Medya
  • 18.2.2004 11:41

FEHMİ KORU, İÇİNİ DÖKTÜ...

FEHMİ KORU/ YENİ ŞAFAK Yazarınız içini döküyor Yazılarımı ''Acaba hükümet ne yapmaya hazırlanıyor?'' diye okuyan, yorumlarımı ''Ak Parti'nin bu konudaki niyeti ne?'' sorusuna cevap almak üzere dinleyen var mıdır acaba? Bazı yazarların kendilerini 'sözcü' gibi konuşlandırmaktan hoşlandıklarını bildikleri için beni de o tiplerden sananlar varsa hemen uyarayım: Yok böyle bir şey. Ben, sadece ve sadece kendi vardığım gerçekler ile kendi doğrularımı savunuyorum. Bu da, bir yorumcu olarak beni bazen iktidarın bazen de muhalefetin yanına savuruyor. Bu uyarım, Ak Parti'nin politik çizgisinin farkında olmadığım, ya da hükümetin hangi konuda ne düşündüğünü bilmediğim anlamına gelmiyor. Hergün politika yazan biri gelişmelere ne kadar yakın durmak zorundaysa ben de olan-bitenlerin o kadar peşindeyim. Kulaklarım ve gözümü dört açıyor, kimin, ne düşündüğünü, neyi nasıl yapmaya hazırlandığını takip ediyorum. O bildik merakımla pek çok şeyi ânında öğrendiğime emin olabilirsiniz. Şunu da kaydedeyim: Hükümetin öndegelen üyelerinin hemen her konuda ne düşündüğünü çoğu kez sormadan tahmin edebilecek kadar onların zihin dünyalarına vâkıfım. Ancak, yine de, yazılarımı hükümetin politikalarını test niyetiyle okumayın; öyle yaparsanız sizleri yanıltabilirim. Hükümetin Kıbrıs'ta çözüm arayışlarıyla benim o konudaki tavrım örtüştü. Yaptıklarını tasvip ettim, yol boyunca teşvikten geri durmadım, ortaya çıkan sonucu beğendiğimi saklamam da gerekmiyor. Bunun sebebi, Kıbrıs'ta yakalanan çözüm fırsatının kaçırılmasının, ülkemiz insanları ve Kıbrıslı Türkler açısından telâfisi imkânsız sonuçlar doğuracağına inanmam. ''Vakti gelmiş bir barışı ıskalamamak gerekir'' diye düşünürüm ben. Hükümet benden farklı düşünebilir, ya da 'Türkiye gerçekleri' daha değişik bir biçimde konuya yaklaşmasını gerektirebilirdi. Bu defa öyle olmadı. Oysa, 'tezkereler' konusunda hükümetle taban tabana ters bir tavrım olduğunu biliyorsunuz. Bugün Irak'ta karşılaşılan tablonun kaçınılmazlığıydı beni savaşa karşı çıkmaya sevkeden sebeplerden biri; Türkiye'nin sorunun değil çözümün bir parçası olması gerektiğine inanıyor, bunun için de Washington'un planlarından mümkün olduğu kadar uzakta durulmasını tavsiye ediyordum. Hükümetin etkili unsurları benim gibi düşünüyor olsalar bile, hep beraber gördük, hiç de sevineceğim istikamette davranmadılar. 1 Mart'ta, politik çizgim, CHP muhalefetine Ak Parti'den çok daha yakındı... Tezkerenin Meclis'ten onay almadığı anlaşıldığında, beni ilk tebrik edenler Ak Partililer değil CHP'li dostlardı. Ali Topuz'la, Haluk Koç'la birbirimizi kutladık. Kıbrıs'ta Annan Planı ekseninde çözüm aranmasına, BM genel sekreterinin imzasını taşıyan plana, hükümetin çabalarına karşı çıkan, ''Ben Yunanlı veya Rum olsam, planı derhal kabul ederdim'' diye günlerce yazan, Rauf Denktaş'ın sonuna kadar direneceğini iddia eden bir yazarla birlikteydim geçenlerde. Gelişmelerin dediklerini yanlış çıkardığını, Rumlar direnirken Denktaş'ın çözümden yana davrandığını hatırlattığımda bana şu cevabı verdi: ''Başka türlü yazamam ben; bütün büyükelçilikler devletin ne düşündüğünü öğrenmek için okuyor benim yazılarımı...'' Bir yazar için ne büyük talihsizlik! Bir insanın böylesine bir misyonu yüklenmesi herkesten önce kendisini zora düşürür. 'Devlet', özellikle bizimki gibi ülkelerde, kim tarafından temsil edildiği bilinmeyen bir şeydir. O yazara 'devlet' olarak bilgi verenler, politik tavrını belirleyenler neredeler şimdi? Bu konuyu tartıştığım bir dostum, New York görüşmelerinden çok önce aynı yazarla aralarında geçen benzer bir konuşmayı aktardı bana: ''Benim 15 gün arayla yazdığım iki yazı arasında tavır farkı varsa, şunu iyi biliniz ki'' demiş yazar, ''O 15 gün içerisinde devletin pozisyonu değişmiştir...'' Bu cümleyi duyduğumda ne kadar irkildiğimi tahmin edemezsiniz. Yazar veya yorumcu kendi gerçek ve doğrularını değil de başkalarının gerçekleri ve doğrularını yazarsa ne kendisine, ne o başkalarına, hatta ne de okurlarına hizmet etmiş olur. Aldatıldıklarını anlayan okurlar, geçmişte ne kadar beğenerek okumuş olurlarsa olsunlar, yazardan yaka silkmeye başlar; itibarını kaybeden yazar ve yorumcu gözüne girmeye çalıştığı kişi, kesim veya ülkelerden ''Aferin'' beklerken ''Bizi neden ikaz etmedin?'' azarlamasını işitebilir. Allah korusun! Yakın geçmişle ilgili kitaplar birbiri ardına yayınlanıyor. Mehmet Barlas, Şarkıyatçı câmianın piri Bernard Lewis'in hocasına gidip 19. yüzyılı inceleyeceğini söylediğinde, ''Oğlum o dönem gazetecilerin ilgi alanında hâlâ, tarihçi olacaksan 17. yüzyıl ve öncesine gitmelisin'' cevabını aldığı anekdotunu anlatmayı sever. Lewis'in de fikir babalarından olduğu Irak'a savaşa giden süreç ve Kıbrıs'ta çözüm gibi konular ileride tarihçiler tarafından kaleme alındığında, bugünün yazar ve yorumcularının ilişkilerine de değinilecektir mutlaka. O zaman sağ olup tarihin hükmünü öğrenmek isterdim... Siz şimdilik şunu biliniz: Yazarınız, yazdığı hiçbir yazıyı, politik bir çevreye, kişiye, bir başka ülkeye yaranmak üzere yazmıyor, kimsenin sözcüsü de değil... En baştan koyduğum 'okurları yanıltmama' ilkesinden bugüne kadar hiç sapmadım ben. ''Bütün okurları yanıltmayayım'' derken, bazı okurları yanıltmış olmayı hiç istemem... Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:39

İLGİLİ HABERLER