HANGİ KÖŞE YAZARI, BAŞBAKAN''IN DÜNKÜ ÇIKIŞI İÇİN NE YAZDI?
OKTAY EKŞİ (HÜRRİYET):
Başka ülkelerdeki bu tür olayların orada kamuoyuna yansıtılmadığı (veya bu şekilde yansıtılmadığı) iddiası, Sayın Başbakan’ın o ülkelerin basınını ve diğer medya organlarını takip etmemesinden/bilmemesinden kaynaklanan bir söz olmalı. Yoksa bunun gerçekle bir ilgisi yok.
Kaldı ki böyle hem de Kadınlar Günü’nde, üstelik devletin üniformalı güçleri tutar da kadınlara meydan dayağı atarsa onu kamuoyuna bildirmeyen gazeteciyi o gün işten kovarlar.
Başbakan’ın ‘Troyka toplantısını sabote etme’ gibi çok ucuz komplo teorilerine itibar etmesi, sadece yersiz değil çok üzücüdür. Çünkü Sayın Başbakan’ın böyle ipe sapa gelmez lafları önemsediğini ortaya koymaktadır.
BEKİR COŞKUN (HÜRRİYET):
Beni asıl keyiflendiren (!) Başbakan’ın ‘Bir defa gösterdin geç, ne tekrar tekrar gösteriyorsun?..’ diyerek medyayı suçlu bulması.
Gördüğünüz gibi medyanın Başbakan’a yalakalık yapıp, binbir dereden su getirerek polisi haklı çıkarmaya çalışması, dayağı kınayan AB’ye kızması, bunda iktidarın bir kabahatinin olmadığını yazması işe yaramıyor.
Çünkü bir defa yağcılık yapmaya başlamışsanız, daha çoğunu isterler başbakanlar.
Saygınlığınızı yitirmişseniz, ne kadar suç-kabahat varsa dönüp dönüp size yüklerler.
FATİH ALTAYLI (HÜRRİYET):
Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ‘açık ve demokratik’ bir toplum olması için büyük çabalar göstermiş ve bu çabalarından dolayı alkışladığımız bir lider.
Acaba Başbakan bu çabalarından pişmanlık mı duyuyor!
Üstelik son günlerde sıkça basını suçlar oldu.
Ben yılların tecrübesiyle bilirim ki, basını suçlamaya başlayan siyasetçiler, özgüvenlerini kaybetmeye başlayan siyasetçilerdir.
Tayyip Erdoğan’ın özgüven kaybı başladıysa, biraz erken başladı demektir.
MEHMET ALİ BİRAND (POSTA):
Medya ne yapmalıydı?
Polis kadınları yerde sürükleyip tekmeyi ve cobu basarken, “Hayır Allahım, ben bunu çekemem. Vatanımı çok seviyorum. Vatanım aleyhine kullanırlar ve bizi kötü şekilde eleştirirler” mi demesi gerekiyordu?
Medya’nın işlevi galiba tam olarak anlaşılamıyor.
Gazetecilerin görevi, ülke propagandası yapmak değildir. Kamerası veya fotoğraf makinasını kullanırken, çektiklerinden hangisinin yabancı ajanslar tarafından alınacağını, hangilerinin sadece içerde kullanılacağını bilemez. Ayrıca, Uluslararası basın arasındaki alışveriş “ihbar” üzerine kurulu değildir. Kimse kimseyi ihbar etmez. “Aman Henry bizde harika bir dayak filmi veya resmi var!” demez. Herkes birbirini görür, elindeki görüntüleri bilir. Konu ilgisini çekerse, yayınlar ve parasını öder.
GÜNGÖR MENGİ (VATAN):
İktidar, medyayı ''''dördüncü güç'''' olarak gören uygar bir anlayışa sahip olsa ve bu yanlış karşısında derhal vatandaştan yana tavır koyabilseydi dış kaynaklı protestolara muhatap olmaktan kendisini de ülkeyi de koruyabilirdi.
Başbakan''ın olaya yaklaşımı, AB''ye girme iradesinin yeterli bilgi, inanç ve ruhtan yoksun bulunduğunu açığa vuruyor.
AB ile bizim seçtiğimiz yaşam biçimi, günahlarımızı saklamaya ve bu şekilde dolaylı olarak yanlışlarımıza koruma sağlamaya izin vermiyor.
''''Dünya duymasın''''mış..
Hayır, onun yerine dünyaya rezil olmamıza sebebiyet veren suçlar, günahlar işlenmesin!
OKAY GÖNENSİN (VATAN):
Dayağı savunma çabasındaki koronun başında bulunan Başbakan''ın ''''Medya Türkiye''yi Avrupa''ya ihbar etti'''' sözü de kahvehane köşelerinde bile söylense ayıplanması gereken bir söz olarak kayda geçmiştir.
* Bu mantık diyor ki: ''''Sahte rakı haberlerini de koymayın, sonra turist gelmez...
* Bu mantık diyor ki: ''''Töre cinayeti haberlerini de büyütmeyin ihbar olur...''''
* Bu mantık diyor ki: ''''Kol kırılır yen içinde kalır, medya buna göre davransın...''''
Bu mantık, Başbakan''ın ''''medya nedir'''', ''''demokrasi nedir'''', sık sık tekrarladığı ''''özgürlükler ve sınırları nedir'''' konularını ciddi olarak düşünmesi ve bunları bilenlere sorması gerektiğini gösteriyor.
* 2005 yılında ''''Medya Türkiye''yi Avrupa''ya ihbar etti'''' diyebilen bir Başbakan''ın Türkiye''nin Avrupa Birliği''ne üyeliğini gerçekleştirmek için çalıştığını söylemesi de ''''traji-komik'''' bir durum!
GÜNERİ CİVAOĞLU (MİLLİYET):
Son Kadınlar Günü gösterisinde yaşananlar, senaryonun sadece sıradan uygulamalarından biri.
Böyle görüntüler kaç kez kameralara alındı... yayınlandı.
Haşmetlilerin kılları kıpırdamadı.
''''Gazetelerin bir gün önceki manşetini kim hatırlıyor ki... Bu da unutulur 24 saatte'''' kafasıyla halı altına süpürüldü.
..........
Ancak artık oyunun seyircileri farklı.
Eleştirmen localarında AB de var.
Keşke onların baskısıyla olmasaydı ama onlar var olduğu için medyanın yansıttığı görüntüler, artık ses getiriyor.
İktidarları hizaya gelmeye zorluyor. Bürokrasi ağalarının kaba etlerine çivi batırıyor.
............
Ve canlar yanınca...
Medya ''''ihbarcı'''' ilan ediliyor.
Kanka gazetecilere sızdırdığınız haberler yayımlandığında, medya ihbarcı olmuyor ama şimdi ihbarcı!
..............
Kadınlar Günü''nde, yerde yatan kadınlar var.
Onları döven polisler ve bu çirkinliğe bulaşmayan ''''uygar'''' polisler var.
Öte yandan...
Bu görüntüleri yansıtan medya var.
Yansıtmayan ve olayları atlayan medya da var.
...............
Gazetecilik için ''''birinci sınıf iş, birinci sınıf adam'''' kuralı geçerli değil sanılmasın.
...............
Olayda, polis tek başına... Kararı artık kendi kültürü, aklı, refleksi, insani ve demokratik donanımı ile verecek. Emir falan yok...
Siyasetçi, gazeteci, AB troykası mensubu, AP parlamenteri de kendi tavrıyla kendi gradosunu ortaya koyuyor.
MEHMET YILMAZ (MİLLİYET):
Dünya, Başbakan Erdoğan''ın da belirttiği gibi 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul''daki bir izinsiz gösteriye katılanlara karşı işlenen suçları Türk basınından öğrendi.
Ama bunları biz yazmasak da zaten öğreneceklerdi. Çünkü Türkiye, Kuzey Kore gibi ''''kapalı'''' bir rejimle yönetilmiyor.
Birçok gazetenin, ajansın Türkiye''de muhabirleri var ve onlar bizim yazmadığımız, göremediğimiz, atladığımız şeyleri de görüp okuyucularına anlatma olanağına sahipler..
Bu nedenle Başbakan''ın Türk basınını, ''''Bizi yabancılara jurnallediler'''' diye suçlamasının da bir değeri yok..
Ama bu sözler bizler için değersiz olmakla birlikte çok ''''anlamlı''''...
Türkiye''yi bugün yöneten kişinin zihniyetini gösteriyor çünkü..
Bu, Başbakan''ın bu konudaki ilk ''''vukuatı'''' da değil.. Zina tartışmalarında da sonunda dönüp dolaşıp Türk basınını suçlamıştı..
Bu, sözler gösteriyor ki Başbakan aslında ''''kapalı bir rejim'''' istiyor.
DERYA SAZAK (MİLLİYET):
Başbakan, son zamanlarda ''gazeteleri okumadığını'' söylüyordu. Bundan böyle anlaşılan televizyon da seyretmeyecek.
Okuduğu şiirden 3 ay cezaevine giren ve ''siyasi yasağını'' AKP''nin iktidara gelmesinde dayanak olarak kullanan Tayyip Bey''in, AB sürecinde en güçlü olduğu düşünce ve ifade özgürlüğü alanını daraltarak, ''bindiği dalı kesmeye çalışmasını'' anlamak mümkün değil.
Polisin şiddet kullandığı gün, AB troykası Türkiye''de toplanmasaydı, Avrupa bunları duymasaydı yine de insanlar salt izinsiz gösteri yaptılar diye dövülecek miydi?
Bu bakış açısı, demokrasiden çok ''polis devleti''ni çağrıştırıyor.
Her şey olup bitecek ancak ''ülke sınırları'' içerisinde kalacak.
Matbuatın bunları yazması da ''kanun dairesinde'' serbest olacak!
Siyasi iktidarlar, medyadan yakınmaya başladıkları anda ''patinaj başlamış'' demektir. Erdoğan''ın AB sürecinde kendisini destekleyen medyaya karşı sertleşmesi neden acaba?
İSMET BERKAN (RADİKAL):
Gerek hükümetin çeşitli sözcüleri ve gerekse Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir haftadır ''Polis göstericileri dövmemeliydi'' demiyor, diyemiyor. Bunu söyleyemedikleri için de ha bire bahaneler üretiyorlar, bir ''provokasyon'' lafıdır gidiyor. Elbette provokasyon, göstericinin görevi budur. Marifet o provokasyona gelmemektir ve polis müdürleri de bunun böyle olduğunu çok iyi bilirler.
Başbakan, belki de bile bile provoke olan o polis müdürlerini karşısına almaya cesaret etmeli. Ama hayır, bunu yapmıyor, yapamıyor. Çünkü galiba iktidara ve o koltuğa gelen tipte bilgi bombardımanına kolay alıştılar, sıradan sağcı ve muhafazakâr bir parti olma yoluna çok kolay girdiler.
Turgut Özal''ın o yola girmesi üç yılını almıştı, AKP daha hızlı davrandı, 2.5 yıl dolmadan kendini sıradanlaştırmayı başardı. Demek ki Türkiye boşu boşuna yeni iktidar alternatifini aramıyormuş...
FEHMİ KORU (YENİŞAFAK):
Bir siyasî kadro için en büyük felâket iktidardan düşmektir elbette, ancak o noktaya götüren daha küçük bir başka felâketi de gözden kaçırmamak gerekiyor: Kendisini iktidara taşıyan kitlelerin verdiği ''bağıt''ta çözülme yaşanması... Ak Parti henüz çok genç bir parti ve seçimlerde aldığı oylar siyaseten keskin inançlı bir kitleye henüz dönüşmüş değil; bu sebeple de ''bağıt çözülmesi'' yerleşik partilerden daha kolay gerçekleşebilir. Henüz böyle bir olayın yaşanmaması, kamuoyu yoklamalarının açık ara fark ileride manzarası, bunun ebediyyen devam edeceği biçiminde yorumlanmamalı.
Bugüne kadar cesur bir parti görüntüsü verdi Ak Parti; şu anda cesaret, o kolay kolay sorulmayan ''''Acaba bir hata yapıyor muyuz?'''' sorusunu sormaktır.
MUSTAFA KARAALİOĞLU (YENİŞAFAK):
Gerçek şu ki, Türkiye uzun bir süreden beri ihbara açık bir ülkedir. Türkiye''nin gözaltında, yakın takipte olduğunu unutmamak gerekiyor. Avrupa, sadece medyanın yansıttığı olayları konu etmemektedir. Merkez medyada yer almayan birçok ölüm, kaza ve insan hakları ihlali AB raporlarına yansımıştır. Hatta, İlerleme Raporlarında paragraf paragraf işlenmiştir. Türk medyasının İstanbul''daki gösterileri sayfalara, ekranlara taşıması; ilginin açık bir gözlem alanı olan Türkiye''ye bir kez daha yönelmesini sağlamıştır, o kadar. Medyanın işi, olanı vermektir. Türk medyasının sayısız etik problem, tutarsızlık yaşadığı bir gerçek olmakla birlikte Türkiye''yi AB''ye taşıyan bir unsurun da özgür basın olduğunu da unutulmamalıdır. Eğer, o görüntüler sansürlenmiş olsaydı ya da oto sansür uygulansaydı bu kez ortaya daha ciddi bir imaj sorunu çıkardı.
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:16