'BU KADAR MAKUL BİR İNSANI DA SUSTURUYORSANIZ, O ZAMAN ŞİDDET DIŞINDA YOL YOKTUR'
Son günlerde bir dizi suçlamanın hedefi olan DEHAP kökenli Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, derdini anlatabilmek için İstanbul'da bir dizi görüşmeler yapıyor. Biz de kendisiyle son günlerde yaşananları ve bundan sonra olabilecekleri konuştuk.
* Diyarbakır'da neler oluyor, bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Öncelikle, şiddetin tekrar başlamış olmasını Diyarbakır ve Türkiye açısından bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Bir yerde hepimizin, ben başta olmak üzere, daha sorumlu, daha itinalı davranmamız gerekiyor. Mesela yazıp çizmeden bekçimizin ailesini hastanede ziyaret edip etmediğim sorulsaydı belki de toplum bu şekilde reaksiyon göstermezdi. Şu son beş ayda, kentte bize sıcak bakmayan insanların büyük bir teveccühüyle karşılaştık. Sermaye kesiminin kente götürülmesi konusunda aktif bir çaba ve rol üstlendik. Bu sinerjiyi Ankara'ya ve Türkiye'nin Batı yakasına da taşımak istiyoruz. Yaşadığımız son olay bu sinerjiyi ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimdir. Birileri bu yolu kesmek istedi. Hevsel Bahçeleri'nde 11 gün süren o operasyon Türkiye'de, Ankara'da, İstanbul'da görülüp hissedilmedi. Oysa biz bunu iliklerimize kadar yaşadık. Ben senaryoyu çözebildiğimi düşünüyorum: Olup bitenler, bugüne kadar yaşadıklarımızdan çok da farklı değil. Eğer sivil toplum örgütleri ve belediye başkanı olarak ben, başından sonuna kadar sürece müdahil olmasaydık, gerilim giderek tırmanacaktı. Çünkü abluka altındaki mahalleye halktan bazı kişilerin ''canlı kalkan'' gibi gitmeye hazırlandığını öğrenmiştik. Eğer tansiyonu düşürmeseydik ciddi sivil kayıpları olur, şu anda Türkiye çok daha vahim bir olguyu tartışıyor olabilirdi.
Aslında daha başından beri özellikle valilik ve emniyet müdürlüğü tarafından kabul edilmedik. Israrla bizi bir yere monte etmeye çalıştılar. En son olarak bu siyasi linçle bunu başarmak istediler. Ama kapı kapanırsa pencereden gireceğim. Pencere kapanırsa bacadan gireceğim. Bu sorunun denildiği gibi sadece ak ve karadan, yani iki renkten oluşmadığını, bunun ara bir renginin de olduğunu ve bu ara renkte buluşulması gerektiğini söylemeye devam edeceğim.
* Siz gerilimi azalttığınızı söylüyorsunuz ama ülkenin başka taraflarında ''teröristleri kollayan'', o meşhur taziyeden dolayı da ''sahip çıkan başkan'' olarak algılanabiliyorsunuz. Gelinen bu olumsuz noktada hiç mi sorumluluğunuz yok?
Ben nötr kalıp bu olayla hiç anılmayabilirdim. O zaman gelişebilecek daha vahim olayların, örneğin sivillerin ölmesi durumunda kentin ve Türkiye'nin ödeyeceği fatura çok daha ağır olurdu. Bu bir riskti, üstlendim.
* Kongra-Gel, ki başında eski bir milletvekili var, ateşkesi iptal etti. Bu kişilere, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde, yaptıklarının yanlış olduğunu; şiddetin sizi, bölge insanını ve tüm Türkiye'yi gereksiz gerilimlere soktuğunu ve AB sürecini de engellediğini anlatamıyor musunuz?
Daha belediye başkanı olmadan önce de, her fırsatta şiddetin 21. yüzyılın yöntemi olmadığını, Türkiye'nin girmiş olduğu AB yörüngesinde bunun çok büyük zararlara yol açacağını yüksek sesle ifade ediyorum. Van olayının hemen ardından Van'a gittim. Diyarbakır'da 28 Temmuz akşamı yaşanan olaydan sonra da hastaneye gittim ve Vali Bey ile birlikte hayatını kaybeden bekçinin ailesini ziyaret ettim. Çıkışta da çok sert bir şekilde tavrımı ortaya koydum. Bizim şiddet karşıtı bir duruşumuzun olduğunu artık Türkiye kamuoyunun, aydınların görebiliyor olması lazım ve bizim bu duruşumuza açık bir şekilde sahip çıkması lazım. Benim gibi, şiddet dışındaki muhalefet yöntemlerini öne çıkaran sesler karşılık bulmazsa şiddet yanlıları güçlenir. Birileri ''Bu kadar makul bir insanı da susturuyor, bu kadar üzerine gidiyorsanız o halde şiddet dışında bir yol yoktur'' diyebilir.
* Öteden beri şiddete karşı çıkan biri olduğunuzu söylüyorsunuz, kendinizi nasıl kabul ettirebildiniz? PKK tarafı size nasıl bakıyor?
Kim ne derse desin, çok netim: Kayıtsız koşulsuz silahlı eylemsizliği savunuyorum. Silahlı kişilerin varlığı her zaman barış ve çatışmasızlık ortamının korunması için bir risktir. Bu yüzden onların silahtan arınma talebini dikkate almak ve onları silahsızlandırıp topluma geri dönüşlerini kolaylaştırmak gerekiyor. Eğer biz bunu Türkiye olarak başarsaydık emin olun, AB'ye birkaç ay kala, bu kritik noktada çatışmayı yaşıyor olmayacaktık. Bölge halkı çok yüksek bir oranda barışı ve demokratikleşmeyi istiyor. Bakın silahlar konuştu 15-20 gündür iş yapamıyoruz. Enerjimizi nelere harcıyoruz?
* Neden hep ateşkes deniyor da ''silahları tamamen bırakma''dan söz edilmiyor?
Bizimki bir çığlık, bir çağrıdır; silahlı eylemler durmalıdır. Sağduyu ve çatışmasızlık ortamına tekrar geçebilmemiz için askeri operasyonların da durması lazım. Bunu bir şart olarak ileri sürüyor değilim. Altı ay çatışmasızlık ortamının olduğu bir Türkiye'de pek çok şeyi tartışarak aşabiliriz. Kongra-gel'in tamamen silahsızlanmasını da bu altı ay içerisinde çok ciddi bir olgunluğa getirebileceğimize inanıyorum.
Provokasyon var ama devleti tenzih ederim
* TSK'nın sivilleşmeye izin verip vermemesini yıllardır konuşuyoruz. Ama olayın PKK boyutu da var. Onlar sivilleşmeye izin veriyor mu? Şimdi DEHAP'ın yerine yeni bir parti söz konusu. Peki onun üzerinde silah gölgesi, ipoteği olmayacak mı?
Gerçekten, sivilleşmenin her iki tarafta da olması lazım. Sorunun siviller tarafından tartışılabilir bir aşamaya gelebilmesi için elinde silah tutanların eski gücünün her alanda azalması lazım. Burada devletin rolü çok önemli. Siz bir yerde çatışmayı -hükümeti burda tenzih ediyorum- provoke ederseniz silahlı güçlerin etkisini de arttırırsınız.
* Hükümeti tenzih mi ediyorsunuz?
Diyarbakır olayında kotarıldığını düşündüğüm provokasyonda hükümetin payı yok bence. Hükümet, AB sürecinin kesintiye uğrayabileceği haklı kaygısıyla genel olarak çatışmayı istemiyor. Keşke hükümet Topluma Kazandırma Yasası'nı alelacele çıkarmasaydı da şu anda çok farklı şeyleri tartışıyor olsaydık. Bu treni tam da kaçırmış değiliz. Bunu telafi etme yolu da var.
VATAN
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:49