Medya
  • 6.2.2006 12:53

"AYDIN DOĞAN, ERTUĞRUL ÖZKÖK'Ü KOVMAK İSTEDİ, BİZ ENGEL OLDUK"

Röportaj : Gürkan Hacır

 

Çizginize baktığımızda hakikaten alternatif bir ses olarak moral veriyorsunuz, ama bir de yöneticilik döneminiz var. Aydın Doğan’la ilişkileriniz nasıldı? Eskiden manevi oğlu olduğunuzu duymuştuk.

Önce öteki kısmı söyleyeyim. Bugünkü kadar ne akıllıydım ne bilgiliydim, ne duyguluydum. Bunların hepsinin olmasını mümkün kılan bir şey de 94 yılı sonunda daha 36 yaşında iktidar olmayı değil muhalefet olmayı seçmem. O gün bıraktım Genel Yayın Yönetmenliğini kendim istifa ettim, kimse kovmadı beni. O iki yılda ne yaptın ne yapamadın derseniz. 2 yılda elbette bugünkü kadar radikal değildim. Onun öncesinde çok radikal bir kökten gelen kin vardı. Ama bugün bakıyorum utanacak bir şey yaptık mı diye, şimdi o arkadaşların kimi Milliyet’de kimi başka yerde; hepimizin hayırla andığı, vicdanı nispeten rahat olarak andığı bir gazetecilik dönemi oldu.

İki büyük grupla kapışmışız., iktidarla kapışmışız ve size OYAK gibi bir haber söyleyeyim o zaman. Fikret Bila’yı askere yakın diye tanır herkes ama Fikret Bila Milliyet’in manşetinde günlerce Silahlı Kuvvetler mensubu olup yurtdışında görevli olanların aldıkları paralardaki usulsüzlükleri Sayıştay raporlarıyla günlerce tefrika etti. Ve biz bunu manşetten verdik. Yani Silahlı Kuvvetlere çok hoşlanmadıkları bir yerden bindiren bir haberdi. O gün Genel Kurmay Genel Sekreteri bugün ki Yaşar Büyükanıt’dı. Yaşar Büyükanıt bugünkü gibi o günde bir açıklama yaparak maksadı belli olmayan haberler demeye kalktı, ben de o gün genel yayın Yönetmeni sıfatıyla bir yazı yazdım. Haber doğru olduğu sürece Genelkurmay da dahil hiçbir kurum eleştiriden muaf değildir, dedim. Bunlar var arşivde.

Ama bugün daha bağımsızım, sırtımda daha az yumurta küfesi var. Bir gazetede çalışanların, patronun durumunu, gazetenin borcunu, harcını düşünmeden çok daha bağımsız yazı yazabiliyorum. Ama o günkü gazete koşulları da, dağıtım şirketi yok buna rağmen gazetecilik yaparak tabii bir de ansiklopedi işi o sırada bizi uçurdu, muçurdu. Ama o bir viraja sebep oldu.

Şimdi “manevi evlatlık” konusuna gelelim. Viraj neydi? Birden iki büyük grup Hürriyet’le Sabah’ın çok gerisinde kalmış, makinesi bile olamayan, hala Cağaloğlu’nda kalmış Milliyet, 3-5 ayda yeni binasını bitirdi. Ansiklopedi promosyonu bir milyonluk tiraj getirdi dolayısıyla para geldi gazeteye. Yeni makineler kuruldu ve birdenbire büyüdü, düşünebiliyor musunuz 3’ncü sıradaki Milliyet Hürriyet’i aldı. Siz bir gazetenin başındasınız ve Türkiye’nin en büyük gazetesini satın alıyor gazeteniz, bir de büyük bir banka işte neyse.

 

Ne yani Aydın Bey, Milliyet’ten kazandığı paralarla mı satın aldı Hürriyet’i?

Hayır ama Milliyet’ten çok nakit kazandı, elbette kendi parası da vardı, gayrimenkul parası, bir de banka kredisi de kullandı anladığım kadarıyla. Hürriyet’i bir kere çok ucuza aldı. Milliyet’de de çok para kazanmıştı.

 

 

 

Hürriyet’i tam olarak aldığı yıl 1994 mü?

Evet. O noktadan sonra Hürriyet var, banka var iktidarla barışık olma ihtiyacının emarelerini gördüm.

 

Teğet geçtiniz yani siz.

Hayır teğet geçmedim. O emareleri gördüm. Sadece detaylarını sonradan öğrendim. Benim kovulmam için iktidardan baskı varmış ama o sırada böyle bir şey yansımadı bana. 94 Kasım’ına geldiğimde ben anladım ki,  bu iş gitmeyecek, gazete grup oldu bizim o eski usul gazeteciliği yapmakta çok zorlanacağız, bir de benle yapılması istenmeyecek zaten. Artık başka bir tip, o tiplerin modelleri de gelmişti zaten satın alınan gazeteyle birlikte…

Onların kovulması istendiği bir 10 günlük süre vardır. O sıra ben onların kovulmaması için uğraştım. Neyse, önemli değil. Aydın Doğan’ın  Milliyet modeliyle satın aldığı Hürriyet arasında öyle bir fark vardı. Bir yanda batak olmuş bir gazete ancak  zırhlı arabalar şunlar bunlar, bir yanda biz Türkiye’nin birinci gazetesi, ama şöyle ama böyle birinciyiz işte. Altımızda Doğan araba. Modeller çok farklıydı. Aydın Doğan da daha mütevazı modelden gelip, oraya baktığında Hürriyet’teki herkesi kovmak istedi. Biz engel olduk.

 

Siz nasıl engel oldunuz. Manevi ağırlık mı koydunuz?

Hayır, hayır manevi ağırlık meselesi değil, yanlıştı. Bir gazeteyi al hemen başında kimler varsa hepsini kov, kim olursa karşı çıkarım. Düşmanım olsun isterse

 

Kovulacakken sizin müdahale edip kurtardığınız kişi Ertuğrul Özkök mü?

Evet, Ertuğrul Özkök. “Durun sabredin” bilmem ne dedik. Yalçın Doğan da tanığıdır bunun, biz böyle 10 günlük bir süre oldu en az, belki 15 günlük. Neyse ben pişman olmam, doğru bir şeydi.  Ama gazetede yönetici modeli değişti. O birkaç ayda model birden değişince Kasım’da ben kendim bıraktım.

Manevi oğulluk meselesi şu, Milliyet’e Cumhuriyet’ten geldim ve Cumhuriyet’teyken hiçbir yerde imzam yoktu, birinci sayfa yapıyordum... Ne yazı işleri, ne künyede, ne bir yerde adım geçmiyor. Ama iyi şeyler yaptık o dönem Cumhuriyet’te. Dolayısıyla orada kim yapıyor  ulan bunları sorusunun cevabı olarak Cumhuriyet’teyken çok bilinir oldum.

Çetin Emeç tanımazdı beni, Milliyet’e istedi. Bir süre reddettim sonra Cumhuriyet’te burama geldi, kalktım Milliyet’e gittim. O zaman Aydın Doğan’ı da tanımazdım, o da beni tanımazdı. O günden sonra şöyle bir şey olmuş; ekonomi şefi olarak geldim ben Milliyet’e yazı işlerine değil, Aydın Doğan da gazeteyi alalı birkaç sene olmuş hep hazır bulduğu adamlarla ya da Çetin Bey gibi transfer ettiği adamlarla çalışmış, birden beni parlak gördü, genç falan. İlk defa Milliyet’in kendi içinden genç biri yetişir mi diye, manevi oğulluk meselesi odur.

Yoksa ben 87’de istifa ettim gittim “Söz”ü kurmaya, manevi oğlu olup çok da evde kalmadım. Söz olmadı, tekrar Milliyet’e dönemezdim, çok kişi işsizdi benimle birlikte, onları en çok alacak Hürriyet’ti bir 20 kişiyi falan, ve Çetin Emeç kabul etti 20 kişiyi Hürriyet’e soktum ve kendim de oraya gittim.bir sene sonra anca Milliyet’e geldim tekrar. Tabi çok sevdi adam değer verdi Allah için. Korudu da bir sürü şeyde 28 Şubat’ta kurda kuşa teslim etmedi.

 

İkinci gelişinizde değil mi?

Tabi, tabi. Sonra Genel yayın yönetmeni oldum istifa ettim ondan sonra bir süre sadece yazı yazdım, sonra o yazılardan ötürü 28 Şubat döneminde Çevik Bir, Erol Özkasnak kovulmamı istediler, onlara direndi. Sonra onlar abarttı, benim olduğum şeyi, arkaya 3-5 isim daha eklediler, hepsini kovun deyince işler iyice çığırından çıktı. Ama bir yandan da taa ki bir başka 28 Şubat’ta kendisi kovana kadar.

 

Peki neden ikinci kez sahiplenmedi?

Anladığım benim şuydu, o daha  patronu doğrudan ilgilendiren bir meseleydi, ihanet gibi gördüğü bir şey. RTÜK yasasının çıkmasını istiyorlar, sahiplik ihale meselesi. Baştan beri konuştuğumuz şey, patronun bunu istediğini bilen herkes de arazi olmuş durumda. Böyle bir şey yokmuş gibi davranıyorlar. Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin en ünlü gazetecileri gazeteciliği en çok ilgilendiren yasa konusunda hiçbir şey söylemiyorlar.

Böyle bir rezalet olabilir mi? Futbol yazarısınız, maça gidiyorsunuz, ama maçı yazmıyorsunuz. Onun gibi bir şey bu. Ben o sırada yasa aleyhinde yazılar yazdım, ayrıca Medyakronik sitesinde yazdım. Konferanslar verdim, bir de daha beteri Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulundaydım. Cemiyet’in görüşü de yasanın aleyhindeydi. Daha da beterini söyleyeyim, Anayasa Mahkemesi Başkanı o sırada Cumhurbaşkanı  seçilmişti. O da aleyhindeydi. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in aramızda hiç tanışıklık olmadan taa Anayasa mahkemesinden beri izleyip, güvendiği bir yazar olmuşum ben.

 

Bunu nasıl öğrendiniz?

Baştan  RTÜK yasasına bir hukukçu olarak karşıydı. Biz cemiyet olarak gittiğimizde de 11 kişi bizi çok iyi karşıladı. Birkaç önemli olayda hükümetle çatışmasında direkt kendisi beni aradı, mesela Af’fı veto edeceğini, memur kararnamesini veto edeceğini söyledi. Memur kararnamesi o zaman ordunun istediği bir şeydi. Hükümet de bunu çıkartmaya çalışıyordu, Cumhurbaşkanı da bunu veto etti. İkisini de veto edeceğini beni evimden arayarak söyledi.

 

 Bir dakika şimdi.Yanlış anlamadım değil mi? Cumhurbaşkanı bir yasayı veto etmeden önce sizi telefonla arıyor ve “Umur Bey ben yasayı veto edeceğim” diyor?

Nasıl kabul edebilirim Umur Bey dedi?  Böyle bir şey nasıl yasalaşır dedi. Ben de hukukçu olarak Anayasa Mahkemesinde yaptığı konuşmaları çok ileri, demokratik, ve değerli bulmuştum. O zaman beni 2 defa aramış, birincisinde siz hukuk tahsili mi yaptınız demişti. Ben hayır deyince, ama hukuk felsefesi açısından en doğru yorumları siz getirmişsiniz, demişti. Oradan gelen bir sempati ve güven var başka bir diyalog yok ki aramızda. Bir de Gazeteciler Cemiyeti olarak heyet olarak 11 kişi gitmişizdir, bütün hepsi bu. Normalde gazeteci ne yapar bunu alır gazetenin manşetine koyar...

 

Fatih Altaylı, Galatasaray Lisesinden kardeşiniz midir?

Galatasaray’dan kardeşim ama tabii ben büyükler hatırlanır da küçükleri pek bilmezler. Büyükler şöyle hatırlanır, büyük olduğu için tipi çok değişmemiştir ben de hep öyle kendimden büyükleri daha iyi hatırlarım da küçükleri hatırlamam.

 

O sizi hatırlıyor mu?

Herhalde hatırlar, okul takımında falan da oynardım ama ya oradan ya başka bir yerden...

 

Peki Genel Yayın Yönetmenliğine gelişini nasıl karşıladınız?

Bu soruyu sorunca rahatsızlığımı geçiştirmemem lazım, ayıp olur yoksa bilenler açısından. Ben Milliyet’deyken Hürriyet’le ve Sabah’la kapışırken Fatih, Best Fm’de sabah yorumlarıyla anormal bir şekilde destek verdi bize. O da hoşlanmıyormuş Hürriyet’le Sabah’ın yayınlarından ama kader onu her iki gazetede de çalıştırttı.(Gülüşmeler)

Bizim o bağımsız tarzımız hoşuna gidiyordu, destek atıyordu. Tabii bunda belki o dönem Hürriyet ve Sabah’ın çok Çiller’ci olması, Hattat’ların Best Fm’inin daha Demirel’ci olmasının rahatlığı da vardı.

Sonra da Umur Abi falan diye uzaktan bir sempati oldu. Sonra bu RTÜK meselesi sırasında Milliyet’ten kovulduk ya? O sırada birinci RTÜK çıkartması veto edilmişti, Mayıs ayında 2’nci RTÜK dönemi açıldı, ikinci RTÜK dönemi de şudur: Birinciyi benim “iyi dostum” denilen Cumhurbaşkanı veto etti ya, bir sene sonra yasanın tekrar çıkması için arada hiçbir maddenin değişmemesi lazımdı. Yani Cumhurbaşkanının veto edememesi için, bir maddenin bile değişmemesi lazım, bu paketin içinde RTÜK var basın kanunu var. Bütün hikaye aynen yasayı geçirmek.

Bir sene boyunca Türkiye Medyasında bir tane bile yazı çıkmadı, birkaç istisna söylüyorum; Akşam’da bir iki tane yazı çıkmıştır, Cumhuriyet’te çıkmıştır, Yeni Şafak’ta çok çıktı ama Sabah, Hürriyet, Milliyet’te  bir tane bile yazı çıkmadı. Bu çok utanç verici bir durum, ben tabii elime ilk gazetede yazma fırsatı geçer geçmez Mayıs’ta hiç Uzan’ların bu işte çıkarı var mıdır yok mudur falan demeden, aleyhinde yazmaya başladım bu yasağın.

O sırada birden güm diye Fatih’ten bir saldırı geldi bana, ama kişisel birşey yani yazdığıma ettiğime değil. Umur Talu boktan adamdır saldırısı. Çok ağırdı, çok ağırıma da gitti, tamam ben de cevap verdim ama cevap verirken de ben karşı tarafın kişiliğine ya da kişisel hayatına değil bu meselenin aslının ne olduğuna dair upuzun tam sayfa, o da tarihi bir yazıdır Star’ın bir sayfasını olduğu gibi doldurdum iri puntolarla. O günden sonra da açıkçası bir daha selam bile vermedi.

 

Genel Yayın Yönetmeninizle selamlaşmıyorsunuz öyle mi.

Anlatacağım şimdi, tabii hayat böyle birşey değil. Kan davası mı güdeceğiz, gidip o zaman dövseydim ama içimden gelmedi. O kadar kırılmıştım ki, hem kızgındım, hem kırgındım. Buraya gelince de aynı şeyim sürdü, yazar olarak geldiğimde de. Sonra geçen onun da tanıdığı ama benim dönemimden Galatasaray’dan Turgay Vardar öldü. Cenaze sonrası tabii onun duygusallığıyla, ya da ne bileyim tabii yani birisi ölüyor, kızıyorsunuz, kırılıyorsunuz falan ama sonra ölüyor adam, hepimize olacağı o. Şu sizin oturduğunuz yere geldi oturdu ben de bir gün önce arayıp sekreterine not bırakmıştım hayırlı olsun diyecektim. Yayın Yönetmeni olmuş falan. Aynen diyecektim ki hayırlı olsun ama benim kırgınlığım bakidir. Buraya oturdu, ben de dedim ki hayırlı olsun için aramıştım dedim ama o kırgınlığım baki dedim. Umur Abi diye konuştu, ben ona yaptığı şeyin o zaman ne kadar ağır olduğunu, ağırlık meselesi de değil yanlış bilgilerle dolu olduğunu söyledim. Üzüldüğünü söyledi, hakikaten üzülmüştü en azından o gün karşımda öyle gözüktü. Dolayısıyla işin kırgınlığını kolay atamamıştım ben de onun kızgınlığını ve öfkesini attım şimdi.

 

Barıştınız yani!

rılma hakkım var, başkalarını da kırmışsam onların da bana kırılma hakkı olduğu gibi. Ancak kırgınlığı kolay atamam. Çünkü gazetecilik hayatımda ben çok iyi gazeteci olmaya çalışmadım, çok ünlü gazeteci olmaya da çalışmadım, çok popüler olmaya, en iyi köşe yazarı da olmaya çalışmadım. Ama nelere çalıştım söyleyeyim, hırsızlık yapmamaya çalıştım, çok yalan söylememeye çalıştım, yalan haberleri belki zaman zaman koymuşuzdur hani bilmeden falan ama çok günahsız gibi göstermeyeyim kendimi ama bile bile kimsenin oyuncağı olmamaya, kul olmamaya, adalet hırsızlığı yapmamaya, başkasının emeğini çalmamaya ve gazeteyi yağmalamamaya çalıştım. Ne kadar varlıklı olursa olsun yağmalamamaya ve yağmalatmamaya çalıştım yöneticiysem eğer. Bütün bu olmamaya çalıştığım şeylerle suçlamıştı o zaman beni. Ve onların hepsi de yanlış bilgilere dayanıyordu, doğrusu o yüzden o kırgınlık ağır bir kırgınlıktı. Ama kırgınlık sonuçta hem zamanla geçiyor hem şimdi burada yönetici genel yayın yönetmeni… Ergun da benim çok sevdiğim bir arkadaşımdır. İzmir’den İstanbul’a biz getirmiştik onu. Fatih’i de o anlamda severim yani, iyi birşey yaparsa iyi ve doğru yaparsa bundan mutlu olurum. İyi ve doğru yapamazsa onun da mutsuz olmasını beklerim. Mesele odur.

 

            Devamı Yeni Harman’ın Şubat sayısında…

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:04

İLGİLİ HABERLER