KAYNAK : Haber Vitrini
ODTÜ Konut Araştırmaları Merkezi (KAM) Başkanı Doç. Dr. Gül Asatekin, Türkiye'de Batı'dan öykünmeci bir tavırla alınan projelere göre üretilen konutların Türk ailesinin yaşam tarzına uymadığını, bu nedenle konutu alanların bir süre sonra tadilata giriştiğini söyledi.
Doç. Asatekin, Türkiye'de konut üretimi konusunda Türk ailesinde mutfağın geniş bir kullanım alanına hizmet verdiğini, bütün aileyi bir araya topladığını hatırlattı. Bu nedenle yeni konutlardaki küçük mutfakların, bu ihtiyaca yanıt vermemesine karşın, insanların daha küçük masa ve sandalyeler kullanarak mutfakta yemek yeme alışkanlığını sürdürdüğünü belirtti.
Türk ailelerinde oldukça önemli bir depolama alışkanlığının bulunduğunu, eskiyen şeylerin ''tekrar moda olur veya birisine lazım olur'' diye hemen atılmadığını, misafire kullanılacak eşyaların ayrı tutulduğunu, çeyiz için pek çok eşya alındığını anlatan Doç. Asatekin, modern konutlarda bu ihtiyaç da gözönüne alınmadığı için, çoğu zaman balkonların ya da alaturka tuvaletlerin kapatılarak depoya dönüştürüldüğünü ifade etti.
Balkonların, eski Türk evlerindeki ''avlunun'' işlevini yerine getiremediğini, mahremiyeti sağlayamadığını kaydeden Doç. Gül Asatekin, konuta girerken ayakkabıların dışarıda bırakılma alışkanlığı sürdüğü için, giriş bölümünün çok küçük tutulması nedeniyle, en modern sitelerde bile ayakkabıların kapının dışında çıkarıldığının görüldüğünü söyledi.
Asatekin, modernist yaklaşım yatılı misafir alışkanlığını düşünmediği için, Türk ailelerinde çek-yat kullanımının da en yoğun biçimde devam ettiğini kaydetti.
Konut yapım sektöründe işin mimari boyutunun tartışılmadığını, ''anıtsal yapı yapma'' peşindeki mimarların da genellikle konut sektöründen uzak durduğunu anlatan KAM Başkanı Doç. Asatekin, kooperatifler veya toplu konut yapımcılarının, Türk ailesinin alışkanlıklarını da dikkate alan hiç bir mimari arayış içinde olmadığını ifade etti.
Konutta, ihtiyaçları karşılamaktan ziyade ''prestijin'' ön plana çıktığını belirten Doç. Gül Asatekin, bu nedenle, her dönemde, farklı ''prestij mahalleri veya semtleri'' ile ''prestij konut modellerinin'' ön plana çıktığına işaret etti.
Doç. Asatekin'in verdiği bilgiye göre, 1960'larda ''2 oda+salon salomanje'' moda iken, 1970'lerde ''3 oda, L salon ve şömine'' prestij göstergesi oldu. 1980'lerde, tüketim toplumuna yöneliş nedeniyle konutta ithal malzeme, İtalyan seramikler, fayanslar, hayvan figürlü musluklar kullanımı ön plana çıktı. Daha sonra konutlarda müstakil veya apartman dubleks modeller, şimdilerde ise müstakil tripleks, havuzlu villalar moda oldu. Altyapının yeterli olmadığı, yol, su, elektrik, ısınma sorunun yaşandığı Ankara'ya çevre uzak köylerde bile, kooperatiflerce villa yapılır oldu. Aileler, ulaşım için iki araba kullanmak, dubleks, tripleks ''villalarını'' ısıtmak için, maaşları kadar yakıt parası ödemek durumunda kalabiliyor.
Aileler giderek küçülmesine karşın, yine Batı'daki akımlara uygun olarak, 2 banyolu, 3 banyolu evler yapılıyor. Türkiye güneş zengini bir ülke iken, villalara solaryum bile konuluyor.
Batıda modernizmin ilk yıllarında ''sağlıklı yaşam'' için tercih edilen uydu kent yerleşimlerinin, ulaşım ve işle ilgili sorunlar nedeniyle terk edildiğini vurgulayan KAM Başkanı Asatekin, ekonomik krizle birlikte, modernist yaşamanın maliyetine katlanamayan ailelerin kente dönüşünün artacağı tahmininde bulundu.
Ankara'da Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Hacıbayram ve Kale civarı ''prestij semtleri'' iken, daha sonra Kızılay ve Bahçelievler semtleri tercih edildi. Keçiören, modern bir yerleşme örneği olarak planlanmasına karşın, kentin gelişimine ters yönde kalarak, önemini yitirdi. Atatürk Bulvarı'nın Çankaya'ya kadar uzanması, Kavaklıdere, Ayrancı, Gaziosmanpaşa, Küçükesat'ın canlanmasını sağladı. 1980'lerde başlayan kentten kaçış, 1990'larda patlama noktasına ulaştı. Batıkent ve Ümitköy belediye tarafından tasarlanmışken, Çayyolu ve Konutkent esas ''prestij alanına'' dönüştü. Artık, Polatlı'ya kadar olan yol üzerinde villa tipli konutlar yapan kooperatifleri görmek mümkün.
Türkiye'de konut araştırmalarının sadece planlamaya dönük değil, mimarlık sorunu olarak da görülmesi gerektiğini vurgulayan Doç. Gül Asatekin, şu anda konut açığından değil, konut fazlalığından bile söz edilebileceğine dikkati çekti.
İmar planlarında aşamalandırma yapılmaması, 2025'teki nüfusa göre planlanan alanların aynı anda imara açılması nedeniyle, her yerde pıtrak gibi kooperatif inşaatı başladığına işaret eden Doç. Gül Asatekin, şu değerlendirmede bulundu:
''Konut çok önemli bir yatırım aracı olarak görülüyor.
Kooperatifler gerçek ihtiyaç için değil, yatırım amaçlı üretim yapıyor. Profesyonel kooperatifler ve kooperatifçiler yaygınlaşıyor.
Var olan konut stoku dikkate alınırsa, konut açığı var demek çok zor.
Onarım kredisi verilmesi halinde, var olduğu öne sürülen konut açığı sorunu daha kolay çözülür. Böylece hem eski mimari yapılar, hem de kentin mimari belleği korunabilir.'' Kamu kuruluşlarının bölge müdürlüklerinin kapatılması ile bu alanların da potansiyel arsa haline geleceğine işaret eden Doç. Gül Asatekin, yeni bir doğal kıyıma neden olmaması için, bu stokun doğru kullanılması gereğini vurguladı.
ODTÜ KAM Başkanı Doç. Asatekin, ''Liberalleşme adına kamu alanlarının spekülasyona açılması önlenmeli. Devlet elindekini mirasyedi gibi harcayamaz. Arsaları özel sektöre açarken, kısa vadeli karları değil, uzun vadeli kazanımları dikkate almalı'' dedi.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:50