GENÇLİĞİNDE 'ORUÇ TUTAN NAMAZ KILAN BİR SOLCU' OLARAK BİLİNEN AK PARTİ MİLLETVEKİLİ KİM?
AK Partili Süleyman Gündüz, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız.” sözlerine, “Türkiye Roma’dır, onun mirasçısıdır. Türkiye girmeden Avrupa Birliği parantezi kapanmaz.” karşılığını veriyor. Gündüz, birçok konuyu Aksiyon’a değerlendirdi.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız.” şeklindeki sözleriyle her ne kadar Türkiye’nin Avrupalı olduğuna vurgu yapmayı amaçlasa da tartışma kaçınılmazdı. Nitekim öyle oldu; kimileri “olumsuzu” çağrıştıran Bizans’ı reddetti, kimileri de “uygarlık” eksenli tarihsel analizleri yeğledi. AK Parti Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz’ün Aksiyon’a yaptığı açıklamalar ise Chirac’a itiraz içerdiği kadar tartışmaya yeni boyut katacak mahiyette. Gündüz’e göre, “Türkiye Roma, Fatih Sezar’dır. Fransa ise bu mirasın dışında.” Ve tabii ki, “Türkiye’ye tarih vermezse Avrupa Birliği (AB) parantezi açık kalacak.”
Süleyman Gündüz, Meclis’in renkli simalarından. Asıl mesleği diş hekimliği; ama siyasetin dışında estetiğe dair alanların neredeyse tamamıyla ilgili. Şiir başta olmak üzere edebiyat, müzik, mimari, sinema (kısa metrajlı filmler çekti), fotoğraf (amatör fotoğrafçı) ilgi alanında. Listeyi uzatmak mümkün. Gençliğinde “oruç tutan namaz kılan bir solcu” olarak biliniyor. Dış politika danışmanlığını yaptığı merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan etkilendiğini açıkça ifade ediyor. “Görüşlerim üzerinde etkisi oldu. Özellikle de, devlet terbiyesi ve devleti tanıma noktasında. Daha marjinal bir adamdım.” diyor. Uluslararası yönü bununla sınırlı değil elbette. Bosna’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan geniş coğrafyaya insani yardım götüren oluşumlara da öncülük etti. Benzeri faaliyetlere devam etse de şimdilerde daha çok AB’ye yoğunlaşmış durumda. Aynı zamanda, TBMM Dışişleri Komisyonu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclis’i ve BAB üyesi...
-17 Aralık yaklaşıyor, heyecan dorukta.
Türkiye’nin AB serüveni engellenemez; tarih alınacaktır. Eğer Avrupa fotoğrafı tamamlanacaksa, Türkiye bunun içinde yer almalıdır. Aksi halde, AB fotoğrafı tam değildir, Avrupa’nın savunma ve güvenlik konseptinden bahsedilemez.
-Son temaslarınız umut aşıladı mı?
Avrupa’da olumlu hava var. Müzakere tarihi verilecek; ama zamanda netlik yok. Önümüzdeki yılın ilk altı ayı mı yoksa ikinci altı ayı mı, tartışma bu. Beklentimiz 2005’in başı. Yoğun mesai harcamamız gerekiyor. Rum tarafıyla ilgili talepler gündeme geliyor. Ciddiye almıyorum. Çünkü bunlar aşılır.
-Chirac, “Bizans’ın çocuklarıyız.” dedi. Katılıyor musunuz?
Bakın, ben, Chirac’tan aylar önce, Meclis’e gelen İtalyan parlamenterlere şöyle seslendim: “Bizler, büyük bir imparatorluğun mirasçılarıyız. Batı ucunda İtalya, doğuda Türkiye yer almaktadır. İran halkına göre, Türkiye Roma’dır. Büyük İskender’den Roma İmparatorluğu’na ve oradan da bugüne uzanan süreç içinde bilinen bir gerçek Türkiye’nin yerinin Avrupa olduğudur. Türkiye olmadan AB parantezi asla kapanmayacaktır.”
-Bizans’ı değil Roma’yı yeğliyorsunuz?
Bizans bir ailedir, bütünün içinde küçük parçadır. Roma ise başkadır, daha asildir. Biz Roma’nın mirasçısıyız. Roma kültürünü biz dönüştürdük; onu, Türk ve İslam yapmamız irtibatımızı kaldırmaz. Doğu Roma’dan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne yaşadığımız bir serüvendir bu. İstanbul’un fethiyle miras Osmanlı’ya geçmiştir. Çağ açılıp çağ kapanması ondandır. Fatih Sultan Mehmet, ömrü yetseydi, Roma sınırlarını aşacaktı. Fatih, onun için aynı zamanda Kayzer’dir, Sezar’dır. Mevlana, Romalı Mevlana Celaleddin Rumi’dir. Roma’yı dönüştürürken, tabii ki, büyük bir medeniyete katkıda bulunduk. Fransa, Roma sınırlarında yoktur, mirasçı da olamaz.
-Hükümetin dış politikadaki performansını yeterli buluyor musunuz?
Çok iyi gidiyor, artık bir kimliği var. Son 20-25 yılın en iyi dış politikası yürütülüyor. Kolay değil, Türkiye bu alanda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en krizli dönemini yaşıyor.
-Irak politikasına yönelik eleştiriler var. Meclis’te ABD’nin Felluce’de yaptıklarını kınayan bir basın toplantısı düzenlediniz. Mesajınız kimeydi?
Bireysel sorumluluğumun verdiği bir çığlıktı benimki. Masum insanların üzerine çevrilmiş namlulardan duyduğum utancı paylaştım. Oraya kulak verilmeli. Komşusu açken, tok; yanı başındaki zulme uğrarken rahat uyuyacak millet değiliz, olmamalıyız. Felluce, onurumuzu zedeliyor. İnsanlık adına bir şeyler yapmak bize düşer. Dahası, maziden gelen sorumluluklarımız olmalı. Bu, öncelikle bu ülkede yaşayanların sorumluluğu. Eski kutsal kitaplardan (Tevrat) biri şöyle der: “Onları yaptıklarına göre değerlendirin.” Bizler, yapılanları hoş görmeye devam edecek olursak veya kayıtsızlığımızı sürdürürsek yeryüzünde hiçbir zaman barış ve adalet olmayacak.
-Sözlerinizden uyarı görevinizi yaptığınız anlaşılıyor.
Bakın, ABD’li askerlerin yanında Şii ve Kürt milisler de vardı. Bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Nasıl bir kin ve nefret ki, kardeşliği, ortak değerleri ortadan kaldırıyor? Bunu, biraz önce benden randevu isteyen İranlı diplomata da söyledim. “Haklısın.” dedi.
-Aslında, benzer acılara öteden beri duyarlısınız. Dünyadaki kriz bölgelerine insani yardım götüren biri olarak da biliniyorsunuz. Sizi, buralara çeken nedir?
Haberimiz olmayan zulümlerden bile payımıza düşen suçlar vardır. Bu insanî, dinî bir sorumluluktur, tarihî misyondur. Ben bir Rumeliliyim, Kafkasyalıyım, Ortadoğuluyum ve ben bir Türk’üm. Zülfü Livaneli’nin (CHP milletvekili) türküsünde dediği gibi, “Bakmayın beyaz tenli olduğuma, ben Afrikalıyım.” Benim sorumluluğum, İsmet Özel’in diliyle söylenmesi gerekirse “Vatan olurken aynı zamanda anavatan olan bir toprağın üzerinde yaşıyor olmamdır.” Gençliğimde yer yüzündeki bütün özgürlük hareketlerine ve ezilen toplumlara karşı ilgi duyuyordum. Bu enternasyonal bir görüştü, dinimin bana yüklediği bir sorumluluktu.
-Bu arada, bir insanlık dramının yaşandığı Darfur’a da gittiniz.
Evet, oradaki dramı gördük. Uluslararası irade, bölge barışı için hassas davranmalı. Sudan stratejik konuma sahip. Burayı kontrol eden Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Akdeniz’i, enerji kaynaklarını kontrol eder.
-Dönüşünüzde ABD büyükelçiliğinden ziyaretinize gelinmiş. Neyi merak etmişler?
Görüş teatisinde bulunduk, izlenimlerimizi anlattık. Katliam yapıldığından bahsettiler. Buna tanık olmadığımızı, askeri müdahalenin çözüm olmayacağını, silahsızlandırma ve geleneksel yöntemlerin tecrübesiyle kalıcı barışın sağlanacağını söyledik.
-Kuzey Osetya’nın Beslan şehrine gitme girişiminiz vardı, ertelediniz mi?
Okulda saldırıya uğrayan çocuklar beni etkiledi. Top saldırılarına maruz kalan Bosnak çocukları hatırladım. Savaşın en büyük bedelini çocuklar ve kadınlar öder. Filistin’de, Keşmir’de, Kafkaslar’da ve Irak’ta olduğu gibi. Terör mağdurlarını ziyaret etmeyi, onlara insanî yardım götürmeyi düşündüm. Okulda saldırıya uğrayan çocuklar beni etkiledi. Girişimlerde bulundum. Rusya büyükelçisiyle görüştüm. Olumlu yaklaştı, memnuniyet oluşturacağını, Türk-Rus ilişkilerini güçlendireceğini söyledi. Taziyede bulunmuştum. “Bizi heyecanlandırdı.” dedi. Ancak, güvenlik gerekçesiyle şimdilik askıya aldık bu düşüncemizi.
-Dini, milliyeti ne olursa olsun mağdur insanlara aynı duyguyu beslediğiniz anlaşılıyor.
Nerede, nasıl ve ne şekilde olursa olsun sivil halka yönelik saldırılar asla hoşgörüyle karşılanamaz. Terörün, ırkı, dini ve dili yoktur. Fakat, şüphesiz, dünyada haklı bir kısım mücadeleler vardır. Onların, sivil halka yönelebileceklerini düşünmüyorum. Böyle yapanlar, meşrû zeminini kaybeder. Kafkaslar’a ivedilikle barışın gelmesi gerekiyor. Bunun için de taraflar masaya oturmalı. Rahmetli Özal’ın bir sözünü unutmam, “Terör saldırılarını organize edenleri anlamak için, sonucun kime yaradığına bakılmalı.” derdi.
-Çok sayıda dünya lideriyle tanıştığınızı öğrendik. Yanılmıyorsam, Filistin lideri Yaser Arafat’ın ayrı bir yeri vardı.
Kendisiyle üç kez görüştüm. Lübnan kuşatmasında gemiye binerken oradaydım. Ramallah kuşatmasında, mum ışığı altında görüştük. Büyük babasının Osmanlı subayı olduğunu, atalarının Türk olabileceğini söyledi. Batı Şeria’da yaşayanların büyük bölümünün Selahattin Eyyübi zamanında Anadolu’dan geldiğini anlattı. Bana, imzasını attığı Filistin bayrağını verdi. Her liderin ölümü kuşkuludur.
-İstanbul’da Uluslararası Afrika Konferansı düzenleme fikri nereden çıktı?
Afrika, önümüzdeki yıllarda dünya için çok önemli hale gelecek. Amacımız, Türkiye eliyle Afrika’ya bir pencere açmak. Dayanışma Vakfı’nın işbirliğiyle 2005’te bunu yapmayı hedefliyoruz. Siyasi liderler, bilim adamları, entelektüeller kıtadaki sorunları masaya yatıracak.
Zekai Özçınar
Aksiyon
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:23