KEMAL DERVİŞ AHMET ÖZAL'I 'UYUYACAĞIM' DİYEREK NASIL YOLLADI ??
MURAT ÇELİK'İN YAZISINDAN...
''Arkadaşlar ben yatmaya gidiyorum. Sizlere iyi geceler...''
Bu iki cümle telaffuz edildiğinde evdeki manzara şu:
Salonda oturan 5-6 kişi, yemek sonrası sohbet ediyor. Saat henüz gece 11.00 civarı... Misafirler, benzer her ev ziyaretinde olduğu gibi farklı konularda konuşarak birlikte vakit geçiriyorlar. Ev sahibi ise konuklarının ceket, pardösü ve mantolarını kucağında toplamış, kapının yanına geçmiş ve işte yazının başındaki sözlerle açık açık ''Haydi artık gidin'' diyor...
Evine gelmiş konuklarına böyle bir muameleyi reva gören, arkadaşlarına en ufak bir nezaket kaygısı taşımaksızın, bu şekilde ''Güle güle'' diyen kişi, o dönemlerde Dünya Bankası'nda görev yapmakta olan bir Türk...
Dünkü yazımızı okuyanların kolayca tahmin edeceği gibi; Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) başkenti Washington DC'de yaşadığı günlerde, kendisi gibi bu kentte ikamet eden ve farklı görevlerde bulunan bir grup Türk arkadaşına işte böyle ev sahipliği yapan kişi Kemal Derviş.
Olayı, o gece Derviş'in evindeki misafirlerden biri olan Ahmet Özal'dan dinlemiştik...
Bizi biz yapan gelenekler
Bu sütunda dün, Kemal Derviş'in Hatay'da üzüm yerken sergilediği ''hijyen'' hassasiyetini aktarmıştık.
Yukarıda yer verdiğimiz örnekte açıkça görülen de, Derviş'in, insan sağlığı açısından çok önemli olan ''uyku'' konusundaki titizliği. Uykusuna ve yediklerine dikkat etmek elbette eleştirilecek özellikler değil. Her medeni insanın yapması gereken, hatta takdir edilecek alışkanlıklar bunlar... Ama bu özen, Türk halkının geleneksel misafir-ev sahibi ilişkisini böylesine yok sayar şekilde sergilendiğinde, durum biraz değişiyor.
İlk kez gittiğiniz bir lokantada yemek yiyeceğiniz çatal-bıçağı peçete ile silerek temizlemek başka, bunu misafiri olduğunuz insanların masasında yapmak bambaşka...
Ya da, çok çok samimi olduğunuz kişilere, ''Haydi artık, benim uykum geldi'' demek ayrı, sadece belli bir süredir tanışıp, mesafeli sayılabilecek bir ilişki içinde olduğunuz aileler sizin evinizde misafirken onları adeta kovar gibi uğurlamak apayrı...
Bu tür davranışlar, bir Amerikalı, bir Fransız, bir İsviçreli ya da bir Finlandiyalı tarafından yadırganmayabilir. Aynı aşırı yüksek bir ses çıkartarak mendile burnunu temizlemek gibi... Ama bizim için, biz Türkler için bahsettiğimiz bu örnekler hiç de hoş karşılanmayan, ''garip'' ve nezakete sığmayan tutumlardır.
Bu durum, çok uzun süre yurt dışında kalmış bazı istisnalar veya bu görgü kurallarından bir şekilde nasibini almamış kimileri için geçerli olmayabilir ama böylesi örneklerin, ''bizi biz yapan'' özelliklerimizle bağdaşmadığı açıktır.
Bir gencin hayal kırıklığı
Ve Derviş'in karakter yapısı hakkında fikir verecek son bir örnek...
2002 yılının Mart ayıydı... Amerikan - Türk Konseyi (ATC) toplantıları için Washington DC'deydik. Ritz Carlton Oteli'ndeki öğle yemekli özel oturumlardan birinin konuşmacısı Kemal Derviş'ti... O dönemde Türkiye'de tam bir Derviş rüzgârı esiyordu. Medyanın genelinin yönlendirmesiyle Kemal Derviş kamuoyunda ''Türkiye'nin kurtarıcısı ve gelecekteki umudu'' gibi görülüyordu.
Derviş konuşmasını yapıp kürsüden indi. Salondan ayrılmak üzere masaların arasındaki koridordan kapıya doğru yöneldiğinde yanına yaklaşan 20 yaşlarındaki bir genç, ''Sayın Bakanım, biz burada okuyan bir grup Türk genciyiz. Üniversitemiz, buraya sadece yarım saat uzaklıkta. Sizin birkaç gün daha burada olacağınızı biliyoruz. Eğer lütfeder, okulumuza gelir bir konuşma yaparsanız bizi onurlandırırsınız. Hem biz Türk öğrencileri çok onore edersiniz, hem de inanın sizden öğreneceğimiz çok şey var'' dedi.
Bu denli nazik ve saygın bir üslupla dile getirilen ricaya, Kemal Derviş nasıl karşılık verdi biliyor musunuz?
Aynen şöyle:
''Programım çok yoğun, Hazine'deki (yani Ankara) özel kalemimi arayıp not bırakın...''
O gencin yüzünde beliren ifadeyi, yaşadığı hayal kırıklığını görmeliydiniz. Biz gördük, ama Derviş görmedi... Çünkü çocuğa bir kelime daha söyleme fırsatı tanımadan dönüp kapıya yönelmişti bile...
ABD'de yüksek öğrenim gören Türk genci haklıydı... Derviş'ten öğrenecekleri çok şey vardı. Ve ilk dersi de oracıkta almıştı. İlk ders, insanlara ''nasıl davranılması'' değil, ''nasıl davranılmaması'' gerektiği konusundaydı...
Tüm bunların ardından bu satırların sahibi üç şeye şaşırıyor:
1. Kemal Derviş'in isminin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde ''baş müzakereci'' olarak geçebilmesine,
2. Kamuoyundaki kanaat önderlerinin, sürekli olarak yeni roller biçtikleri Derviş'te ısrar etmelerine,
3. Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu örneğinde olduğu gibi, birçok insanın Kemal Derviş gerçeğine şaşırabilmelerine...
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:35