Gündem
  • 20.4.2003 12:23

MEHMET BARLAS, KÖŞE YAZARLIĞI'NI MASAYA YATIRDI

Köşe yazarlığı, bizim meslekte bir rütbe midir? Bir gazetede "Köşe Yazarı" olmak, bazılarına göre medyada rütbe kazanmak gibidir.. Örneğin bir muhabir, "Haber"i hazırlamak için canını dişine takar.. Sonra bu haberi yazıişlerine kabul ettirmeye çalışır.. Başarırsa, ertesi gün haberini ve imzasını gazetede görür. Oysa köşe yazarı, ne yazarsa yazsın, ertesi gün o yazı gazetedeki köşesinde, imzası ile çıkar.. Yani bir muhabir için, köşe yazarlığına geçiş, rütbe almak ve rahatlamak demektir.. Tabii ki yanlış bir yaklaşım bu.. Bir baritona "İleride inşallah tenor olursunuz" demek gibi bir şey bu.. Köşe yazarı da, başarılı bir muhabir kadar başarılı olmak için, çok çalışmak, çok okumak ve yazılarını okutmak zorundadır.. Bir gazetede "Köşe" sahibi olmak, her açıdan çok ağır sorumluluklar getirir.. Medya ekonomisi açısından, köşe çok pahalı bir alandır.. Her köşe yazarı, kendisine ayrılan alanın ilan bedeli olan karşılığını hesaplasa, işgal ettiği yerin parasal değerini anlar.. Ayrıca, her köşe yazarı, her gün, on binlerce öğretmenin karşısında bilgi, görgü, mantık ve dil bilgisi sınavı verir.. Okurun gözünden, hiçbir şey kaçmaz.. Tabii bir de ceza ve siyaset sorumlulukları vardır.. Davalara hedef olursunuz veya susturulabilirsiniz.. "Yedigün" dergisinde, 29 Ağustos 1939'da, Server Bedi (Peyami Safa) tarafından yazılan "Muharrirlikte nasıl tutunabilirsiniz" başlıklı yazıyı hatırlayalım.. Bu, kapatılan "Medyakronik"te, Feza Kürkçüoğlu tarafından da yayımlanmıştı, 15 Nisan 2002'de.. Şöyle diyor bizim mesleğin büyük isimlerinden Peyami Safa.. - Diploma mı? Ne gezer! Bu cadde pek çok diplomalılar da görmüştür. Paris, "ulumu siyasiye" politeknik, Sorbon mezunları, Kembriç ve Oksford'dan parlak diploma almış olanlar da bizim yokuşa uğramışlar, tek gözlüklerinin altında kısılan istihfaflı bakışları ile piyasayı süzerek bir, iki ay içinde matbuat çarşısının bütün şöhret ve kıymetlerine hakim olacaklarını sanmışlar, nihayet büyük bir hayal sukutu ile bu sevdadan vazgeçerek, bir hariciye memurluğunda karar kılmak üzere Babıali'den ayrılmışlardır. Bilakis bu meslekte şöhret yapanların yüzde doksan dokuzu diplomasızdır. Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, İsmail Safa, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Abdullah Cevdet, Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı ilah.. ilah.. yüksek mektep mezunu değillerdir. Peyami Safa'nın bu yazıyı yazdığı 1939'da, Türkiye'deki lise mezunlarının sayısının 100 bini bulmadığını hatırlayalım.. Şimdi her yıl, neredeyse 1 milyon kişi üniversitelerden mezun oluyor.. Yani "Diplomasızlık", artık bir "Örnek durum" değil gazetecilikte.. Ama, Peyami Safa'nın şu gözlemleri hala geçerli. - Evvela Türkçeyi iyi yazacaksınız. Bu iyi yazmak işini, sade gazetecilik üslubunun talep ettiği dar manada almayın. Bu şekilde her gün imzası çıktığı için herkesin tanıdığı, fakat parıltısız ve alelade bir köşe fıkracısı olursunuz.. - İyi yazıdan maksat, hem edebi kaliteye, hem de fikir ve kültür cevherine sahip yazı demek. Bu kültür dar olmamalı. Mesela yalnız hukuk, yalnız tarih, yalnız iktisat yetişmez. Bütün manevi bilgileri, insanlığın bütün fikir tarihini ve bütün modern cereyanları bileceksiniz. Bilmek de kafi değil. Bütün o meseleleri sevecek, her gün düşünecek ve önünüze serdiği muammalar içinde pişeceksiniz. Her gün bu karanlıklardan çıkmak için, kendi kafanızda bir ışık arayacak, ona doğru koşacak ve okuyucularınızı da koşturacaksınız.. Evet.. Bu Pazar günü, siz sayın okurlarımızı, bizim mesleğe çekmeye çalıştım. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:50

İLGİLİ HABERLER