İŞTE AK PARTİ'NİN SÖZLÜ SAVUNMASININ TAM METNİ!..
ZAFER ÇAKMAK-DEVLET ARIK
ANKARA ( - Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesi'nde açtığı kapatma davasında AK Parti dün sözlü savunmasını sundu. Savunmada, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmediği vurgulandı.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ile AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ'ın Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu sözlü savunmada, bir siyasi partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması nedeniyle kapatılabilmesinin Anayasa'nın 68. maddesinde düzenlendi, kapatmanın da Anayasa'nın 4. maddesine aykırı bir eylemin işlenmiş olması, eylemi işleyenlerin parti üyesi olması, partinin Anayasa'da sayılan yetkili organlarının işlenen eylemleri açıkça veya zımnen benimsemiş olması ya da partinin
yetkili organlarının bu eylemleri kararlılıkla ve doğrudan işlemiş olması, bu suretle işlenmiş eylemlerin belli bir yoğunluğa ulaşması ve bütün bunların odak olmaya yeterli olduğunun Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmesi koşullarının birlikte varlığına bağlandığı hatırlatıldı. İddianamede soyut bir tehlikenin parti kapatmak için yeterli görülmesinin Anayasa'nın 68 ve 69. maddelerine aykırı olduğu kaydedilen savunmada, "Böylesi bir odaklaşma kriteri veya soyut tehlike anlayışıyla kapatılmayacak parti
yoktur. Bu anlayışın, hukuka, hukuk devletine ve Anayasa'nın 69. maddesine uyan bir yönü yoktur. Odak haline gelmenin şartları Anayasa'da bu şekilde sayılmakla birlikte, odaklaşma için şart koşulan eylemlerin niteliği belirtilmemiştir. Anayasa'nın bu hükmü, Siyasi Partiler Kanunu ile de aynen tekrarlanmış, ancak kanunda da odak haline gelmede esas alınacak fiillerin niteliğine dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Odak olma koşulu için yine ceza hukuku anlamında fiillerin varlığı gereklidir, ancak
bunların mahkeme kararıyla sübuta ermiş olması şart değildir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, parti kapatma davalarında odaklaşmanın gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırırken henüz bir mahkeme kararıyla sübut bulmamış olan fiilleri de dikkate alabilecektir. Ancak bu fillerin ceza hukuku anlamında aykırı fiil niteliğine sahip olması gerekmektedir" denildi.
Siyasi Partiler Kanunu'nun 102. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan düzenleme ile bir siyasi partinin devlet yardımından yoksun bırakılmasına dayanak oluşturacak fiillerin ceza hukuku anlamında fiiller olmasının şart koşulduğuna işaret edilen savunmada, devlet yardımından yoksun bırakma gibi daha hafif bir yaptırımın uygulanabilmesinde bile ceza hukuku anlamında fiillerin varlığı şart koşulduğuna göre bir siyasi partinin kapatılmasına yol açabilecek odak haline gelmede dikkate alınacak fiillerin
evleviyetle ceza hukuku anlamında filler olacağının açık olduğu bildirildi. Suç ve ceza içeren hükümlerin, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamayacağı hatırlatılan savunmada, basit bir suç nedeniyle veya bir kabahat nedeniyle yapılan yargılamada bile isnat edilen suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşması aranırken, partinin idamı anlamına gelecek parti kapatma davasında, partiye veya üyelere isnat edilen eylem veya beyanlarda aynı unsurların aranmamasının hukukun evrensel kurallarıyla bağdaşmayacağı
vurgulandı. İddianamede isnat edilen eylem ve söylemlerin, söz konusu suçun yasal unsurlarını taşımadığı gibi, 'eleştiri' ve 'propaganda' hakkının kullanılması niteliğinde olan ve Anayasa'nın 24, 25 ve 26. maddelerinin koruması altında olan düşünce açıklamaları niteliği taşıdığı kaydedilen savunmada, hukuka ve dolayısıyla laikliğe aykırı bir nitelik taşımadığı belirtildi.
Anayasa Mahkemesi'nin 29 Ocak 2008 tarihli HAK-PAR kararıyla kurduğu içtihadın davayı hukuki temelden çökerttiği vurgulanan savunmada şu tespitlere yer verildi:
"Parti kapatma davalarında yeni bir dönemi de başlatan içtihada göre, eylem kategorisi dışında kalan veriler (düşünce açıklamaları, öneriler, tüzükler, programlar, projeler ve benzerleri) hiçbir şekilde kapatmanın sebebi kılınamaz. Projelerin gerçekleşmesinde Anayasa dışı bir yöntem benimsenmedikçe, bu gibi veriler çoğulcu demokrasinin ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün dokunulamaz alanlarına girmektedir. Partimiz, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Anayasa dışı bir yönteme başvurmamıştır. Partimiz hakkında
açılan bu davada, bir siyasi partinin laikliğe karşı eylemlerin odağı haline gelmesi için Anayasa'nın tahdidi olarak belirttiği zorunlu koşullardan hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Çünkü AK Parti'nin benimsediği laiklik anlayışı 1982 Anayasa'sının benimsediği laiklik anlayışı ve modern laiklik anlayışıyla uyumludur."
AK Parti'nin cumhuriyetin laik niteliğine bağlı olduğu kaydedilen savunmada, AK Parti'nin bu bağlılık içinde laiklik anlayışını parti programına koyduğu vurgulandı. AK Parti'nin laikliği, dinsizlik veya din karşıtlığı olarak görmediği kaydedilen savunmada laikliğin din karşıtı gösterilerek örselenmesine karşı çıktığı ve laikliği bütün dinlerin ve inançların teminatı olarak gördüğü ifade edildi. Anayasa'nın 2. maddesinin gerekçesinde de laikliğin 'Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, her
ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir' şeklinde tanımlandığına dikkat çekildi.
AK Parti'nin savunduğu laiklik anlayışının, başkalarının temel hak ve özgürlüklerine asla bir tehdit içermediği vurgulanan sözlü savunmada aksine, bu anlayışın tüm bireylerin farklı inanış ve yaşam biçimleriyle barışçıl bir şekilde bir arada yaşamasını öngördüğü belirtildi. Buna rağmen, iddianame AK Parti'nin demokratik ve özgürlükçü laiklik anlayışını ve onun gereklerini laikliğe aykırılık olarak göstermeye çalışıldığı kaydedilen savunmada şu ifadelere yer verildi:
"Buna delil olarak da, Başbakan'ın laikliğin bir din olmadığı, dine alternatif olarak sunulmasının yanlış olduğu ve bireylerin değil devletin laik olabileceği yönündeki bazı sözleri kullanılmaktadır. Modern laiklik anlayışı, farklı din ve inançları sosyolojik bir gerçeklik olarak kabul ederek, onların bir arada barışçıl beraberliğini sağlamayı hedefleyen siyasi bir ilkedir. Bu nedenle laiklik bireyi değil, devleti muhatap alır. Nitekim, Anayasamızın 2. maddesinde değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek
bir ilke olan laiklik, devletin bir niteliği olarak sunulmuştur. İktidarımız süresince laikliğin bu iki temel ayağını aksatacak herhangi bir icraatın içinde olmadık, bundan sonra da olmayacağız."
"BUNUN TANIĞI TÜRK MİLLETİDİR"
AK Parti'nin laiklik anlayışını sadece programına yazmakla kalmadığı, aynı şekilde bu anlayışını uyguladığı ve bu husustaki hassasiyetini uygun her platformda dile getirdiği kaydedilen savunmada, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sayısız konuşmasında kendisinin ve partisinin laiklik anlayışını açıklıkla ifade ettiği bildirildi. AK Parti'nin iktidar olduğu günden bugüne kimsenin dini inanışına, düşünce ve kanaatine, ibadetine, dini ayin ve törenlerine müdahale etmediği ve
edilmesine de izin vermediği vurgulanan savunmada, hiç kimsenin 'AK Parti geldi de benim dini, sosyal, siyasi, ekonomik hayatım laiklik ilkesi aleyhine olumsuz etkilendi veya değişti' iddiasında bulunamayacağı ifade edildi. Savunmada şu değerlendirmeler yer aldı:
"Sonuç olarak AK Parti, yaklaşık 6 senelik iktidar döneminde milletimize ve devletimize yaptığı hizmetlerle, laikliğe aykırı eylemlerin değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne, cumhuriyetimizin değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerine ve milletimize hizmetin odağı olmuştur. AK Parti ile hem devletimiz, hem cumhuriyetimizin nitelikleri ve hem de milletimiz daha da güçlenmiştir. Bunun tanığı, Türk milletidir. Onun için AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası gerçek dışı
olup, Anayasa, yasa ve uluslararası sözleşmelere, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına açık ve tartışmasız aykırıdır."
AK Parti'nin üyelerinin ve yetkili organlarının laikliğe aykırı hiçbir eylemi olmadığı belirtilen savunmada iddia makamının da Anayasa'nın öngördüğü somut koşulları taşıyan hiçbir eylemi delil olarak gösteremediği kaydedildi. İddia makamının laikliğe aykırı eylemlere delil olarak gösterdiği şeylerin Anayasa'nın teminatı altındaki bir kısım yasama faaliyetleri, Anayasa ve yasalara uygun yürütme organının ve bir kısım yerel yöneticilerin bazı icraatları ile yine Anayasa'nın teminatı altında olan düşünce
açıklamaları olduğu vurgulanan sözlü savunmada bu iddia ve isnatların hiçbirinin laikliğe, Anayasa ve yasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olmadığı bildirildi. Savunmada, "Bu nedenle laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmanın belirlenmesinde birer delil ve kriter olarak kullanılmaları mümkün değildir. Aksinin kabulü, hukukun evrensel kuralları ve Anayasa'nın açık ihlalidir. İddia makamının iddianamesinde, AK Parti'nin üyelerinin ve genel başkanının laikliğe aykırı olarak kabul ve takdim ettiği
beyanları ve faaliyetlerinin tamamı laikliğe aykırılık oluşturmak bir yana insan haklarına bağlı, laiklik, demokrasi ve hukuk devletinden yana olan bir partinin savunması gereken düşünce ve politikalardan oluşmaktadır. Anayasa'ya aykırı eylem olarak iddianameye konulan ifadelerde laikliğe, insan haklarına, demokrasiye ve hukuk devletine vurgu yapılmaktadır. Bu beyanların hepsi Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan 'ifade özgürlüğü' kapsamındadır" denildi.
"İDDİA MAKAMI AYNI MAHİYETTE İFADELER KULLANDI"
Yasama yetkisinin kullanılmasının, TBMM'ye ait olduğu hatırlatılan savunmada TBMM'nin bu yetkisini Anayasa'nın koyduğu esaslara göre kullandığına işaret edildi. Yasama faaliyetlerinin özgür bir ortamda yürütülebilmesi için TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis'te ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanı'nın teklifi üzerine Meclis tarafından başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamayacaklarına dikkat
çekilen savunmada, buna rağmen iddia makamının bazı kanun tekliflerinin TBMM Başkanlığı'na verilmesini laikliğe aykırı eylem olarak göstermesinin Anayasa'nın ihlali olduğu ifade edildi.
Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk dahil bütün devlet adamları ve siyasetçilerin toplum bakımından İslam dininin birleştirici yönüne vurgu yaptıkları kaydedilen savunmada, Türkiye'de siyasilerin, 'Bizi birbirimize bağlayan en önemli bağ dindir', 'Türkiye'de din çimentodur', 'Türkiye'de din toplumun harcıdır' gibi ifadelerle dinin birleştirici ve bütünleştirici özelliklerini ifade ettikleri hatırlatıldı. İddia makamının esas hakkındaki görüşünde 'Türkiye Cumhuriyeti çoğulcu demokrasinin de
esasları olan bu ilkeleri 85 yıllık tarihi serüveni içerisinde hayata geçirebilmiş nüfusunun ekseriyeti İslam olan yegane ülkedir' değerlendirmesine yer verdiği belirtilen savunmada, "İddia makamının,
kendisinin aynı mahiyette ifadeler kullanmasını laikliğe aykırı görmezken AK Parti üyelerinin benzer cümleler kurmasını laikliğe aykırı görmesi, açık bir çelişkidir ve de manidardır. Hukuk devleti ve eşitlik ilkesi, herkes için aynı değerlendirmeyi gerekli kılar. Bir cümle, söyleyene göre hukuka uygun veya aykırı olamaz. Bütün bunlara rağmen iddia makamının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında bu konulara yer vermiş olması açık bir Anayasa ihlalidir" denildi.
Anayasal bir kurum olan Diyanet Müfettişleri ile Milli Eğitim Müfettişleri arasında bir ayırım yaparak Diyanet Müfettişleri'ne güvensizlik anlamına gelecek söz ve tavır içinde bulunmanın son derece sakıncalı ve incitici olduğu bildirilen savunmada, iddianame metninde hemen hemen tüm başlıklar altında dini ve İslami kavramların kullanıldığına dikkat çekildi. Bu kavramlara literatürde karşılıkları bulunmayan yanlış anlamlar yüklendiği ifade edilen savunmada, "Dini kavramlar ve terimlerin birbirine
indirgenmiş, örneğin din İslam'a, İslam, siyasal İslam, İslamcılık ve şeriata, cihat şiddet, İslami terör ve savaşa, din ve vicdan özgürlüğü talebi takiyyeye hasredilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Siyasal İslam üzerinden genel olarak İslam, siyasetçiler üzerinden de dindar insanlar töhmet altında bırakılmıştır. Dini kavramlar ve dindar kesimler potansiyel zanlı olarak takdim edilmiş ve bu insanlar hakkında 'şüpheli' imajı oluşturulmuştur. İddianamede din tanımı farklı pasaj ve alıntılardaki kullanımında
çelişki ve tutarsızlıklarla doludur" ifadeleri kullanıldı.
Demokratik bir ülke olan Türkiye'de, kimi öğrenciler bakımından yükseköğrenim hak ve özgürlüğünün ölçüsüz sınırlanması sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti olmadığı hatırlatılan savunmada, bazı siyasi partilerin sorunun çözümünü parti programına koyarken, bazı milletvekillerinin kanun teklifi verdikleri ve bazı siyasi partilerin ise sorunu çözmek amacıyla yasal düzenlemeler yaptıkları kaydedildi. Üniversitede okuyan geç kızlar aleyhine
sonuçlar doğuran, eğitim-öğretim hak ve hürriyetini, hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmayacak biçimde sınırlayan, özgürlük alanını daraltan bir yasağı, bir sorunu konuşmak ve bunun çözümüne dair Anayasa ve yasalara uyarak ve hukukun içinde kalarak çözüm aramanın, Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı olmadığı vurgulanan savunmada AK Parti mensuplarının yaptığı açıklamalar ile TBMM'deki yasama faaliyetleri kapsamındaki çalışmaların, Anayasa ve hukukun tanıdığı yetki ve sınırlara uyarak yapıldığı
belirtildi. Bir yandan devletin kurduğu yüzlerce İmam Hatip Lisesi eğitim ve öğretimini sürdürürken ve bu durum Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı görülmezken, diğer yandan bu okulların ve buralarda okuyan öğrencilerin ve bu okullar nedeniyle mağdur edilmiş bulunan öteki meslek liselerinin sorunlarını konuşmak ve çözümü için yasal zeminde çalışma yürütmeyi Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı görmek ve bu sorunları konuşup çözüm arayan siyasetçilerin siyasi yasaklılığını ve üyesi bulundukları partinin de
kapatılmasını talep ve dava etmenin, temel bir hukuk ve mantık çelişkisi olduğu kaydedilen savunmada devletin kendi eğitim-öğretim kurumlarına ikircikli bakamayacağı ve bakılmasına da müsaade edemeyeceği bildirildi.
"MAHKEME BAŞKANLARININ GÖRÜŞLERİNİN ELEŞTİRİLMESİ LAİKLİĞE AYKIRI DEĞİL"
Mahkeme başkanlarının görüşlerini eleştirmenin laiklik ilkesine aykırı olmadığı vurgulanan savunmada iddia makamının aksi görüşte olduğu kaydedildi. Savunmada şu tespitlere yer verildi:
"Çünkü iddianamede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, İrfan Gündüz ve Mehmet Çiçek'in, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin'in görüşlerini eleştiren düşünce açıklamaları ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, eski Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'nın görüşlerini eleştiren düşünce açıklamalarını laikliğe aykırı eylem olarak kabul ve takdim edilmiştir. Mahkeme başkanlarının görüşlerinin eleştirisinin, laiklikle hiçbir ilişkisi yoktur. Demokratik hukuk devletinde, görüşü eleştirilmez
kişiler yoktur. Mahkeme kararlarını eleştirmek laiklik ilkesine aykırı değildir. Mahkeme kararları da eleştirilebilir. Mahkeme kararlarının bağlayıcı olması, onların eleştirilmez olduğu anlamına gelmez. Nitekim Yüksek Mahkeme'nin pek çok değerli başkanı da aynı kanaattedirler. Sonuç olarak iddia makamı, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan ile diğer partililerin sözlerini söylenilen yer, neden, zaman ve muhatap bağlamından koparmış, söylenenleri söyleyenin iradesine rağmen kendince anlamlandırmış ve kendi
verdiği anlamları sanki onlar söylemiş gibi takdim etmiş ve bu sözlerden dolayı da partimiz mensuplarının siyasi yasaklılığını ve partimizin kapatılmasını talep ve dava etmiştir. Ayrıca iddia makamı, muhatapları belli olan ve muhatapları kesinlikle laiklik olmayan düşünce açıklamalarına laikliği muhatap kılmış, açık ifadelerde gizli anlam aramış veya niyet okumak suretiyle başka anlamlara çekilmesi mümkün olmayan açıklamalara gizli anlamlar yüklemiş ve bu suretle her açıklamayı laiklik aleyhinde bir beyana
dönüştürmüştür. Bu, aleni bir anlam tahrifi ve delil tasnii olup, hukuken ve fiilen kabulü mümkün değildir."
AK Parti'nin bazı olaylarda da bizzat disiplin mekanizmasını işleterek tavır koyduğu belirtilen savunmada beyanlarından dolayı Mehmet Çiçek hakkında, konuşmayı kendi adına yapmış olmasına ve basında çıkan haberleri de tekzip etmiş olmasına rağmen AK Parti Meclis Grup Başkanlığı Grup Yönetim Kurulu'nun ön inceleme başlattığı, Mehmet Çiçek'in savunmasının alındığı ve sonuçta ikaz edilmesine karar verildiği, Konya milletvekili Hüsnü Tuna hakkında inceleme başlatıldığı ve uyarma ile cezalandırılması
istemiyle Müşterek Disiplin Kurulu'na sevk edildiği, Müşterek Disiplin Kurulu'nun da Tuna'nın uyarma ile tecziyesine karar verdiği anlatıldı.
İddianamede AK Parti'nin önceki bazı partilerin devamı olduğunun ileri sürülmesi ve sık sık AİHM'in Refah Partisi kararına atıf yapılmasının da birbiriyle ilgisiz konuların ilgiliymiş gibi gösterilmesi olduğu belirtilen savunmada, bunun tam bir hedef saptırma örneği olduğu kaydedildi. Savunmada şöyle denildi:
"Ortada birbirinden tamamen farklı iki siyasi parti vardır. AİHM'in Refah kararının isabetli olup olmadığı bir yana, bu kararla partimiz hakkındaki davanın hiçbir benzerliği yoktur. İlk olarak, AİHM Refah Partisi'nin kamuoyu yoklamalarına göre sürekli yükselişte olduğunu ve tek başına iktidara gelme olasılığının yüksek olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre, tek başına iktidara geldiğinde bu partinin demokrasiye aykırı bir 'toplum modeli'ni hayata geçirmesi ihtimali vardır. Bu nedenle, 'demokrasiye aykırı
politikaları ve söylemleri' olan bir siyasi partinin iktidarı ele geçirerek, parlamentoda istediği kanunları önermesini beklemek gerekmemektedir. Oysa mevcut davada, AK Parti'nin iktidarı tek başına ele geçirmesi ve programını hayata geçirme şansını elde etmesi diye bir durum söz konusu değildir. AK Parti, 6 yıldır zaten tek başına iktidardır. İddia makamı, RP ile AK Parti arasında zorlama bir benzerlik kurabilmek için bu iddiaları temellendirecek gerekçelerin partimiz hakkında açılan davada da geçerli
olduğunu ileri sürmektedir. Bu bağlamda AK Parti'nin çok hukukluluk anlayışını savunduğu ileri sürülmekte, ancak bu konuda hiçbir somut delil sunulamamaktadır. İddianamede AK Parti'nin şiddete başvurabileceği yönündeki gerekçeler de tamamen ilgisiz varsayımlardan kaynaklanmaktadır. İddia makamının, kim olduğu ve partimizle ilişkisinin olup olmadığı bile belirtilmeyen meçhul bir kişinin bir televizyon programında Mussolini'den bahisle yaptığı iddia edilen konuşmayla partimiz arasında irtibat kurmaya
çalışması, sunulan gerekçelerin ilgili olmadığının tipik bir göstergesidir. Bunun gibi AK Parti ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan Danıştay saldırısı failinin, belli karanlık odakların emellerine hizmet edecek şekilde partimiz liderine yaptığı çağrının delil olarak sunulması tam bir kötü niyet ve kurgulamanın ürünüdür. Bu tür sözde gerekçeler kesinlikle AİHM İçtihadı çerçevesinde 'ilgili ve yeterli' sebep olarak kabul edilemez."
AK Parti mensuplarının ısrarlı bir şekilde şiddeti reddeden açıklama ve tutumlarının, iddianamenin bu konuda ne derece gerçeklikten uzak ve önyargılı biçimde hazırlandığını gözler önüne serdiği ifade edilen savunmada, AK Parti'nin terör ve şiddeti kesin biçimde reddeden, bunu da eylem ve söylemleriyle açık biçimde ortaya koyan bir parti olduğu görüşüne yer verildi. İddianamede gösterilen deliller, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin laiklik ilkesini göz önüne dokunmak amacıyla değiştirildiğini
kanıtlamaktadır. Çünkü artık kökten dinciler isteklerini türbanın kamusal alanda da serbest kalmasının ötesine taşımışlar, televizyonlardaki açık oturumlarda 'türbanın yasaklanmasını savunanların Mussolini gibi yargılanacaklarını ve cezalandırılacaklarını' çekinmeden söylemeye başlamışlardır. Sadece bu durum bile laik devlet ilkesini ve Türkiye'de laikliği savunanları nasıl bir tehlikenin beklediğini göstermeye yeterli olup, şeriatın içerdiği şiddet unsurunu da sergilemektedir" ifadelerine yer verildiği
belirtilen savunmada, "Böyle bir televizyon konuşması, hangi partilimiz tarafından nerede, ne zaman ve hangi televizyonda yapılmıştır? Eğer böyle bir konuşma var ise, parti ile ilgisi bulunmayan -yönlendirilmiş- bir kişiye mi aittir? Yoksa parti yasaklamada sadece şiddeti ölçü alan Venedik kriterlerinin gerçekleştiği izlenimini uyandırmak için herkesi güldürecek uydurma delil mi yaratılıyor? İddianamede dayanılan diğer konuşmalar eklerde yer almasına rağmen, bu faili meçhul ve içeriği hiçbir şekilde kabul
edilemeyecek konuşma neden ekler arasında bulunmamaktadır? Görüldüğü gibi iddianame, olgulardan tamamen uzak bir şekilde ideolojik kaygılara dayalı bir iddiaya delil üretme çabası içindedir. İddianamedeki partimizin şiddetle ilişkisini kurmaya yönelik tüm ifadeler, tamamen hayal dünyasında üretilen spekülasyon ve vehimlerden ibarettir" denildi.
Savunmada iktidar partisinin kapatılmasının istenmesinin demokratik devlet ilkesine aykırı olduğu bildirildi. İktidardaki siyasi partinin kapatılması ve genel başkanına siyasi yasak konması halinde, hükümetin de kendiliğinden düşeceği belirtilen savunmada bunun, sandıkta kaybedenlerin mahkeme önünde kazanması veya halk nezdinde haksız çıkanların yargı organları önünde haklı çıkması ve mahkeme kararıyla hükümet değişikliği veya hükümetin düşürülmesi olduğu, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, halkın
vermediği iktidarı mahkemelerin veremeyeceği vurgulandı. Savunmada, "Mahkeme kararlarıyla iktidarların değiştiği ülkeler demokratik devletler değil, jüristokratik devletlerdir. Bu nedenle iktidar partisi olan Ak Parti hakkında kapatma davası açılması veya yargılama sonunda kapatma kararı verilmesi, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan 'demokratik devlet' ilkesine tartışmasız aykırıdır" ifadelerine yer verildi.
AK Parti'nin esas hakkındaki cevabında da ifade edildiği gibi bu davanın tarihe "google davası" olarak geçebilecek nitelikte olduğu kaydedilen savunmada, "Elbette, iddia makamı 'delil serbestliği' ilkesi gereğince internet kaynaklarından yararlanabilir. Buna bir itirazımız yok. Ancak, delil serbestisi, internet gibi bilgi kirliliğinin en yoğun olarak yaşandığı bir ortamda, arama motorlarına bazı terimler girmek suretiyle karşınıza çıkan her şeyi araştırmadan, delil olarak dosyaya koymak anlamına
gelmemektedir. Bu yöntemle, her siyasi parti hakkında kolayca dava açabilirsiniz. İddia makamının delil anlayışı problemlidir. Sözlü açıklamalarda ifade edilen 'hukukta bilinenin ispatı da gerekmez' sözü de bu problemli bakış açısını yansıtmaktadır" değerlendirmesine yer verildi.
(ZÇ-CC-CC