Medya
  • 16.12.2006 07:50

SERDAR TURGUT'UN HALKI TANIMA TURLARI!..

SERDAR TURGUT'UN AKŞAM'DAKİ YAZISI:

Resmen halka iniyorum 

 
Benden yayın yönetmeni olarak halktan kopmayan gazete yapmam bekleniyor ya; tuhaf lisanı olan, kültürü maç ile sınırlı, cep telefonuyla konuşan ve çikolata reklamına bayılan bu amorf kitleye nasıl gazete çıkarsak diye kafa yoruyorum

Bu gazeteye yayın yönetmeni olduğum günden beri, bana sık sık yapılan eleştirilerden bir tanesi halktan kopuk olduğumdur. Bunu ben yergi olarak değil de bir iftihar meselesi olarak kabul ediyordum. Ama şimdi işler ciddileşti. Halktan kopukluğum rahatsızlık nedeni olmaya başladı. Ben de onların eksiklik olarak gördüğü bu şeyi tamamlamak için halka inmeye karar verdim. (Bizim ülkede halka hiç çıkılmaz hep inilir. Lisanı böyle kullananlar da sonra halkı açık açık tanımayan, sevmeyen bir adam bulduklarında onu eleştirirler. Bu bir tür günah çıkarma olsa gerek...) Benim inişimin hayli uzun süreceğini sanıyorum. Mao’nun ‘Büyük Yürüyüş’ü gibi bir şey olacak herhalde. Çünkü ben halktan kaçmak için istemeden olsa da hayli yükseğe çıkmışım galiba...

Halkı tanımaya başlamak için minibüse bindim, vapura bindim, maça bile gittim. (Kabul; maçta locada oturdum ama bu bir tavır değildi. Bir gün loca dışındaki yerlerde de Bordeaux şarabı içme imkanı tanırlarsa kale arkasına bile otururum. Sadece Fenerbahçe’nin Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Galatasaraylı seyircilere yakın oturmam. Bu tavrım kesin. Onlara biber gazı sıkıyorlar. Üstelik de 45 dakika süreyle sıkabiliyorlar. Aslında 45 dakika boyunca biber gazı sıkılanların normal olarak ölmesi gerekiyor. Ama halk öyle kolay kolay ölmüyor. Bu da araştırmalarım sırasında öğrendiğim gerçeklerden bir tanesi...)

‘Ne konuşurlar ne derler birbirlerine’ diye anlamak için, ilgileniyormuş gibi yaparak bir kahvede okey oynayan insanların yanında bile oturdum. Onları dinlemeye çalıştım.

Daha sonra cep telefonuyla konuşanların yanında durup konuşma konularını not etmeye çalıştım. Bütün bu işlerden sonuç çıkarabilmem için yanımda bir dilbilimci taşımak zorunda kaldım. Çünkü ben görmediğim sürede Türklerin konuşma biçimi hayli değişmiş.

40 yaş üstü nüfus, dudaklarına silikon taktırmışçasına tuhaf konuşuyor.

40 yaş altı nüfus ise ön alt ile üst dişleri takma ve dişlekmişçesine konuşuyor.

Yeni bir lisan bu. Anlamak imkansız. Bizim gazetede de var bu insanlardan. Bugüne kadar dedikleri tek bir şeyi bile anlamadım.

Sonra Seda Sayan’ın etkisiyle olsa gerek; bu takma dişli, dişlek nüfus ve silikon dudaklılar, cümlelerinde tuhaf vurgulamalar yapıyor. Vurgulama, kelimenin olması gereken yerinde değil olmaması gereken yerinde yapılıyor. İnsan bu nüfus içinde kendisini bir süre sonra maymunlar cehennemine düşmüş gibi yabancılaşmış hissedebiliyor.

Seda Sayan vurgulamamdan anlayacağınız üzere ‘halka ineceğim’ diye televizyon bile izledim. Gördüğüm üzere, bu memlekette Türkleri en iyi tanıyan medyacılar bizim grupta. Show TV ve Türkmax’i yaratan insanların yer aldığı bir grupta benim gibi bir insanın da bulunması utanç vesilesi olmalı. Bunu da anlıyorum. Gelecek hafta arkadaşlardan randevu rica ettim. Bana halkı nasıl bu kadar iyi tanıyabildiklerini anlatacaklar. (Bu arada telefonda karıma gelecek hafta halkkı tanıma turlarına çıkacağımı söyledim ve o da bana ‘ne yapacaksın halkı tanıdıktan sonra’ diye sordu. O sırada telefonu heyecanla oğlum aldı. Halk lafının çok geçmesi nedeniyle oğlan Hulk adlı karakteri tanımaya gideceğimi sanıp mutlu olmuş. Bana Hulk’un yanında Spiderman’in de olup olmayacağını sordu. Ben de ona ‘büyük ihtimalle olur’ dedim. Evde halk kelimesi fazla kullanılmadığından oğlanın yanlış anlaması da doğal.)

Televizyon seyrederken Türkiye’nin durumunu en iyi anlatan bir reklam da gördüm.

Reklamın başında, bir kız, erkek arkadaşına doğru eğilip ‘ben son zamanlarda çok nobran oldum’ diyor. Erkek arkadaşı ise gayet tabii ki bu kelimeyi anlamıyor ve cep telefonuyla arkadaşlarına ‘nobran’ın ne olduğunu soruyor. Bir tanesi-ki ‘tipik yeni nesil Türk’ diyebiliriz-ona ‘nobran’ı Beşiktaşlı futbolcu ‘Nobre’ olarak anlatıyor. Sonunda erkek, sevgilisinin karşısına oturuyor ve takma dişli gibi ağzını açıp bir şeyler söylüyor. Ne dediğini bilmiyorum. Çünkü yeni konuşma biçiminde olduğundan anlamam mümkün olmadı.

Uzun zamandır Türkiye’yi bu kadar iyi anlatan reklamı izlememiştim. Gerçekten de tanıdığım kadarıyla halkın genel kültürü, futbol dünyası ile sınırlı. Maç seyretmedikleri zaman da ya cep telefonuyla konuşuyor ya da alışverişe çıkıyorlar. Cep telefonuyla konuşma konuları da yine maç. Maç bittiği anda stadyumlarda cep telefonu kullanmak imkansız. Çünkü herkes maç biter bitmez telefonlarına sarılıp bir şeyler konuşuyor. Hızlı olmazsanız sizin hat bulabilmeniz mümkün değil.

Bunlar ne konuşur ne anlatırlar bilinmez ki... Eğer Amerika filan, bizim cep telefonlarını dinliyorsa, böyle tuhaf lisanla konuşan Türkleri duyunca

‘Uzaylılar geldi’ filan sanabilir.

Konuşmaları bitince yazı yazmayı bilen bölüm, bu kez de mesaja başlıyor. Bu maç yazışmasıdır mutlaka.

Şimdi benden yayın yönetmeni olarak halktan kopmayan gazete yapmam bekleniyor ya; tuhaf lisanı olan, kültürü maç ile sınırlı, cep telefonuyla konuşan ve çikolata reklamına bayılan bu amorf kitleye nasıl gazete çıkarsak diye kafa yoruyorum. Bir çözümüm var aslında... Eğer gazete kağıdını iyi çekirdek külahı olacak kalitede çıkarırsak gazete yok satar. Çünkü bu nüfus dinlenmeye geçtiği zaman, boş boş bakarken çekirdek de çıtlıyor. En iyi külah olan gazete, tiraj yarışını da kazanır ve reklamverenler de külahlara reklam koymaya başlayabilir. Böylece bir vuruşta hem halkı hem reklamvereni hem de halka inmemi isteyenleri mutlu etmiş olurum.

Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 23:29

İLGİLİ HABERLER