...

Deyimi bilenler aynı anlamı vurgulamak için anlatılan hikâyeyi de işitmişlerdir. Hani, keramet sahibi biri, kendisini hafife alıp duranlara, “Peki öyleyse, yarın sabah deniz kıyısına gelin” meydan okumasında bulunur. Sabah sahilde toplananlar, keramet sahibi adamın denize doğru yürüdüğünü görür. Adam, suya yüzer gibi girmez, üzerinden yürür geçer. Denizde yürüyen adam; bundan daha müthiş bir keramet mi olur? Ancak, etrafta toplananlar, “Aa” derler, “Yüzme bilmiyormuş...”

Önceki gün bazı haber sitelerinde, Amerikan AP ajansı kaynaklı bir haberden alıntı vardı. Ajansın Türkiye muhabiri, bir Amerikalı diplomatın, kendisine, “George Bush bir aydır Tayyip Erdoğan’a randevu vermiyor” dediğini yazmış, aralarında bazı gazetelere ait olanların da bulunduğu siteler oradan alıp büyütmüşlerdi haberi. Dün, aynı gazete, “Bush’tan Erdoğan’a yarım saatlik randevu!” başlığı altında şu haberi verdi: “Geçen yıl Erdoğan'a 2 saatini ayıran Bush, bu yıl randevuyu 30 dakika ile sınırlıyor. Öğle yemeği ve basın açıklaması da yok. Laura Bush da Emine Erdoğan'ı çayda kabul etmeyecek.”

‘Geçen yıl’ Tayyip Erdoğan ABD’ye ‘resmî’ bir ziyaret yapmıştı; bu yıl ise kızının mezuniyet töreni için gitmişken George Bush ile görüşecek. Geçerken uğrayan Türkiye Başbakanı ile görüşmeyi programına alması önemli bir olay ABD Başkanı’nın... Ama işte üslubu görüyorsunuz: Bir gün önce, “Görüşmeyecek” derken, ertesi gün “Yarım saatçık” diye küçümsüyor...

Benzer bir durum Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’ya gidecek oğlu ile gelini için Şengen vizesi almak üzere Hollanda Büyükelçiliği’ne başvurması konusunda yaşandı. Hollanda Büyükelçiliği’nin, “Evraklar tamam değil” diye pasaportları geri çevirmesi büyük bir olay yapıldı. İyi de, bu olayın Tayyip Erdoğan’ın aleyhine değerlendirilmesini neyle açıklayacağız?

Biz bu ülkede, cinayet işlemiş devletlu oğullarının devletin valisi ve savcısı tarafından korunduğunu, cinayetin bir başkasının üzerine yıkılarak kapatıldığını biliyoruz. “Bilmiyoruz” demeyin sakın, 1950 öncesinde geçmiş olayın kitabı bile yazıldı. Biz bu memlekette, devletlu kardeşlerinin kayırıldığını, kayınçoların yoktan varedildiğini gördük... “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesini iyi telâffuz edenler kanunun pençesinden yakalarını kolayca kurtardılar...

Bir başbakanın oğlu ile gelininin vize talebinin geri çevrilmesi çeviren diplomatın nezaketsiz olduğuna, ya da muameleyi üstlenen görevlinin beceriksizliğine, o görevliye iş buyuranın öngörüsüzlüğüne delâlet edebilir, ama bütün bu olandan Başbakanı suçlamak?.. İşte bunu anlamak çok zor... Herhalde Tayyip Bey büyükelçiye telefon etseydi, pasaportu bile görmeden vizeyi gönderirlerdi...

Geçtiğimiz dönemlerde, bir gazetecinin, devlette görevli eşinin daha üst bir göreve getirilmesini sağlamak üzere ilgili bakanın makam odasından çıkmadığı ağızdan ağıza dolaşmıştı. Bazıları ‘iş tâkibi’ hep akçalı işlerde olur sanıyorlar; oysa personel terfi ve atamalarında da, bir yerden diğerine nakilde de tavassut ve o tavassuta bağlı iş tâkibi yaygın bir alışkanlıktır. Başbakanın oğlu bunu yapmamış diye, gazetelere haber konusu oluyorsa, gözlük camlarınızı değiştirmeniz gerekir...

Konunun üzerinde durmamın sebebi, sonucunun hepimizi ilgilendiren bir keskin tavra yol açması. Bugün hükümet, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan, medyaya hiç de hoş gözle bakmıyor. Kimseyi kaale aldığı da, değer verdiği de yok. Kurduğu ilişkiler hep ‘kullanma’ sözcüğünü akla getirecek biçimde: İhtiyacı olduğunda temas kuruluyor, söyleyeceğini söylüyor, mesajını veriyor, işte o kadar... Bunun bir sebebi de, medyanın gerçekleri olduğundan farklı gösterme hastalığı...

Hiç değilse ben öyle düşünüyorum.

Dün, bir gazetede, bir Hürriyet yazarıyla yapılmış mülâkat yer aldı. Uzun konuşmanın sonuna geldiğimde, okuduğum sözler, “Eyvah” diye bağırmama sebep oldu. Eyvah ki, ne eyvah... Tayyip Bey, o mülâkatı okursa, bizlere selâm vermenin bile bir mâliyeti olduğunu düşünebilir...

Bakın ne demiş o yazar: “Sayın Başbakan'a soruyorum. Hapisteyken kendisini ziyaret eden kimdi? Siirt'teki dâvâdan sonra yazdığı yazılar yüzünden TCK 159'dan yargılanan yazar kimdi? Kendisiyle ilk defa röportaj yapan ve 'Ne derseniz deyin bu adam başbakan olacaktır, Türkiye de bunu hazmetmek zorundadır' diye yazan kimdi? Bu yazıları nedeniyle yerden yere vurulan kimdi? Madem ben dezenformasyon yapıyorum, niye Başbakan bana güvendi, o dönemde beni evden telefonlarla arayıp bazı konularda akıl sordu? Neden benimle kol kola gezdi?”

Siyasîlerle gazetecilerin bu tarz bir ilişkisi olamaz. Cezaevine düşeni iki sebepten biri için ziyarete gidersiniz: Ya dostusunuzdur, ya da gazeteci... ‘Gazeteci’ kimliğiyle gidenin yıllar sonra o ziyareti hiçbir sebeple hatırlatmaya hakkı yoktur; dost olarak giden ise yaptığını başa kakmaz... Yazdıklarımızın hesabını hakkında kalem oynattıklarımızdan sormaya hakkımız olduğunu sanmıyorum.

Ülkedeki medya düzeni yanlış da, doğrusunun ne olduğunu bilen kaldı mı?..

İŞTE, NEŞE DÜZEL'İN DÜNKÜ RADİKAL'DE YAYINLANAN CÜNEYT ÜLSEVER'LE YAPTIĞI SÖYLEŞİ:

Para, faiz, namaz birlikte olmaz

FOTOĞRAF: AHMET ŞIK
El konulan bir bankanın yönetim katında namaz kılınıyor. Başka bir dünya algılaması bu. Dedelerimiz bile dükkânı çırağa bırakır, kılardı namazını Hükümetin ABD'yle arası az kötü değil, çok kötü. ABD'nin Türkiye Masası, bazı bakan ve danışmanların ABD karşıtı olduğu kanaatine vardı AKP karıştı. Milli Görüşçü olmayan dışlanıyor. Milli Görüş'ün Erdoğancı, Gülcü, Şenerci, Arınçcı ekipleri ise baş-müzakereci benden olsun diye çatışıyor

(3817 kişi okudu)

NEŞE DÜZEL (E-mektup | Arşivi)

NEDEN? Cüneyt Ülsever
<ı>AKP tam bir siyasi bilmeceye döndü. AB'den müzakere tarihi alındıktan sonra, AKP'nin neyi, neden yaptığını kimse anlayamıyor. AB üyeliği için olağanüstü mücadele verip, ülke içindeki ve dünyadaki desteğini sağlamlaştıran AKP'nin, son dört aydaki yalpalamalarının ve verdiği AB karşıtı profilin nedeni herkesin aklını kurcalıyor. AKP'nin içinde ne oluyor? Neden hem dış hem iç politikada bir belirsizlik dönemine girdi? AB amacından uzaklaştığını düşündüren açıklamaları niye yapıyor? ABD ile Türk hükümeti arasındaki temel sorun ne? Tayyip Erdoğan'ı daha başbakan olmadan çok önce, hapisteki yıllarından itibaren desteklemiş olan, hatta bu konudaki yazılarından ötürü yargılanan ve AKP çevrelerini iyi tanıyan Cüneyt Ülsever, Başbakan'ın danışmanlarından birinin NATO'dan çıkmayı önerdiğini yazdı. ABD'nin de Türkiye'ye alternatif olarak başka ülkelerle ilişkilerini yoğunlaştırdığını belirtti. Hükümet, Cüneyt Ülsever'in bu iddialarına çok sert tepki gösterdi. Hatta onu ağır bir biçimde suçladı. Biz de Cüneyt Ülsever'le iddialarını, AKP'nin içinde neler olduğunu, AKP'nin niye Batı karşıtı görünmeye başladığını, nerelerde sıkışıklık yaşadığını, yalpalamaların nedenlerini konuştuk.

Geçen hafta bütün Türkiye' yi sarsabilecek çok ilginç bir iddiada bulundunuz. Danışmanlarının, Erdoğan'a, NATO'dan çekilmeyi düşünmek gerektiğini söylediğini, Başbakan'ın da "Düşünelim" dediğini ileri sürdünüz. Bu bilginin gerçekliğinden yüzde yüz emin misiniz?
Bu bir duyumdur. Ama o gün odada ben yoktum tabii. Başbakanlık tarafı bu duyumun yalan olduğunu söylüyor. Bu duyumun yalan olabileceğini de varsaymak zorundayız bu durumda. Ama ilgili kişinin veya kurumun genel davranışlarıyla bu duyumun uyumlu olup olmadığına baktığınızda, bence bir
uyum var. Eğer 'Turgut Özal ABD ile ilişkileri bozmak istiyor' deseydik, bunu bir kişi bile ciddiye almazdı. Bir şeyin şuyuu, vukuundan beterdir derler ya... İnsanların zihni, AK Parti hükümetinin dış politikada iki arada bir derede duruşuna baktığında, böyle bir sözün edilebilmiş olabileceğini kabul ediyor.
Niye?
AK Parti hükümetinin Ortadoğu'ya dönük bir zihin haritası var. Din dayanışmasının, İslami dayanışmanın, milli dayanışmadan daha önde geldiğine dair bir zihin haritası bu. Halbuki aynı dinden olmalarına rağmen Türkiye'nin menfaati pekâlâ Suriye'nin, İran'ın veya Irak'ın menfaatiyle çelişebilir.
AKP'nin yönetim kadrolarında ve Başbakan'ın danışmanları arasında yükselen bir Amerikan düşmanlığı mı var?
Bence var, bu çok açık. Şunu çok rahat söyleyebilirim ki, ABD'nin Türkiye ile ilgili masası, bazı bakanların ve bazı danışmanların ABD aleyhtarı olduğu kanaatine vardı. Olaya hep böyle bakıyorlar. Yani onlar da o önyargıyla bakıyorlar. Aslında AK Parti, 21'inci yüzyılı anlayamıyor. Anlayamadığı için de akılsal tepkiler yerine duygusal tepkiler veriyor. Tabii ki ABD, Irak'ta saldırgan. Irak'ta insanların ölümüne neden oluyor ve bizzat öldürüyor da. Olaya sadece duygusal baktığınız zaman, ABD'nin yanında olmak ve ona sempati duymak için insanın insan olmaması lazım. Ama devlet yönetimi akılla bakmayı da gerektiriyor ve o zaman da ülke ve millet olarak çıkarın konusunda ortaya başka bir resim çıkıyor.
Amerikan karşıtlığı Başkan Bush'un yeryüzünde yaşayan insanların büyük kısmını öfkelendiren dış politikasına bir tepki mi? Ya da daha ziyade Müslüman bir refleks mi? Yani AKP, Amerika'nın girişimlerini haklı bulsa destekler miydi, yoksa AKP Amerika'ya tam anlamıyla karşı mı?
Fethullah Gülen Milliyet'te Mehmet Gündem'le söyleşisinde özeleştiri olarak, 'Biz bir zamanlar dünyaya sadece Kuran gözüyle bakıyorduk. Sonradan öğrendim ki, dünyaya sadece Kuran gözüyle bakılmaz. Daha geniş perspektifle bakmak lazım' dedi. Şimdi dindar kesimin, 'Acaba inandığımız din kitabı dünyada her şeyi tarif ediyor mu, etmiyor mu' diye bir sorunsalı var. Bu, ortodoks Müslümanlar için olduğu kadar ortodoks Hristiyanlar ve ortodoks Yahudiler için de geçerli. 'İlahı güç tarafından yazılmış olan benim inandığım kitabın içinde her şeyin cevabı vardır' yaklaşımı bu. Maalesef hükümetin çevresindeki bazı insanların meslekleri iktisat, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi olsa da, bunlar, dünyayı bir refleksle, hep din penceresinden görüyorlar. Dünyaya kendi mesleklerinden önce kitap gözüyle baktıklarında da, hep ezilen ve kırılan Müslümanları görüyorlar. Hakikaten de tarihte Müslümanlar hep ezik ve kırgın tarafı oluşturmuşlar.
Müslümanları ezen Müslüman diktatörleri, İslami totaliter rejimleri görmüyorlar mı peki?
Onları görmüyorlar. Mesela hükümet çevresinde, Hamas'a, Hizbullah'a terör örgütü dedirtmek mümkün olmuyor. Devamlı İsrail'in yaptıkları vurgulanıyor ki, Başbakan da İsrail'e 'terörist devlet' demişti. İçinden ne düşünürse düşünsün, dışından böyle bir şeyi hiçbir önemli devlet söylemez. Ama din ideolojisi ön plana geçtiğinde, insanların dünyanın gerçekleriyle yüzleşmesi zorlaşıyor tabii.
Peki, hükümetin yanı sıra, Silahlı Kuvvetler'de de bir Amerikan karşıtlığı mı var? Orgeneral Özkök'ün "Türkiye İslam devleti değildir" sözü Amerikan Dışişleri Bakanı'nın "Türkiye ılımlı bir İslam devletidir" sözüne mi bir cevap?
Bir anlamda öyle. ABD'ye uyarı var burada. 'Benim seninle aram iyi ama beni bazı konularda kullanmaya kalkarsan beni çok zorlarsın. Ben sana kendim gibi, yani olduğum gibi müttefik olayım. Sen, benim kimyamı değiştirerek beni kendine müttefik yapmaya kalkarsan, bu kez sana karşı benim kendi içimden bir tavır doğuyor. Kaş yaparken göz çıkarma' demek istiyor Genelkurmay Başkanı. Ama aynı zamanda TSK, Amerikan karşıtlığını uygulamaya taşımayacağını da çok net belirtiyor. Zaten TSK, ABD'yle ilişkileri düzeltmek için büyük bir gayret içine girdi. Birtakım tedbirler aldı.
ABD'nin, İncirlik sorununun çözümü uzayınca, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan'la görüştüğünü yazdınız. ABD, Türkiye'yi devreden çıkarmaya mı hazırlanıyor?
Hayır. Amerikalı yetkililere yazdıklarımın doğru olup olmadığını sordum. 'Yazınızda bizimle ilgili bölümleri yalanlamıyoruz' dediler. Böyle üs arayışları olduğu doğru. Bunu bir gözdağı olarak da kullanıyorlar. Türkiye'ye, 'Benim birinci tercihim sensin ama çok üzerime gelirsen NATO kanalıyla Türkiye'nin doğusuna ve güneyine, ulaşmak için başka ittifaklar bulabilirim. Beni başka arayışlardan sonuç almaya götürme' demek istiyorlar. Amerika, Türkiye'yi gözden çıkaramaz. Ama Türkiye'yi yönetenleri gözden çıkarabilir. Zaten herkes birbirini gözden çıkarabilir. Amerikan hükümeti, bu hükümetle çalışmamayı kendisine prensip edinebilir ama Türkiye'den vazgeçmeyi prensip edinemez. Unutmayalım ki, iki ülkenin başındaki hükümetler de geçici. İleride başka hükümetler işbaşına gelecek.
Amerika karşıtlığı hükümette ve Silahlı Kuvvetler'de iki ayrı nedenden mi gelişiyor peki? Hükümet, Müslüman ülkelere saldırdığı için, Silahlı Kuvvetler ise "Türkiye'yi ılımlı Müslüman yapmak istediği" için mi Amerika'ya karşı?
Evet, değişik nedenlerle ikisinde de ABD'ye karşı ortak bir refleks var. 'Bunlar bizi bir şekilde değiştirip, kullanacaklar' tepkisi bu. Hükümet kanadı, kendisini ABD ile İslam dünyası arasında sıkışmış görüyor ve büyük rahatsızlık duyuyor. Asker kanadı veya genel kavramıyla 'laikçi kesim' ise Türkiye'nin İslamlaştırılarak laik çizgisinden uzaklaştırılacağından ve Amerika tarafından böyle kullanılacağından korkuyor. Benim şu anda gördüğüm, Türk hükümetiyle ABD'nin arası çok kötü. 'Az kötü' demiyorum, çok kötü. ABD, 'Ne kadar müttefikiz, ne kadar bir aradayız, senin aklın, fikrin, kararın ne diye çeşitli defalar uyarıda bulunduk' diye üstüne basa basa söylüyor.
İncirlik'te anlaşma sağlandı. Bu, AKP'nin ABD'yle ilişkilerinin düzelmesini sağlamadı mı sizce?
ABD'yle ilişkilerin düzeltilmesi yolunda bir adım atıldı. Başbakan'ın geçen hafta AK Parti grup toplantısında, ABD'yi çok öven konuşması da AK Parti'nin kendine çekidüzen verdiğini gösteriyordu. Bakın, on aydır tartışılan İncirlik konusunda ordu üç ay önce olumlu görüşünü hükümete bildirdi. 'Ben bu askeri üs konusunda pazarlığımı yaptım, Türkiye Cumhuriyeti adına bu anlaşmadan bir kaygı duymuyorum' dedi. Buna rağmen hükümetten üç ay boyunca karar çıkmadı. 'Eğer bu durum birilerini rahatsız etmedi, bizim ilişkilerimiz güllük gülistanlıktır' diyorlarsa, bilemiyorum herhalde onlar Amerikalılar diye başka birileriyle görüşüyorlar.
Hükümetin, ABD'yle ilişkisinin kötü olması bir sonuç yaratır mı?
Benim tarih okumam, Türkiye'de ABD ile çatışarak iktidarda kalan bir sağ hükümet olmadığını gösteriyor. Bugün Amerika'nın CHP'ye kızmaya hakkı yok. CHP baştan beri aynı şeyi söylüyor. Ama AK Parti öyle mi? Tarihte bunun örneği yok. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan değil miydi, sadece genel başkanken, henüz milletvekili seçilmemişken, Beyaz Saray'a kabul edilen? Koltuğun yolunun ABD'den geçtiğini o dönemde herhalde Başbakan benden daha iyi biliyordu. Herhalde o odada bir sohbet yapıldı, Başbakan Amerikan tarafını memnun etti ki, diğer partileri rahatsız edecek şekilde Amerika, Türkiye'de bir tarafı tercih ediyormuş görüntüsü verdi. Ama şimdi AK Parti'de kafalar karışık. AK Parti'nin içi çok karışık. AB'yle müzakerenin başlayacağı 3 Ekim'e ne kaldı? Hâlâ başmüzakereci atanmadı.
Niye atanmadı sizce?
Çünkü, 'Başmüzakereci Türkiye'de bundan sonra çok önemli ve çok etkin bir adam olacak' diyorlar ve kendi aralarında anlaşamıyorlar. AKP'nin Milli Görüş kanadı içinde, 'Başmüzakereci senin mi yoksa benim mi adamım olacak' diye ekipler arasında çatışma var. Erdoğancılar, Gülcüler, Arınççılar, Şenerci'ler, İstanbullu belediyecilerle Ankaralı Milli Görüşçüler çatışıyor. Üstelik çalıştıkları kadroları da gördük. Devlet tarafından el konulan koca bir bankanın yönetim kurulu katında bugün namaz kılınıyorsa, bambaşka bir dünya algılaması var burada demektir. Dedelerimiz bile dükkânı kapar ya da çırağa devreder, öyle kılarlardı namazlarını. Para, faiz, namaz bir araya gelemez. Namaz kılmak insanların en doğal hakkı ama beş vakit namaz kılacaksan, gidersin yakın bir camiye ibadetini orada yaparsın, sonra da gelir bankada işini yaparsın. Ama bugün koskoca bir bankanın yönetim katında namaz kılınıyor. Dedelerimiz, 'Kâr edilen, para kazanılan, alışverişin, pazarlığın olduğu yerde din olmaz' derlerdi.
Siz, "İncirlik kararı çıktı, bakalım danışmanlar ne olacak" diye yazdınız. Başbakanlık danışmanları arasında bir ayıklama olacağını mı düşünüyorsunuz?
Evet öyle düşünüyorum. Bazı danışmanlar değişmezse, Başbakan bilmek zorunda ki, ABD tarafından gerçek ve samimi bir hüsnü kabul görmeyecek.
Başbakan'ın danışmanları meselesi hiç gündemden düşmüyor. Nedir bu danışman sorunu? Gerçekten böyle bir sorun var mı?
AK Partili milletvekilleri dahil, iş hayatında, medyada herkes, Başbakan'ın abluka altında olduğunu söylüyor. Çevresi, Başbakan'ı öyle ablukaya almış ki, kendilerinden olmayan kimseyle görüşmesine izin vermiyorlar. Kendilerinden olmanın ölçüsü ise cemaatten olmak, eskiden beri Milli Görüşçü olmak.
Başbakan'ın danışmanları neden Erdoğan'ı ve Türkiye'yi Amerika'dan uzaklaştırmak istiyor peki?
İdeolojik bakış açıları, 21'inci yüzyılı okumaya ancak bu kadar yetiyor.
AKP Batı'nın desteğine sahipti. En kuvvetli desteğini neden kendi elleriyle budamak istiyor şimdi?
Galiba şartlı refleks bu. Aslına rücu ediyor. Değiştiğini ne kadar iddia ederse etsin, meğer Milli Görüş'ün algıladığı Hıristiyan dünyaya, Batı emperyalizmine, Hıristiyanlık-Yahudilik işbirliğine ve bu dünyanın hep Müslümanların aleyhine çalıştığına dair akıl haritası değişmemiş veya hâkim harita olarak kalmış. AK Parti, sadece ABD'yle değil, AB'yle de ilişkisini tanzim edemiyor. 17 Aralık'tan önce olağanüstü bir gayretle AB'nin parçası olmaya çalışan ve Türkiye gemisinin halatını büyük başarıyla AB'ye bağlayan Başbakan, şimdi kalkıp, 'AB bizi bölmeye çalışıyor' diyebiliyor. Çünkü 17 Aralık'tan sonra AK Parti, 'Bizim bir de iç dengelerimiz, varlık nedenimiz ve tabanımız var. Bu tabanın omurgası Milli Görüş'tür. Bu İslami hassasiyetleri yüksek bir tabandır. Onlara verdiğimiz sözleri yerine getirmemiz gerekiyor' diye düşünüyor. Ayrıca AK Parti, 'Bu tabanın bize yatırım yapmış olan aktif bir bölümü var' diyor.
Aktif bölümle, ne demek istiyor?
'Her parti kendi yandaşlarını besledi, biz ise bu adamlara doğru dürüst sahip çıkmadık. Üstelik kadrolarımızı da istediğimiz seviyede yerleştiremedik' diyor. Başbakan'a alttan işte bu talep yükselmeye başladı. Bu talep yükselirken de, AK Parti'nin Milli Görüş temelinde saflaştırılması, DYP, ANAP, MHP'den gelenlerin dışlanması gayreti ortaya çıktı.
Yakın gelecekte nelerin olmasını bekliyorsunuz siz?
Başbakan'ın, ben nerede hata yaptım sorusunu sormasını bekliyorum. Kendisi Türkiye'nin seçilmiş başbakanı, milletin dışında kimsenin onu oradan alma yetkisi yok ve önünde daha uzun bir yol var. Bu bir maraton koşusu. Maraton koşucusunun zaman zaman dalağı şişer, nefesi tıkanır. Başbakan'ın da 17 Aralık'tan sonra dalağı sıkıştı. O bir maraton koşucusudur. Ama 'Ben hiç yanlış yapmıyorum, beni eleştirenler beni bölmek istiyenlerdir' derse, o zaman hiç istemediği halde ülkeyi erken seçime götürmeyi kendisi düşünebilir. Bilmeli ki, artık bu ülkede açık askeri darbeler olmaz. Ne zaman, kim, nasıl bölünür, parçalanır bunu bilemeyiz. Bunu ancak bir sabah kalkar öğreniriz.
AKP'nin parçalanma ihtimali olduğunu mu söylüyorsunuz?
Çok var. Zaten on beş istifayla mesaj verildi. Yarın bu mesajın tekrar verilmeyeceği garanti değil. Türkiye Cumhuriyeti çok önemli. Bunun kaptanı salim akıllı olmak zorunda. Kaptan değişir ama gemi yoluna devam eder. Ben Başbakan'ı bir meseleyle ilgili uyardım. Ama kendisi çok fevri bir tepki verdi. Ne demek istediğimi ileride anlayacak.
Başbakanlık yazınızla ilgili yaptığı açıklamada, sizi, ulusal güvenliği ilgilendiren bir konuda dezenformasyon yapmakla suçladı. Ağır bir suçlama değil mi bu?
Çok ağır bir itham. Bana, 'Sen ajanlık yapıyorsun, ABD'yle aramızı bozmaya çalışıyorsun' diyorlar. Oysa ben bu ülkede bugüne kadar hep Amerikancılıkla, Türkiye'yi Amerika'ya bağlanmaya çalışmakla suçlandım. Sayın Başbakan'a soruyorum. Hapisteyken kendisini ziyaret eden kimdi? Siirt'teki davadan sonra yazdığı yazılar yüzünden TCK 159'dan yargılanan yazar kimdi? Kendisiyle ilk defa röportaj yapan ve 'Ne derseniz deyin bu adam başbakan olacaktır, Türkiye de bunu hazmetmek zorundadır' diye yazan kimdi? Bu yazıları nedeniyle yerden yere vurulan kimdi? Madem ben dezenformasyon yapıyorum, niye Başbakan bana güvendi, o dönemde beni evden telefonlarla arayıp bazı konularda akıl sordu? Neden benimle kol kola gezdi?

Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:01

İLGİLİ HABERLER