Medya
  • 13.3.2004 13:01

FİŞLEME PROTOKOLÜ 1997'YE DAYANIYOR...

Bayramoğlu'nun bugünkü yazısı şöyle: FİŞLEMENİN ''HAKLI'' PROTOKOLÜ Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın ''izleme-fişleme meselesi'' biraz daha tartışılmayı hak ediyor. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasına göre bu girişim 5542 Sayılı İl İdaresi Kanunu'na göre yapılmış... Sorunun işaret ettiği bir dizi yapısal ve derin sıkıntıdan bir tanesi işin bu bölümü, hukuki-yasal kısmı. Devlet ya da kimi devlet birimlerinin ''gayrimeşru kimi eylemlerini yasalara uydurması, bunu yaparken yasaların istikametini yeniden tanımlaması ve yorumlaması'', Türkiye'deki ''askeri vesayet sistemi''nin en kritik noktalarından birisini oluşturur. Kara Kuvvetleri'nin izleme-fişleme girişimi de gerek yasa ile ilişkisi, gerek yasayı ele alış biçimi açısından, bu keyfi uygulama ve yorumların tipik örneğidir. Nasıl? Genelkurmay Başkanlığı'nın konuyla ilgili açıklaması şöyle diyordu: ''5442 sayılı İl İdaresi Kanunu çerçevesinde, Mülki İdare Amirleri; çıkabilecek ve çıkan olayların önlenmesi maksadıyla, gerekli gördükleri hallerde, en yakın Kara, Deniz ve Hava birlik komutanlıklarından kuvvet talebinde bulunabilirler. Çıkabilecek olaylara karşı, etkin tedbirlerin alınabilmesi için, önceden planlama yapılması bir ihtiyaçtır... Söz konusu haberde konu edilen faaliyetin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir.'' İl İdaresi Kanunu'nun konuyla ilgili askeri makam mülki makam ilişkilerini düzenleyen 11/d maddesi ise şöyle diyor: ''Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, (...) en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından (...) yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığı'ndan veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir...'' Açıktır ki, ''bu açıklama ile kanun hükmü hiçbir şekilde örtüşmemekte'', yasa güvenliğe yönelik bu tür planlama çalışmalarına imkan vermemektedir Yasa dışı durum açıktır, Genelkurmay Başkanlığı'nın doğrulaması havada kalmaktadır. Ama mevzuat sadece yasalardan ibaret değil. Nitekim 7 Temmuz 1997 tarihinde, yani 28 Şubat günlerinde dönemin Harekat Başkanı Korg. Çetin Doğan ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan arasında imzalanan, ''Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 5442 Sayıl İl İdaresi Kanunu 11/D maddesi gereğince alınması gereken müşterek tedbirlere ilişkin protokol'' bu eyleme farklı bir zemin hazırlamıştır. Bu protokolün 5. maddesine göre ''garnizon komutanı ve İl Jandarma Komutanın da bulunduğu İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Kurulları'' oluşturulmuş, ''bunlara kesintisiz teması sağlamak amacıyla terör ve toplumsal olayları değerlendirmek yetkisi'' verilmiş, kısacası ''valinin elindeki yetki sınırlandırılmış, bir izleme-takip sistemi kurulmuştur''. Aynı protokolün 8. maddesinde yasaya göre asker çağırma durumunda kime verileceği valinin takdirinde olan emir-komuta mekanizmasının, doğrudan askere geçmesi karara bağlanmıştır. En nihayet ve en önemlisi protokolün 9. maddesi, ''EMASYA komutanlıklarına olayların takibi, değerlendirilmesi, bu konuda mülki amirlere ve ilgili kademelere bilgi verme yetkisi'' tanınmıştır. Dahası, talep edilme safhasına kadar ''gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için (askeri birim) olaylara müdahale eder..'' ibaresiyle, askerin izin almadan takip ve müdahale gücü kabul edilmiştir. Sonuç ortadadır: Protokol yasayı tersine çevirmiş, askere geniş ve denetimsiz bir alanı tanımıştır. Bu geniş eylem alanı ve imkanları son olayda olduğu gibi protokolün amacını aşan bir şekilde askeri birimler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Yapılması gereken de ortadadır: Hükümet derhal bu protokolü gözden geçirmeli, bu tür eylemlere zemin hazırlayan mevzuat temizliğini yapmalıdır. (Yeni Şafak) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:49

İLGİLİ HABERLER