İŞTE GÜLAY GÖKTÜRK'ÜN YAZISI
''Başlıkta sözünü ettiğim zorla tesettüre sokma olayının, başka kimsenin değil, bizzat benim başıma geldiğini söylesem, inanmazsınız herhalde.
Baba baskısına karşı gelemeyen 13'ünde kızlar neyse de, seni nasıl zorla tesettüre sokarlar diye düşünürsünüz haklı olarak.
Ama oldu işte... Birileri, beni çirkin bir emrivakiyle tesettüre sokmaya kalktı.
Olay şöyle gelişti: Yeni Asya Gazetesi geçenlerde benimle bir söyleşi yaptı. Söyleşinin yayınlandığı 19 Haziran günü gazeteyi alıp şöyle bir göz attım, dikkate değer bir şey yoktu, masamın üstüne bırakıp başka işlerime koyuldum. Ama biraz sonra, gözüm sayfadaki fotoğrafıma takıldı. Bir gariplik vardı. Biraz daha dikkatli bakınca fark ettim ki, üzerimdeki kısa kollu tişörtün kolu bileğe kadar uzatılmıştı! Kıyafetim, basit bir photoshop müdahalesiyle değiştirilmiş, Yeni Asya Gazetesi'ni çıkaranların tasvip edeceği bir hale getirilmişti.
Süreç nasıl işliyordu, bilmiyordum tabii.. Genel Yayın Yönetmeni'nin bir genelgesi mi vardı bu konuda; yoksa fotoğraf editörü inisiyatif mi kullanıyordu? Ya da sadece bir sayfa sekreterinin işgüzarlığı mıydı? Ya da, bütün işi bilgisayar ekranına gelen kadın resimlerinin kollarını-bacaklarını kapatmak; düşük belli pantolonları yukarı çekip göbekleri saklamak, kısa kolları uzun; mini etekleri midi, midileri maksi yapmak olan bir sansürcü mü vardı gazetenin kadrosunda?
Her ne olmuşsa olmuş, haberim olmadan tesettüre sokulmuştum ve bu açıkça küstahlıktı. Eğer çekilen fotoğraf gazetenin yayın politikasına aykırı ise hiç basmazlardı, olur biterdi. Ama benim fotoğrafımı paşa gönüllerine göre değiştirme hakkını nereden almışlardı?
Birinin izni olmadan başını açmakla kolunu kapamak arasında ne fark vardı?
Ne sanmışlardı bunlar? Yıllardır başörtülülerin başlarını örtme hakkını savunan ben, kendi kısa kollu giyme hakkıma, şortuma, bikinime sahip çıkamayacak mıydım?
''Canım bir karışlık kol ilavesi için mesele çıkaracak değil ya'' diye düşünmüşlerse fena halde yanılmışlar demekti.
Aslına bakılırsa, kolumun açık ya da kapalı olarak resmedilmesini neden bu kadar dert ettiğimi anlamayanlar, şimdiye kadar başörtüsü ile ilgili yazdığım hiçbir şeyi anlamamışlar demekti.
***
Şimdi bu yazdıklarımı okuyan birilerinin kıs kıs güldüklerini ve ''Ya, işte böyle, anlarsın Hanya'yı Konya'yı; biz demiyor muyduk, siz onların özgürlüğünü savunun, onların eline fırsat geçerse sizin başlarınızı örtecekler'' dediklerini biliyorum.
Ama yine yanıldıklarını düşünüyorum.
Ben bunları yazarken, beni tesettüre sokan bu tutumun, ''İslami kesim'' denen kesim içinde küçük bir azınlık oluşturduğunu; bir başka deyişle ''münferit'' bir olay olduğunu biliyorum.
Tıpkı, yasakçılığın ''laik kesim'' denen kesim içinde küçük bir azınlık oluşturduğunu bildiğim gibi...
Gazetelerinin sayfalarını ''kendi iktidar alanı'' olarak gören ve o alanda kendi doğru bildiği kıyafeti dikte etmeye kalkan anlayış, üniversiteleri kendi iktidar alanı olarak görüp başörtülüleri sokmayan anlayışla ikiz kardeştir. Bu iki tutum madalyonun iki yüzü gibidir ve şükür ki ikisi de azınlıktır.
Buna rağmen koskoca bir yazıyı bu olaya ayırmamın sebebi, bu tip ''münferit'' olayların teşhir edilmesinin önemine inanmam...
Özgürlükler ancak kendi hakları konusunda duyarlı bireylerin varlığı halinde güvencededir.
O hakları genç subayların bekçiliği değil, toplumun bizzat kendisi koruyabilir ancak. Ve bunu en iyi, böyle münferit olaylarda kıyameti kopararak yapabilir.
Münferit olayların gerçekten de münferit kalabilmesinin belki tek yolu da budur...''
(GÜLAY GÖKTÜRK/ D.B. TERCÜMAN)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:12