Medya
  • 18.4.2020 23:51

Nur-u Muhammedi - 24!.. Râsulullah Efendimizin dedeleri Mudar ve İlyas'ın hikayesi

NUR-U MUHAMMEDİ (24)
RASÛLULLAH EFENDİMİZİN DEDELERİ MUDAR VE İLYAS

Kâhin, evinde misafir ettiği kardeşlere köleleriyle yemek yolladı.
Bu dört kardeşe pişmiş kuzu, bir tulum üzüm şarabı getirdi.(Şarap o tarih de haram kılınmamıştı)
Onlar yiyip içerken de kâhin bir köşeden onları dinledi.
Mudar şöyle dedi; Bu şarap güzel ama teveği (Üzümün fidanı) mezar üzerinde yetişmiş.
Rebia şöyle dedi; Kuzu gayet semiz ve çok lezzetliydi ama köpek sütüyle beslenmiş.
Yeman şöyle dedi; Ekmek çok güzeldi ama hamuru yapan kadın hayz halindeymiş.
Eyar da şöyle dedi; Bu kâhin iyi hoş ama o piçtir. Yani haramzade.
Kâhin EF’A bunları duyunca hayret etti.
Hemen şarabı getirene sordu; “Bunu ne yoldan elde ettin?
O da şöyle cevap verdi;
- Bu şarabın üzüm teveği senin babanın mezarında yetişmişti.
Çobana sordu; “Bu kuzu nasıl bir kuzuydu?”
Çoban şöyle cevap verdi;
- Bu kuzunun anası ölmüştü. Onu emzirecek başka kuzulu koyun da yoktu. Ben de onu köpek sütüyle besledim, Köpeği emzirttim. En semizi bu olduğu için de sofraya bunu getirdim.
Eve gidip hamuru yoğuran cariyenin durumunu araştırdı, onun da hayz halinde olduğunu öğrendi:
Bundan sonra anasına gidip; “Bana doğruyu söyle, benim babam kimdir? Ben haramzade miyim?
Kadın şöyle anlattı;
- Senin baban bu vilayetin valisiydi. Malı da çoktu. Ama çocuğu olmuyordu. O öldükten sonra vilayete başkası vali olur diye korktum. Böyle olursa malı da telef olurdu. Böyle düşünüp bir misafire kendimi teslim ettim. Sen onun çocuğusun.
Öğrendiklerinden dolayı tarifsiz bir şaşkınlık yaşayan Kâhin EF’A bir adamını kardeşlere yollayıp, “Şunlara sor bakayım, bütün bu ahvali nasıl bildiler?” dedi.
Adamı kardeşlerin yanına gelip bütün bu olanları nasıl bildiklerini sordu.
Mudar şöyle dedi;
- Şarabın durumu şudur ki; içildiği zaman gamı ve susuzluğu giderir. İkram ettiğiniz ise bana daha çok gam verdi. Susuzluğum ise hiç azalmadı.
Bundan anladım ki üzümünün ağacı bir kabristanda yetişmiştir.
Rebia şöyle anlattı;
Koyunda ve keçide hayvanın yağı üstte eti altta olur. Köpeğin etinde tam tersi olur. Köpeğin yağı etinin altında olur.
İkram ettiğiniz kuzunun yağı etinin altındaydı. Buradan anladım ki bu kuzu anasız kalıp köpek sütü emmiş.
Yeman şöyle dedi;
Ekmeğin durumu odur ki, yemeğe batırıldığı zaman suyunu içine çeker.
Bize verilen ekmek ise yemeğin suyunu içine çekmedi. O zaman anladım ki bu hamuru yoğuran hanım hayz halindeymiş.
Eyar ise şöyle konuştu;
Kâhinin haramzade olduğunu şundan anladım.
Helâlzade olan bir kimse misafiriyle beraber yemeğe oturup, onlarla beraber yemeği yer. Rahip Kâhin EF’A, bizimle beraber oturmadı, bizimle beraber yemedi.
Buradan anladım ki o bir haramzadedir.
Kâhin EF’A bütün bu açıklamaları gizce dinledi.
Kardeşlerin hallerine, anlayışlarına ve ferasetlerine hayran kaldı. Yanlarına gelip selam verdi.
Kardeşler kâhine, “Vakit geldi bizim davamızı gör” dediler.
Kâhin onlara sordu;
- Sizin gibi bilgin ve kâmil kimselerin ne gibi müşkülatı olur ki, benden yardım istersiniz?
Onlar şöyle cevap verdi;
- Babamızın vasiyet etti. Bizim nizamızı sen halledeceksin.
EF’A tekrar sordu;
- Babanız size bir vasiyet etmedi mi ki aranızda niza çıktı?
Şöyle dediler;
- Etti.  Birimize bir kırmızı çadır, birimize bir kır at, birimize hizmetçi bir köle ve birimize bir döşek verdi,
EF’A babalarının bu vasiyetini şöyle anlattı. Buradan çıkan mana şudur;
Ne kadar kızıl altın var ise Mudar’a verdim.
Ne kadar sığır, deve, inek, at, eşek varsa Rebia’ya verdim.
Ne kadar ak akça ve ağır bezler kumaşlar varsa onları da Yeman’a verdim.
Ne kadar yerden ve bağdan ne varsa onları da Eyar’a verdim.

Kâhin bunları açıkladıktan sonra hepsi bu hükmü kabul edip haklarına razı oldular ve sulha erdiler.

İbn-i Abbas (Radıyallahü anh) bir rivayetinde bu olayla ilgili Peygamber Efendimiz ’in sahabeye şöyle buyurduğunu anlattı;
- Siz Mudar’a ve Rebia’ya sövmeyiniz. Onların ikisi de Müslüman oldu.
Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle Yemen tarafına işaret etti de şöyle buyurdu
: "îmân Yemenlidir, işte şurada. İyi biliniz ki, katı ve kaba yürekliler de develerin kuyrukları dibinde, onlara haykıran bedeviler içinde bulunur ki, bunlar şeytânın iki boynuzunun doğar olduğu doğu taraftaki Rabîa ve Mudar halkıdır"


Devam edelim…
Mudar KERİME namında bir hanım aldı.
Bu hanımın künyesi Ümm-ü Habib idi.
Kerime Hanım’dan İLYAS adında bir oğlu oldu.
İlyas da babası gibi Müslüman idi.
Babasındaki Nur-u Muhammedi oğlu İlyas’a geçti.
Peygamber Efendimizin, on altıncı sırada bulunan atası İlyas bin Mudar’dır.
Münteka isimli kitapta İlyas ile ilgili çok bilgi var idi. Burada şöyle anlattılar;
- Zaman zaman İlyas’ın arkasından arı vızıltısı gibi seslerle o NUR-U NEBİ’nin telbiye sesleri gelirdi.
Onun döneminde İsmail oğullarının bir kısmı, atalarından gelen sünnetler halindeki âdet, gelenek ve görenekleri değiştirmek istemişlerdi. İlyas bin Mudar buna karşı çıktı, ihdas edilen bidatleri tanımadı. Kabilesini daima iyiye ve güzele doğru yönlendirdi. Kendisinden kötü işler sadır olmazdı.
Atalarından gelen değiştirilmiş ya da değiştirilmek istenen sünnetleri ihya edip, ilk şekline koyan odur.
Kâbe’nin yıkılan rüknünü ilk onaran kişi olduğu gibi, Beytüllah’a kurbanlık develer sevk edenlerin de ilkidir.

Kendisi son derece bilgili, kültürlü, iyi huylu bir kişi idi.
Her yaptığında, her ettiğinde bin bir hikmet vardı. Bu nedenle kavmi içinde hikmet sahiplerinin gördüğü saygıyı görmüş, bütün Araplar ona tazim etmede geri kalmamışlardır.
O kavminin ulusu, seyidi, aralarında oluşan davaların çözücüsü, halledicisi idi. Araplar içinde bir anlaşmazlık çıktığında bunu İlyas b. Mudar’a götürürler, onun halletmesini isterler, onun hükmüne razı olurlar, emirleri dışına çıkmazlardı.
Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde İlyas b. Mudar’ın mümin olduğunu, mümin olarak öldüğünü bildirmiş, hakkında kötü söz söylenmesini yasaklamıştır.
İlyas FETHE (Hındif)isminde pak bir hanımı zevceliğine aldı.
Bu hanımdan MÜDRİKE isminde bir oğlu oldu.
İlyas b. Mudar şiddetli bir hastalığa, zatürreye yakalanınca kocasını çok seven Hındif hatun:
-Eğer o ölecek olursa ben onu kaybettiğim beldede oturmayacak, çadır içinde gölgelenmeyeceğim. Yeryüzünde gezip dolaşacak, kalan ömrümü böyle gezip dolaşarak yaşayacağım diyerek yemin etmişti.
İlyas b. Mudar yakalandığı hastalıktan kurtulamadı. Ve bir Pazar günü vefat etti.

Hındif hatun her Pazar sabahtan akşama kadar ağlar dururdu. Yeminini tuttu, çadırına girmedi. Kalan ömrünü geze dolaşa geçirdi ve üzüntüden öldü. Hâli Araplar içinde dillere destan oldu.
 
DEVAM EDECEK..

DERLEYEN : METİN ÖZER

Güncellenme Tarihi : 19.4.2020 00:28

İLGİLİ HABERLER