Medya
  • 29.11.2002 11:55

"MEDYADA BEYAZ SAYFA" AÇILMASINI İSTEYEN ERTUĞRUL ÖZKÖK'E NAZLI ILICAK'TAN CEVAP VAR...

KAYNAK : Haber Vitrini CHP, MEDYA VE DERİN DEVLET Yazacak o kadar çok şey var ki. Bir yandan laiklik uyarısı yapan Deniz Baykal, öte yandan "Şantaj medyası ve medya mafyasını" tartışan Ertuğrul Özkök. Başörtüsü konusunun halâ gündemden düşürülmemesi, dokunulmazlık meselesi... Özkök ve medya Konuları sırayla ele alalım: Ertuğrul Özkök, hükûmetten eşit muamele istiyor; medyada etik kurallara özen gösterilmesini talep ediyor: "Bazı köşelerde atılan iddiaların, edilen hakaretlerin gerçek birer insan hakkı ihlâli olduğunu, bir çok insanın bu köşelerde yargısız infazlara uğradığını, mağdur, hatta mazlum durumuna düşürüldüğünü yazıyorum... Son yıllarda, mesleğimize musallat olan çok vahim bir gelişme daha var: Medya şantajcılığı... Bir gazetenin sahibi olan grubun sorunu mu var? Kurumun başındaki insan, günlerce, aylarca ağır bir medya terörü altında inletiliyor... Türk basınında şantaj gırla gidiyor. Bu böyle giderse, önümüzdeki dönem, görevini rahatlıkla ve dürüstçe yapacak tek bir kamu görevlisi bulmakta zorlanacağız... Medyanın, kamu görevlileri, hâkimler, siyasiler ve toplumun bütün kesimlerindeki insanların üzerinde şantaj yapmasını engelleyecek yasaların çıkarılmasının takipçisi olacağız." (27.Kasım.2002 - Hürriyet - Ertuğrul Özkök) Özkök, iktidarın eşit davranmasını isterken haklı. Keşke bu talebini, Mesut Yılmaz'ın ve Batı Çalışma Grubu'ndan Erol Özkasnak Paşa'nın talimatıyla, bizler, çalıştığımız gazetelerden atılırken seslendirseydi. Keşke, Mehmet Ali Ilıcak ve Emin Şirin'e, kendi medya grubu yargısız infaz yapıp, hâkimleri etkilemeye gayret ederken dile getirseydi. Keşke, Emin Çölaşan'ın yazılarına verdiğimiz cevapları yayınlamaya çabalasaydı. Hiç değilse, ufak bir telefon edip, "Basın ahlâkı açısından yayınlamam lâzım ama, patrona ters düşmemek için açıklamanızı koyamıyorum" deseydi. Mehmet Ali Ilıcak ve Emin Şirin hakkında savcının yazdığı iddianame baştan aşağı Hürriyet'teki kupürlere dayanıyordu. Ne yazık ki, her ikisinin beraat ettiği haberi gazetelerinde pek yer almadı. Beyaz sayfa "Bu yeni dönemde bir beyaz sayfa açalım" diyorsa, ben de, şahsen, bu görüşüne katılırım. AK Parti iktidarı, Mesut Yılmaz hükûmetinin yaptığını yapmamalı. Kimsenin nafakasıyla uğraşmamalı. Hakkı olan medya patronuna, hakkını vermeli. Hakkı olmayan ise, siyasi yakınlık dolayısıyla abad edilmemeli. Sözümüz Ertuğrul Özkök'e değil. Özkök daima "Sil baştan" demesini bilmiş, farklı düşünenlerle diyalog aramaya çalışmıştır. Ama zaman zaman romantik solcu, sosyolog ve bilim adamı kimliğini, Kartel medyasının karanlık koridorlarında kaybetmiştir. Belki de, insanları rencide ettiğini, üzdüğünü, hatta bazı hayatları yıktığını fark etmeden, "sırça köşkünde", adil davrandığını zannetmiştir. "Şıllık" RTÜK Yasası'ndan bir örnek vermek istiyorum: Yasa, Meclis'te tartışılırken, aleyhte konuştuğum için, Doğan Grubu'nun bütün gazeteleri elbirliği ile beni topa tuttu. Emin Çölaşan "Şu bizim Nazlı" başlığı ile, 2 gün üstüste kaleme aldığı makalesinde, şahsıma ağır hakarette bulundu; bununla yetinmeyip, son pragrafında İlhan Selçuk imzalı ve matufiyeti belli olmayan "Şıllık" başlıklı bir yazıyı bana atfederek yazdı: "...Şıllık sürtünür, bulaşır, siftinir, her dakika kendisini sorun yapmak ister. Aldırmazsan bozulur, insandan sayarsan ödetir. Bir şey söylemeye kalksan çamurlaşır. Görmezlikten gelsen edepsizleşip, yırtınır. Bunlar toplumsal rezilliğin gübresiyle beslenir. Peki ne yapalım? Ne yapacağız, şıllık işte! Şıllıkla baş edilmez, boş vereceksin." (30 Mayıs 2001 - Hürriyet - Emin Çölaşan) Aynı "Şıllık" yazısını Milliyet gazetesinde Tuncay Özkan da sütununa almıştı. Şöyle diyordu Özkan: "İlhan Ağabey 'Şıllık' demiş ya, tam üstüne basmış. Bu şıllık gerçekten inanılmaz. Önceleri ağzından çıkanı kulağı duymuyor sanmıştım. Sonra bütün o söylediklerinin, yazdıklarının ağır kokusunu alınca, ne menem bir adi olduğunu anladım. Şeytanın temsilcisi demişti geçenlerde bir arkadaşım. Yanılıyorsun dedim, şeytanın ta kendisi. Yalan, iftira, çamur ne ararsanız var onda... Şıllık şeytan kumpasta da en öndedir. Kimselere kaptırmaz sırasını. Kırk kocanın artığı, bakire numarası yapar. Ayıplarını başka ayıplarla kapattığını sanır. Tükürseniz kâr etmez, söyleseniz kâr etmez. Çünkü ar-haya duygusu yoktur. Bakışlarındaki sinsilik yılanları korkutur. Şimdi kürsüde kusuyor yalanlarını. Ama nafile, maskesi elimizde." (29 Mayıs 2001- Milliyet - Tuncay Özkan) Sırf RTÜK Yasası'nı eleştirirken, Born Holding'ten ve Milliyet hisseleri üzerindeki manipülasyondan söz ettiğimiz için Aydın Doğan'ın 2 yazarı, iki farklı gazetede "Şıllık" başlığı altında bize hücum etmişti. Bugün onlarla görüşmemiz, hafıza zaafından değil, hoşgörümüzden kaynaklanıyor. Çünkü kem söz sahibine aittir. Evet beyaz sayfa açalım ama, evvelce yapılanları da kısaca hatırlayalım. Benim siyasi yasaklı olmamı, Fazilet'in kapatılmasından daha önemli görerek, manşete taşıyan Hürriyet gazetesi değil miydi? ("FP'yi de yedi... Nazlı Ilıcak, laik cumhuriyete aykırı eylemleriyle Fazilet Partisi'nin kapatılmasına sebeb oldu" diyordu Hürriyet gazetesi 23 Haziran 2001 tarihli nüshasında.) Yavuz hırsız Deniz Baykal'ın laiklik vurgusu, medyadaki manşetlerle ve Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemi ile birlikte ele alınınca, birilerinin gayritabiî gelişmelere zemin hazırlamak istediği ortaya çıkıyor. Bakanların veya Başbakan'ın her resmi davete katılışında, başörtüsü konusu, onu takanları aşağılayacak bir biçimde gündeme mi getirilecek? Sonra da, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misâli, "Başörtüsü konusu kapanmıştır. Bunu gündeme taşıyıp, toplumu germeyin" diye AK Partililere mi çatılacak? Görmezden gelerek bir sorun çözülemez. Üniversitelere giden genç kızların başörtüsü takması, laiklik ilkesinin gereğidir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde üniversitelerde başörtüsü yasağı yok. Başörtüsüne ilişkin tek tük yasak, lise seviyesindeki okullarla, kimi zaman öğretmenler ve bazı devlet memurlarını kapsıyor. Fransız Danıştay'ı Laikliği en katı biçimde uygulayan Fransa'da, üniversitelerde değil, liselerde takılan başörtüsü Danıştay'ın yargısına sunulmuştur. Danıştay, türban takma fiilinin, kurumun iç düzenini bozup bozmadığının ve hizmetin normal işleyişini engelleyip engellemediğinin her somut olayda münferit olarak incelenmesi gerektiğini ve sadece bunlara uymayanlara ceza verilebileceğini hükmetmiştir. Conseil d'Etat adını taşıyan Fransız Danıştay'ı, bütün kararlarında, yukarıdaki ictihadını tekrar etmiş ve hatta ifadesini daha da netleştirerek, salt türban takma fiilinin, doğası gereği bir baskı aracı ve ayrılıkçılık niteliğinde olmadığını, ayrıca bu fiilin laiklik ilkesine aykırı düşmediğini açıkça belirtmiştir. Hatta bir okulda türbandan kaynaklanan, okul içi düzeni ve dolayısıyla hizmeti aksatan bir olay söz konusu olsa bile, bu olaydan sonra, o okulda genel bir türban yasağı konamayacağına ve sorumluların münferit olarak cezalandırılması gerektiğine karar vermiştir. Danıştay, beden eğitimi dersine türbanını çıkartmamak için katılmayan, yüzme, dans ve müzik derslerine dinî sebeblerle girmeyi reddeden öğrencilerin okuldan uzaklaştırma cezalarını hukuka uygun bulmuştur. İdari yargı hâkimleri, türban takmanın, kadın-erkek eşitliğini bozan bir eylem olarak nitelendirilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Fransız yargısı, laikliği inanç özgürlüğü ile kamu hizmetlerinin gerekleri arasında bir denge kurma aracı olarak görmektedir. Yargının bu denge kurmada birincisine, yani inanç özgürlüğüne öncelik verme eğiliminde olduğu söylenebilir. (1) Dokunulmazlık Tartışılan konulardan biri de dokunulmazlık meselesi. Belki de, Deniz Baykal'ın eleştirilerinde en haklı olduğu husus dokunulmazlık maddesinde yapılacak değişikliklerin ertelenmesi. Ama, yargıya güvenin sarsıldığı bugünkü ortamda, henüz "dikine duramayan" Tayyip Erdoğan'ın, düzenlemeleri önümüzdeki seneye bırakmasını da doğal karşılayabiliriz. Zaten, önemli olan, milletvekillerinden ziyade Bakan ve Başbakan'ın Yüce Divan'a sevkini sağlayan 100'üncü maddedir. Burada bir mutabakat temin etmek vakit gerektirir. 83'üncü maddeyle birlikte 100'üncü madde de ele alınmalıdır. Milletvekilli dokunulmazlığına öncelik vermenin bir anlamını biz de göremiyoruz. Eğer yargılanan bazı AK Partili milletvekillerinin dava süreci devam etsin isteniyorsa, fezleke Meclis'e sevkedildiğinde o dava ile ilgili dokunulmazlıkları kaldırılabilir. Kaldı ki Tayyip Erdoğan milletvekili değil ve halen yargılanıyor. Öte yandan Deniz Baykal'ın Mesut Yılmaz hükûmeti döneminde, ihaleye fesat karıştırıldığı iddia edilen Karadeniz duble yolunda, dönemin Bayındırlık Bakanı'na destek verdiği, hesap sorulmasının önünü kestiği unutulmamalıdır. Baykal'ın laiklik ve dokunulmazlık çıkışlarında istismar kokusu seziliyor. Oysa bu Meclis, daha etkili ve inandırıcı muhalefete lâyık. Dip not: (1): Fransız İdare Mahkemesi kararları hakkındaki bilgiler Arnkara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Ali Ulusoy'un "Türkiye Günlüğü" isimli dergide çıkan makaleden alınmıştır. (Nazlı Ilıcak/ Yeni Şafak) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:47

İLGİLİ HABERLER