Gündem
  • 19.3.2005 11:27

AK PARTİ İÇİN DÜĞMEYE BASILDI MI, BASILMADI MI?...

TAHA KIVANÇ-YENİ ŞAFAK

 

DÜĞMEYE BASILMADI

Türkiye ne kadar çabuk değişiyor... Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök her fırsat düştüğünde 'olumsuz' yönden ele alırdı başbakanlık danışmanlarını; dün ise, "Bu yazıyı başbakanın danışmanları mutlaka okusun" ricasını dillendirdi yazısında. Danışmanlar yazıyı okuduklarında ne hissetmişlerdir acaba?

Başbakan Tayyip Erdoğan, Güney Afrika gezisi sırasında Sabah yazarı Aslı Aydıntaşbaş'a medyadan yakınırken "Artık gazete okumuyorum" dediğinden beri başbakanlık danışmanlarının itibarı arttı. Artık herkes, ben dahil, Tayyip Bey okusun diye yazdığımız yazıların adresine ulaşması için onların aracılığına başvurma ihtiyacı duyuyoruz.

1 Mart tezkeresi öncesinde, Ertuğrul Özkök, sık sık danışmanlardan şikayet ederdi. Dönemin başbakanı Abdullah Gül'ün herkesin bildiği tek dış politika danışmanı vardı: Prof. Ahmet Davutoğlu... Bunu bilmesine rağmen Özkök'ün ısrarla "Danışmanlar" diye yazması dikkatimi çekiyordu, ama ne yalan söyleyeyim hiç üzerime alınmıyordum. Nihayet yazılarından birinde, danışmanın medya ile ilgisini akla düşerecek bir sıfat kullandı Hürriyet yazarı; onu izleyen birileri de adımı aynı amaçla devreye soktu.

Bilen biliyor: İktidarda bulunanlara 'özel akıl verme' işlevinden uzak durdum evvel eski; bildiğimi ve düşündüğümü okurlarımla paylaşmayı yeğledim... 'Okur' denilen anonim kişiler arasında iktidar sahipleri de bulunabilir elbette, okuduklarından yararlanabilirler de... Ancak doğrudan görüş aktararak fuzuli danışmanlık rolü? Aah, benim tercihlerim arasına girmiyor...

Bir gün bunu yüzüne karşı da söyledim Ertuğrul Özkök'ün; sonrasında 1 Mart'la ilgili yakınma adresi olarak danışmanlık kurumunu seçmesi gerektiğinde çoğul ifade kullanmamaya başladı. Şimdi, danışman aracılığına ihtiyaç duyması önemli...

Bir de Yeni Şafak'ın tanıklığına...

Son yazısında, Özkök, "Başbakana yakın duran gazete" diye söz ediyor Yeni Şafak'tan... Ne demekse? Hürriyet'te daha önce "İslâmcı gazete" diye anılmaya lâyık görüldüğümüz için bunu bayağı bir ilerleme sayıyorum yine de... Geçen pazartesi günü de, benim ABD Büyükelçiliğindeki bir konferansa dâvet edilmemi sorun yaparken, "Başbakanın ilk okuduğu gazete" nitelemesini uygun görmüştü Hürriyet... Sonunda kafa karışıklığını giderecek gerçek sıfatımızı da bulacağını umarım: 'Gazete'... Son zamanlarda artan asayişle ilgili olumsuz gelişmelerden dolayı medyanın suçlanmasına cevap verirken Yeni Şafak'ın tanıklığına başvurması o yolda atılmış ilk adım sayılabilir...

Burada 'düğme' konusunda bir açıklama yapmayı görev biliyorum: Evet, daha henüz hiçbir şey bugünkü kadar dağınık görünmediği, ABD medyası veryansına başlamadığı ve Erkan Mumcu bakanlık koltuğunda hep oturacakmış görüntüsü verdiği bir sırada "Düğmeye basabilirler" uyarısında bulunan benim; ancak şu anda yaşananların o beklentiyle bir irtibatı yok... Kim ne derse desin, henüz o anlamda düğmeye basılmış değil...

Bu kanaatimin sebebi basit: Düğmeye basıldığında bunun ilk işaretlerini alacağımız medya ortaya çıkan manzara karşısında şaşkınları oynuyor... Oysa, düğmeye basılmış olsaydı, medya hep bir ağızdan ve benzer biçimde yaylım ateşe başlardı. Hiç değilse şu ana kadarki görüntüye bakarak "Düğmeye basılmış değil" diyebiliyorum... Basıldığında bunu ilk duyuracak kişinin ben olacağımı biliniz...

Şu anda yaşanan olay bir senkronizasyon bozukluğu... Hani, bazen filmlerde artistin ağzı açılır sesi kulağa biraz gecikmeli gelir ya, işte onun gibi bir şey... Olması gerekenle olan arasında bir uyumsuzluk var; ancak o uyumsuzluk kasdî olmadığı gibi, tedbiri hemen gelirse ortadan kaldırılmayacak vahamette sonuç da doğurmaz... Basit bir iki fırça darbesiyle her şey doğru zemine oturabilir...

İçinden geçtiğimiz şu dönemi 'derin düşünme süreci' olarak görüyorum ben. Eskiler, buna 'teemmül' derlerdi. Bir amaca erişmek için muazzam çaba sarfeder, elinizden geleni yapar, sonuca varırsınız; işte o zaman başlar 'teemmül dönemi'... Bazılarında, erişmeye çabalarken hedef önemini yitirir de erişmek için sarf edilen efor daha önemli hale gelir; bir bakarsınız durduğu yerde avara kasnak hâlâ koşuyor adam... Bazısı için ise, erişilen hedef çaba sarf edilirken eski önemini yitirmiş olabilir; o noktaya vardığında büyük bir boşluk hisseder bu gibiler... Bazısı ise, hedefe vardığında, çabadan aldığı zevkle hedefe erişmenin verdiği tatmini daha ileri hedefler koyarak kalıcılığa çevirir...

Hükümet, "Avrupa Birliği'nden gün almak" biçiminde konulmuş hedefine vardı, şimdi bundan sonra ne yapacağı konusunda 'derin düşünme süreci' başlattı... Hedefe erişmiş kadronun önemli isimlerinden çıkan 'aykırı' sesler, bu işlerin deneyimlisi olduğum için şimdi söyleyeceğime inanın, o derin düşünce sürecinin doğal yan etkisidir... Bir süre sonra, senkronizasyon bozukluğunun giderilerek, daha uyumlu, daha tutarlı ve daha mâkul bir çizgiye gelindiğini göreceğiz... Öyle veya böyle...

Böyle süreçlerin bir yararı da, etraftan çıkan şaşkınlık seslerinin gizli hesapları ele vermesidir. Herhalde başbakanlıktaki danışmanlar, siyasîler derin derin düşünürken, sağdan-soldan çıkan sesleri de Tayyip Erdoğan'a iletmek üzere dosyalıyorlardır...

İlginç bir dönem olduğu kesin...

NUH GÖNÜLTAŞ-D.B. TERCÜMAN

 

DÜĞME!

 

Keçilerinin kuyruklarına bakarak yağmurun gelişini fark eden çoban misali, Türkiye'de siyaset sahnesini dalgalandıran süreçlerin başlaması öncesinde bazı çok önemli işaretlerin ortaya çıktığını artık fark edebiliyoruz.

 

Cumhuriyet Halk Partisi lideri Deniz Baykal'ın, rejim kaygısı taşıdığını belirten son açıklamalarını bu çerçevede değerlendirmek sanırız akıllıca olur.

 

Bir diğer işaret Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, Irak'taki gelişmelerle ilgili demeçleriydi. "Irak'ta olup bitenler hiç söz hakkımız yok. Biz orada yokuz." Orgeneral Büyükanıt, bu noktaya gelinmesinde sorumluluğun siyasi iktidarda olduğunu, Türkiye'nin orada varolması için yapılması gerekenler konusunda hükümetin kendilerinden bir talepte bulunmadığını belirtiyor.

 

Meclis Başkanı Bülent Arınç'ı hayal kırıklığına uğratmak istemem. Bir süre önce komutanların AK Parti iktidarını anlamaya başladığını, hükümetle komutanlar arasında uyumlu sayılabilecek bir sürecin başladığını belirtmişti. Yanılmayı diliyorum, ama Sayın Arınç'ı haklı çıkarak bir gözleme sahip olmadığımı belirtmek zorundayım.

 

Simdi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın deyimiyle hortumları kesilenlerin felaket tellallığı yaptığı bir ortamda bu satırların yazarına ne oluyor ki bu yazıya böylesine dikenli cümlelerle giriş yaptı?

 

Yazarların görevi, yazılması gerekenleri en olmadık zamanlarda yazmaktır. AK Parti ile ANAP, Turgut Özal ile Tayyip Erdoğan arasında sık sık bir karşılaştırma yapıldığı için rahmetli Özal'dan bir örnek vereyim:

 

Özal'ın düşüşe geçmesi, aniden medyaya kafa tutması ile başlamıştı. Özal gibi bir devlet adamı, kendisini Erol Simavi'den azar işitecek duruma düşürdüğü o andan itibaren ANAP iktidarı geri saymaya başladı.

 

Gerçi bugün Tayyip Erdoğan'a gazetesinin sürmanşetinden meydan okuyacak güçte bir medya patronu yok Türkiye'de ama, AK parti iktidarının son dönemde medya ile bir savaş ortamına girmesi hayra âlamet değil.

 

Bundan daha da önemli gelişme Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun istifası oldu. Erkan Mumcu tek başına bir şey yapabilir mi, tek başına önemli bir siyasi değer midir, bu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak Erkan Mumcu'nun AK Parti'den koparılmasının önemli bir siyasi anlamı var. Mumcu'nun istifası ile verilmek istenen mesaj şu: İşte gördünüz AK Parti, asla bir merkez partisi ve kitle partisi olamaz. Gidecekleri son nokta, milli görüş çizgisidir. Önümüzdeki dönemde olabilecek benzer istifalarla AK Parti içindeki radikal bazı unsurların partinin hâkim görüntü ve karakteri haline getirilmesi çabalarını da görebiliriz.

 

Şimdi asıl soruya gelelim. Henüz üç yaşını bile doldurmamış "AK Parti

iktidarının iş başından uzaklaştırılması için düğmeye basılmış olabilir mi?"

 

Deniz Baykal'ın rejim kaygısı duyduğunu açıklamasından Mumcu'nun istifasına kadar uzanan gelişmeler acaba siyaset sahnesini allak bullak edecek yağmurun habercisi mi?

 

Bizim siyaset tarihimizde AK Parti gibi büyük çoğunlukla iş başına gelmiş iktidarların yıpranması için üç yıl çok kısa bir süredir. Normal şartlarda Avrupa Birliği süreci ve ekonomideki gidişat normal seyrinde izlediğine göre, ortaya çıkan "hükümet yıprandı" görüntüsü aslında yapaydır. Ancak bazen yapay imajlar gerçeğin yerini alabiliyor. Son zamanlarda özellikle Amerikan basınında da AK Parti'yi hedef alan yazı ve yorumların çıkması rastlantı olarak görülmemeli.

 

Kulağımızda uğuldayan bin nağme ile yazımızı noktalayalım: Hükümetin gitmesi için düğmeye basılmışsa yazık, yazık hem de çok yazık olacak. Düğmeye basılması elbette tek başına hükümeti götürmeye yetmez. Ama böylesine bir kuşatma altında iseniz, en büyük manevi desteklerinizi de küstürmüş iseniz tehlike altındasınız demektir. Tehlikenin farkına varmanın, ve gönülleri her zaman ilhama açık manevi kanallara kulak vermenin tam zamanıdır!

 

Bizden söylemesi Eşekten düştükten sonra kapı çalmak kimseye bir şey kazandırmaz.

 

Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:19

İLGİLİ HABERLER