Medya
  • 18.5.2008 09:56

İTİRAF EDİYORUM: TUĞÇE’Yİ BEN ÖLDÜRDÜM

Çocukluğu İsviçre’de geçmiş "ithal yazar"lardandır. Parlaktır. Matraktır. Farklıdır. Mutlu bu. Gerçi her zaman her şart altında mutlu olduğu söylenemez.
Ama zekidir, bilgilidir, kalemi kuvvetlidir, komiktir, muziptir. Hoş karıdır yani! Birlikte vakit geçirmesi acayip keyiflidir. Onunla seyahate gidilir mesela. Çok isterim. Kamboçya, Vietnam. Olağanüstü geçeceği muhakkak. Meraklıdır çünkü. Her yer ve her şey hakkında bir fikri vardır. Gerekli gereksiz bir sürü şey bilen beyinlerdendir. Ama eğlencelidir. Dile de yeteneklidir. Ablası Müjde de en az Mutlu kadar ilginç kadınlardan biri, Sevan Nişanyan’la evlendi, bir sürü çocuk yaptı, Şirince köyünde yaşıyorlar. Bütün Türkiye, bu ikilinin Küçük Oteller Kitabı’yla tatil yaptı. Tatil anlayışını değiştiren ailedir. Onlar için mesele, ayrıntılar. Mutlu için de öyle. Biz bu kadınla, yıllarca birlikte çalıştık, bazen hırlaştık, onu bilemeyeceğim ben hep sevdim onu. Kendime yakın buldum. Sonra o önce Sabah’a, sonra Vatan’a gitti ve karşımıza Tuğçe Baran’la dikildi. Vayyyyyy. Birbirine benzeyen bir sürü köşe yazarı kadın arasında Tuğçe Baran farklı bir şekilde sivrildi. Kimselere benzemiyordu. Aslında kimseler de Tuğçe’yi Mutlu’nun yazdığını bilmiyordu. Mutlu kendi ismini geriye çekip, Tuğçe Baran’la aldı başını gitti. Geçenlerde aradı, artık Tuğçe Baran yazılarına Mutlu Tönbekici olarak devam edeceğini söyledi. "Nasıl yani? Kıskandın ve kadını öldürüyor musun!" dedim. Güldü. Benden bu cinayete tanıklık etmemi istedi. "Hay hay" dedim...

Mutlu Tönbekici Ayşe Arman'a konuştu

İşte Hürriyet Gazetesin'de yayınlanan o röportaj...

Çocukluğu İsviçre’de geçmiş "ithal yazar"lardandır. Parlaktır. Matraktır. Farklıdır. Mutlu bu. Gerçi her zaman her şart altında mutlu olduğu söylenemez.

Ama zekidir, bilgilidir, kalemi kuvvetlidir, komiktir, muziptir. Hoş karıdır yani! Birlikte vakit geçirmesi acayip keyiflidir. Onunla seyahate gidilir mesela. Çok isterim. Kamboçya, Vietnam. Olağanüstü geçeceği muhakkak. Meraklıdır çünkü. Her yer ve her şey hakkında bir fikri vardır. Gerekli gereksiz bir sürü şey bilen beyinlerdendir. Ama eğlencelidir. Dile de yeteneklidir. Ablası Müjde de en az Mutlu kadar ilginç kadınlardan biri, Sevan Nişanyan’la evlendi, bir sürü çocuk yaptı, Şirince köyünde yaşıyorlar. Bütün Türkiye, bu ikilinin Küçük Oteller Kitabı’yla tatil yaptı. Tatil anlayışını değiştiren ailedir. Onlar için mesele, ayrıntılar. Mutlu için de öyle. Biz bu kadınla, yıllarca birlikte çalıştık, bazen hırlaştık, onu bilemeyeceğim ben hep sevdim onu. Kendime yakın buldum. Sonra o önce Sabah’a, sonra Vatan’a gitti ve karşımıza Tuğçe Baran’la dikildi. Vayyyyyy. Birbirine benzeyen bir sürü köşe yazarı kadın arasında Tuğçe Baran farklı bir şekilde sivrildi. Kimselere benzemiyordu. Aslında kimseler de Tuğçe’yi Mutlu’nun yazdığını bilmiyordu. Mutlu kendi ismini geriye çekip, Tuğçe Baran’la aldı başını gitti. Geçenlerde aradı, artık Tuğçe Baran yazılarına Mutlu Tönbekici olarak devam edeceğini söyledi. "Nasıl yani? Kıskandın ve kadını öldürüyor musun!" dedim. Güldü. Benden bu cinayete tanıklık etmemi istedi. "Hay hay" dedim...

Tuğçe Baran’ı tanıyor musun?

- Fotoğraftaki kızı soruyorsan hayır! Kimdir neyin nesidir bilmiyorum. Ben ilk yazıyı teslim ettim, editörüm ben yokken gece yarısı fotoğrafını internetten bulmuş koymuş...

Gerçekten mi...

- Evet, evet. Sabah gazeteyi açınca gördüm. Ve işin komik tarafı o fotoğraftaki kız, galiba bir porno yıldızı! Sonra fotonun tamamını gördüm, Posta gazetesi nereden bulmuşsa bulmuş, "Tuğçe Baran aha işte bu!" diye nal gibi de manşet atmış, baktım üzerinde komple transparan bir bluz! Elmalar falan olduğu gibi ortada! "Allah’ım rezil olduk" falan derken, klasik Türkiye işte, unutuldu gitti... Ama sen kızın karakterinden bahsediyorsan, ta ciğerine kadar tanıyorum tabii!

Tuğçe Baran kim?

- Sen, ben, o... Hepimiz!

Nasıl yani?

- Türkiye gibi kadın düşmanı bir memlekette, İstanbul gibi vahşi bir metropolde, taşradan gelip kendini var etmeye çalışan, halis muhlis yerli malı bir şehir kızı Tuğçe Baran. Yani TB. Ne üst sınıf ne alt sınıf. Kusuru: Hırslı değil. "Şurada görüneyim, burada bulunayım, şuna da bulaşayım, buraya da dalayım" demiyor. Meşhur arkadaşları filan da yok. Bir tembellik manifestosu aynı zamanda. Ve bundan gocunmuyor...

Hangi akla hizmet onu yarattın?

- İtiraf edeyim bir "anti Ayşe Arman" yaratmak istedim.

Eeeee?

- Sen böyle hep havalı, hep başarılı, hep "parlaksın" ya... Çorabın kaçmaz, donun düşmez, taksici arabadan atmaz, mutlu evlilik, nefis bir çocuk...

Öyle değilim ama neyse...

- Ben şunu anlatmaya çalışıyorum: İnsanın başına bin türlü hal de geliyor. Abuk subuk, münasebetsiz, biçimsiz. Ama bütün köşeciler kendilerini böyle, ha bire, pabuç gibi parlatıp duruyorlar, yok efendim bir solukta 789 sayfalık kitapları okuyabilmeler, kanaryacılıktan eskrime her bir numaradan anlamalar, şen şakrak harikulade çocukluklar, 11. doğum gününde Dostoyevski romanı hediye eden ve mutlaka çok özlü bir laf yumurtlamış "bilge" babalar, melek ve çok güzel anneler... Ne bileyim işte, bayramda yastık altına konulan kırmızı pabuçlar... Yok lan öyle bir şey! Romanlar, filmler, diziler yara bere dolu, köşeciler pırıl! Sinir bozucu değil mi Allahaşkına? "Siz Pamuk Prenses’seniz, ben de Yamuk Prenses’im" dedim, ya Allah daldım...

Peki neden Mutlu Tönbekici olarak var olmak istemedin de, Tuğçe Baran’a ihtiyaç duydun...

- Açıkçası, rahat olmak istedim. Ev sahibimden de, bakkalımdan da, manitamdan da söz ederken rahat olmak istedim. Kimse kendi hakkında yazıldığını bilmesin istedim. Bir yandan ev sahibime giydirip, bir yandan apartman boşluğunda sırıtışmak olabilecek bir şey değildi. Kan çıkardı! Ama ne yazık ki, deşifre oldum. Tadı kaçtı...

Nasıl bir his sanal bir tip yaratmak, onu ete kemiğe büründürmek. Zor olmadı mı?

- Hayır. Çünkü sansürsüz bir şekilde "kendimi" sürdüm ortaya. Gerçek köşecilerin olamadığı ve olamayacağı kadar gerçek oldum. İsim ve fotoğraf dışında her yazdığım dibine kadar doğruydu!

Başka biri gibi yazmak nasıl bir his?

- Tuhaf. Yanında Tuğçe Baran hakkında konuşuyorlar, ayılıp bayılan, edepsiz bulan, küfreden... Bir gün mesela dolmuşta biri, onunla nasıl sevişmek istediğini uzun uzun anlattı durdu yanındakine. E o zaman "Haydaaaa" oluyorsun tabii... Her şey gerçek olunca, bu kadının siyasi görüşünün de ortaya çıkması kaçınılmaz oldu. "Çerçeveye uymadı" diyorlar, katılmıyorum. "G string giyen geri zekalıdır!" diye bir şey mi var?

Yok tabii. Peki bu kadın neden sarışın? "Bu ülkede bu tutar" diye mi? Yoksa, gizli gizli hep sarışın mı olmak isterdin?

- Bunu sen yarattın! Her Türk erkeğinin gönlünde bir sarışın zaten vardır, sen de gittin bunun akıllı, becerikli, gazeteci versiyonunu yarattın... Ve bitirdin mevzuyu! Almanya’dan çok sarışınımız var artık. "Röfle abla cenneti" olduk. Oryale akıtılan paranın haddi hesabı yok! Çağdaş kadın demek, röfleli olmak demek. Modern kadının tesettürü gibi bir şey sarı saç. Şehirli, kendine güvenen, çalışan bir kadın yaratmak istediğin zaman, kostümde sarı saç olması kaçınılmaz...

O sarı saçlarıyla Mutlu’nun yazmaya utanacağı şeyleri mi yazdı Tuğçe Baran?

- E herhalde! Mutlu, ciddi kızdır. Mikro enjeksiyonla ürer o! Akmaz. Kokmaz, bulaşmaz. Dı.. Artık o da cozuttu... Yakın çevremden utandığım yoktu ama yani bakkala, çakkala kendin gittiğin sürece nereye "full macera" yazıyorsun! Hepi topu iki tane seks yazım var buna rağmen kim olduğumu keşfedenin ilk lafı "Seni gidi seni" oluyor! "Ben senin ne halt yediğini biliyorum" parıltısıyla bakmaya başlıyor. Yüzün falan kızarıyor...

Şimdi de öldürüyorum, hayata Mutlu Tönbekici olarak devam ediyorum

Hep meşhur mu olmak istedin?

- Bilmem. Öyle mi görünüyorum? Öyle galiba. Olmak istemiyorum diyene de inanmam...

Peki bu bir çelişki değil mi? Mutlu Tönbekici değil, Tuğçe Baran meşhur oldu...

- Prova yaptık diyelim.

Davetler, iltifatlar, küfürler... Bütün her şey ona geliyordu. Öyle değil mi? Onu hiç kıskanmadın mı?

- Yıllarca Reina, Laila giriş kartları Tuğçe Baran adına geldi. Allahtan gece kuşu değilim. Çok umurumda olmadı. "TB’ye sevgilerle" şeklinde imzalanmış kitapları özenle koruyacağım tabii. Küfürler kimin umurunda...

İnsan bir an gelip, "O aslında benim, benim!" diye bağırma ihtiyacı hissediyor mu?

- Arada ciddi yazılar yazdığımda, "Sen kimsin ayol, otur oturduğun yerde aptal sarışın seks yazarı" dedikleri zaman... Galiba. Ama artık kumralım. Buyurun şimdi konuşalım!

Peki "Tuğçe benim!" dediğinde ne tür tepkiler aldın?

- Bu da çok acayip. Yarıya yakını "Ama sen ondan güzelsin!" diyor. Hani sanki çirkinliğimden utanmışım da, o yola gitmişim gibi. Bir bölümü sinirlenip hesap soruyor: "Niye böyle yaptınız. Ne gereği vardı? Niçin yani? Olmaz ki ama..." "Aziz Nesin’in 21 tane takma ismi vardı" diyorum, şaşırıyorlar falan. Bir bölümü gülüyor tatlı tatlı, bir bölümü susup kalıyor. Yalan söylediğimi düşünen de oldu. "Hı hı.. Ben de Ayşe Arman’ım zaten!" dedi mesela biri. "İyi" dedim, "Memnun oldum..."

"O beni yuttu" diye düşündüğün oldu mu?

- Önceleri evet. Ama sonra ben yaladım yuttum, parçaladım onu.

Mutlu Tönbekici olmak yerine mahkeme kararıyla adını Tuğçe Baran’a değiştirsen, her şey daha kolay olmaz mıydı!

- Suratı da ameliyat mı ettirecektim peki? O zaman daha da komik bir şey söyleyeyim: Ben bu Tuğçe ismini en gıcık olduğum isim olduğu için seçmiştim. Ve şimdi millet beni o isimle çağırıyor iyi mi? İnanılır gibi değil!

Tuğçe’ye hayran erkeklerle nasıl baş ediyordun?

"Yürrrü, anca gidersin!" politikasıyla...

Sen mi daha güzelsin Tuğçe mi!

- O tabii ki. Şunun dudaklarına bak! Benimkinin iki katı. Yavrum benim!

Seninki Frankestein sendromu mu? Yarattığın şey, canavara mı dönüştü? Senin için tehlikeli mi olmaya başladı?

- Abartmayalım. O kadar da değil. Sıkıldım diyelim. Bir de bilmeyen kalmadı! Pakize Suda’sından Engin Ardıç’ına herkes yazdı "Tuğçe Baran, Mutlu Tönbekici’dir" diye. En son geçen Pazar Perihan Mağden de açık açık yazdı...

Sen de artık Tuğçe’yi öldürüyorsun...

- Evet. Geçen eylülden beri niyeti bozmuştum ama nasıl olacak bir türlü bilmiyordum. Bir yıldır Nişanyan Küçük Oteller Kitabı’nın editörlüğünü de yapıyorum. Nisan ayında bu işe yoğunlaşınca yazılara ara vermek zorunda kaldım. Genel Yayın Yönetmenimiz Tayfun Bey, sağ olsun çok anlayış gösterdi bu konuda. Bir aydır yazmıyordum. Dedim ki, "Fırsat bu fırsat. Geri dönüşüm orijinal formatta, ete kemiğe bürünmüş olarak olsun..."

Peki bu cinayeti işlerken yakalanmaktan korkmuyor musun!

- Suçu senin üzerine atarım! "Sarışın, sarışını çekemedi" derim. Suç ortağımsın farkındaysan...

Onu nerede, ne şekilde öldürmeyi düşünüyorsun?

- Şu an şurada öldürmekteyiz! Dikkat et üzerine kan sıçramasın...

Son soru: Mutlu adıyla onun şöhretini sürdürebileceğine inanıyor musun?

- O tren gibi korkunç soyadım olmasa daha avantajlı olabilirmişim gibi geliyor ama dur bakalım. Denize atladık artık. Niye olmasın? Ruh aynı! Kaporta değişti o kadar. Asık suratlı, dünyayı hıyar gibi ciddiye alan bir politika yazarı olacak değilim. Fakat, her şey o sarı kafanın marifetiyse eğer, var ya, yemin ederim gider Antarktika’ya falan yerleşirim! Bir daha da adım atmam buraya...

TUĞÇE’YE BENZEMEYEN TEK YANIM

Anne hikayelerim. Yazmaya başlamadan kısa bir süre önce kaybettim onu. Yokluğu kahrediciydi. Çok acı çekiyordum. Yazılarımda yaşatmaya karar verdim. Gerçek annem yaşasaydı yapmayı düşündüğü şeyleri yaptırdım sanal anneme. Çünkü hepsi içinde kalmıştı. O süreçte iyi geldi bana. Rahatlattı. Yazık ki bugün o da öldü. Sanalı da yok artık.

Artık kumralım buyurun şimdi konuşalım

Hep meşhur mu olmak istedin?

- Bilmem. Öyle mi görünüyorum? Öyle galiba. Olmak istemiyorum diyene de inanmam...

Peki bu bir çelişki değil mi? Mutlu Tönbekici değil, Tuğçe Baran meşhur oldu...

- Prova yaptık diyelim.

Davetler, iltifatlar, küfürler... Bütün her şey ona geliyordu. Öyle değil mi? Onu hiç kıskanmadın mı?

Yıllarca Reina, Laila giriş kartları Tuğçe Baran adına geldi. Allahtan gece kuşu değilim. Çok umurumda olmadı. "TB’ye sevgilerle" şeklinde imzalanmış kitapları özenle koruyacağım tabii. Küfürler kimin umurunda...

İnsan bir an gelip, "O aslında benim, benim!" diye bağırma ihtiyacı hissediyor mu?

- Arada ciddi yazılar yazdığımda, "Sen kimsin ayol, otur oturduğun yerde aptal sarışın seks yazarı" dedikleri zaman... Galiba. Ama artık kumralım. Buyurun şimdi konuşalım!

Peki "Tuğçe benim!" dediğinde ne tür tepkiler aldın?

- Bu da çok acayip. Yarıya yakını "Ama sen ondan güzelsin!" diyor. Hani sanki çirkinliğimden utanmışım da, o yola gitmişim gibi. Bir bölümü sinirlenip hesap soruyor: "Niye böyle yaptınız. Ne gereği vardı? Niçin yani? Olmaz ki ama..." "Aziz Nesin’in 21 tane takma ismi vardı" diyorum, şaşırıyorlar falan. Bir bölümü gülüyor tatlı tatlı, bir bölümü susup kalıyor. Yalan söylediğimi düşünen de oldu. "Hı hı.. Ben de Ayşe Arman’ım zaten!" dedi mesela biri. "İyi" dedim, "Memnun oldum..."

"O beni yuttu" diye düşündüğün oldu mu?

- Önceleri evet. Ama sonra ben yaladım yuttum, parçaladım onu.

Mutlu Tönbekici olmak yerine mahkeme kararıyla adını Tuğçe Baran’a değiştirsen, her şey daha kolay olmaz mıydı!

- Suratı da ameliyat mı ettirecektim peki? O zaman daha da komik bir şey söyleyeyim: Ben bu Tuğçe ismini en gıcık olduğum isim olduğu için seçmiştim. Ve şimdi millet beni o isimle çağırıyor iyi mi? İnanılır gibi değil!

Tuğçe’ye hayran erkeklerle nasıl baş ediyordun?

"Yürrrü, anca gidersin!" politikasıyla...

Sen mi daha güzelsin Tuğçe mi!

- O tabii ki. Şunun dudaklarına bak! Benimkinin iki katı. Yavrum benim!

Seninki Frankestein sendromu mu? Yarattığın şey, canavara mı dönüştü? Senin için tehlikeli mi olmaya başladı?

- Abartmayalım. O kadar da değil. Sıkıldım diyelim. Bir de bilmeyen kalmadı! Pakize Suda’sından Engin Ardıç’ına herkes yazdı "Tuğçe Baran, Mutlu Tönbekici’dir" diye. En son geçen Pazar Perihan Mağden de açık açık yazdı...

Sen de artık Tuğçe’yi öldürüyorsun...

- Evet. Geçen eylülden beri niyeti bozmuştum ama nasıl olacak bir türlü bilmiyordum. Bir yıldır Nişanyan Küçük Oteller Kitabı’nın editörlüğünü de yapıyorum. Nisan ayında bu işe yoğunlaşınca yazılara ara vermek zorunda kaldım. Genel Yayın Yönetmenimiz Tayfun Bey, sağ olsun çok anlayış gösterdi bu konuda. Bir aydır yazmıyordum. Dedim ki, "Fırsat bu fırsat. Geri dönüşüm orijinal formatta, ete kemiğe bürünmüş olarak olsun..."

Peki bu cinayeti işlerken yakalanmaktan korkmuyor musun!

- Suçu senin üzerine atarım! "Sarışın, sarışını çekemedi" derim. Suç ortağımsın farkındaysan...

Onu nerede, ne şekilde öldürmeyi düşünüyorsun?

- Şu an şurada öldürmekteyiz! Dikkat et üzerine kan sıçramasın...

Son soru: Mutlu adıyla onun şöhretini sürdürebileceğine inanıyor musun?

- O tren gibi korkunç soyadım olmasa daha avantajlı olabilirmişim gibi geliyor ama dur bakalım. Denize atladık artık. Niye olmasın? Ruh aynı! Kaporta değişti o kadar. Asık suratlı, dünyayı hıyar gibi ciddiye alan bir politika yazarı olacak değilim. Fakat, her şey o sarı kafanın marifetiyse eğer, var ya, yemin ederim gider Antarktika’ya falan yerleşirim! Bir daha da adım atmam buraya...

SELAHATTİN DUMAN YAZIYOR DENDİ

Önce hoşuma gitti. "Vay be" dedim, "Demek ki bir yazı marifetim var ki benzetiyorlar." Sonra baktım, alışverişleri ben yapıyorum, bonuslar ona gidiyor. Bana "Selahattin Ağbi" diye mailler geliyor. "Yok artık" dedim. Bin kere yazdım da... Ama onun deyimiyle "what fayda?"

TUĞÇE NEDEN BU KADAR TUTTU?

BİR: İçtenlik fark edilen bir şey. Samimi taklidi yapamazsın. İKİ: Vahşiyim. Dellendim mi on kaplan gücünde oluyorum. ÜÇ: Ne köşeciliği ne kendimi gereğinden fazla ciddiye alıyorum. DÖRT: Köşesiyle dünyayı ve memleketi kurtaracağını sanan sersemlerden değilim. Yetmez mi?

GEYİKTEN SİYASİ YAZILARA NEDEN DÖNDÜ?

Hiçbir zaman tam ilgisiz değildim. Ama Hrant Dink’in ölümü seyri değiştirdi. Kayıtsız kalabileceğim bir şey değildi. Görev dağılımı, köşenin çerçevesi falan darmaduman oldu. O, orada öldürülmüş yatarken okuduğum romandan, gittiğim filmden bahsedebilir miydim? Sonra biliyorsun, korkunç bir yaz geçirdik... Memleket Musa’nın Kızıldeniz’i gibi ikiye ayrıldı. Hiç bulaşmaya niyetim yokken kendimi fena halde ayrılmış denizin tam ortasında buldum. Her iki taraf da korkunç görünüyordu. Her iki tarafı da, kıyasıya eleştirdim. Ve bil bakalım adım neye çıktı? "Satılık kalem. AKP yalakası!" Orada film koptu.

İŞTE, MUTLU TÖMBEKİCİ'NİN İLK YAZISI:

İtiraf ediyorum: Tuğçe’yi ben öldürdüm

Bu kumral da kim, nerede bizim sarı kafa, ne oldu ona, kovdunuz mu, öldürdünüz mü diyenlere bodoslama cevap vereyim:
O bendim.

Tuğçe Baran takma ismi ve takma fotosuyla altı küsur yıldır ben yazıyordum o yazıları.
Nedeni niçini uzun hikaye... Veya kısa: Rahat etmek için diyelim. Doğal olabilmek için diyelim. Ve hatta utangaç oluğum için diyelim. Bir sabah yaz dediler, dedim ben kendimi hiç kasmayayım, kendi ismimle yazarsam sıkıcı olur, takma isimle ya Allah der dalarım dedim, iyi dediler, o zamanki editörüm (şimdi Akşam gazetesinde ekonomi müdürü) matrak adam Levent Ertem de nereden bulduysa bulmuş o fotoyu ve ismi, öyle gitti 7 yıldır.

Ne yalan söyleyeyim iyi bir ‘manto’ idi TB mantosu. Bir nevi görünmezlik, bilinmezlik mantosuydu. Sayesinde hiç olmayacak yerlerde özgürce dolaştım, hiç olmayacak insanlarla rahat rahat sohbet ettim, arkadaş oldum ve rahat rahat da yazdım. Güzel, eğlenceli yıllarımız geçti TB mantosuyla. Avantajları pek çoktu yani.
Ama işte gün oldu, devran döndü “manto” sıkmaya başladı. Avantaj dezavantaja dönmeye başladı. Soğuk günlerde iyiydi güzeldi ama “sıcak” günlerde bunaltmaya başladı. Yazılar değişti, mevzular ciddileşti, koca koca adamlar “Tuğçaaanım” diye telefonlar etmeye başladı. Bakan yardımcıları, müsteşarlar, oda başkanları vs. Yani “olacak şey değil” olmaya başladı durum. Sevenlerime karşı mahcup olmaya başladım. Sevmeyenlerime karşı da savunmasız çünkü onlar da vurmak için “sarışınlık” ve kardeşi “aptallık” üzerinden vurmaya çalıştılar. “Aptal sarışın gene şunu yumurtladı” gibi.

Öte yandan mahalle bazında da fena halde deşifre oldum. Meğer mahallenin tamamı bilirmiş zaten benim kim olduğumu! Nasılsa tanınmıyorum, bilinmiyorum diye elektrikçiden “yakışıklı delikanlı ah ah” diye söz ediyorum, sonra dükkanına gittiğimde teşekkür ediyor çapkın çapkın.
Hadeee..
Ben o an hangi priz deliğine gireceğimi bilemiyorum.
Özetle artık neresinden tutsan elde kalan bir manto vardı elimde.
Mahalle bildikten sonra cümle alem de bilsin dedim ve bu kararı aldım.
Diyeceğim şu: Ruh aynı ruh. Kalem aynı kalem. Kafa aynı kafa. Değişen tek şey: kaporta.
“Biz o sarı kafanın hastasıydık, yok illa onu istiyoruz” diyenlerdenseniz eğer yapacak bir şeyim yok. Üzgünüm. Tuğçe Baran öldü. Dead. Finito. The end. Nos. Bu saatten sonra da kafayı sarıya boyatamam.. Devir kumralların devri... (diye de sallayalım)

***



Peki ama mühim soru şu: Değişen bir şey olacak mı?
Olmayacak. Tek bir konu hariç yazdıklarımın hepsi hakikaten başımdan geçen olaylardı. Çok içten, çok dürüst yazdım ne yazdıysam. Başımdan geçenler de sosyolojik, psikolojik, politik görüşlerim de arkadaşlarım da seyahatlerim de gerçekti.
Gerçek olmayan tek bir konu da şu: Annem. Annem yazık ki yaşamıyor.
Yazmaya başladıktan kısa bir süre önce annemi kaybetmiştim. Yokluğu kahrediciydi. Eksikliğini çok hissediyordum. (Halen de hissediyorum) O zaman dedim yazılarımda yaşatayım. Yaşasaydı yapmak istediklerini “sanal annem” Günay Hanım’a yaptırdım. Zira gerçek annem talihsiz bir kadındı ve bir sürü şey içinde kalarak veda etti bu dünyaya. Bugün, Günay Hanım da vefat etti. Ne yapalım. Böyle. Allah her ikisine de rahmet eylesin.
“Ama bizi kandırdın” diyeceklere son cümle olarak şunu diyeyim:
Aziz Nesin’in de onlarca takma ismi vardı. En ünlüsü de Vedia Nesin’di. Oğlu Ali Nesin’den öğrendiğime göre Orhan Kemal gerçek bir kadın sanıp aşk mektupları bile döşenmiş Vedia Hanım’a!
Diyeceğim şu: Yatıp kalkıp dua edin, en azından bugünkü itirafı “pala bıyık bir bir ağbi” yapmıyor.
Kısacası: Vatana millete hayırlı olsun. Hoş buldum.

Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 12:06

İLGİLİ HABERLER