BU bölümde, DSP Lideri Bülent Ecevit ile 12 Eylül öncesinde kendisine yapılan suikast girişimlerini konuştuk. Bir de Şubat 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla ilgili operasyonu. Sayın Ecevit, teröristbaşının yakalanış öyküsünün gizli bölümlerini anlatmak istemediğini söyledi. Ancak ilginç de bir itirafta bulundu.
Bu ilginç itirafla Öcalan operasyonunun nasıl bir gizlilikle yürütüldüğü hakkında fikir sahibi olacaksınız. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in kendisine ulaştırdığı suikast ihbarı mektubu ve İzmir Çiğli'de yapılan suikastteki inanılmaz olaylar da, bu bölümün çarpıcı ayrıntılarını oluşturuyor.
ABD gezisinde kendisine yapılan suikasti nasıl atlattığını anlatan Ecevit, kendisine çevrilen silahı fark ettikten sonra Amerikalı korumaların sayesinde ölümden kurtulduğunu da açıkladı.
Rum silahı bana
çok yakındı
Terör örgütü PKK'nın elebaşısını yakaladınız. Bu olay nasıl oldu, anlatır mısınız?
l MİT Müsteşarı Sayın Şenkal Atasagun'la görüşmelerimiz oldu. Abdullah Öcalan'ın yakalanması için birtakım olanaklar vardı. Bunlar üzerinde görüştük. Sadece Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı'nın haberi vardı. En yakınlarımıza bile haber vermedik, operasyon tam bir gizlilik içinde yürütüldü.
Rahşan Hanım'ın haberi var mıydı?
l Rahşan Hanım'a güvenim tamdır. Ama ona bile söylemedim. Ama eğer ona bunları söylersem başkalarına sır vermeyi içime sindiremem.
Barış Harekâtı'ndan iki yıl sonra ABD'ye gittiniz ve size orada bir suikast girişiminde bulunuldu. Neydi o olay?
l Bizim korumalarımız vardı orada, birisi zenciydi. Bunlar çok iyi yetişmiş, kültürlü polislerdi. Hatta birisi felsefe okumuştu. Onlar olmasa hayatımızı kaybetmiş olacaktık, Rahşan da, ben de.
New York'ta bir toplantımız olacaktı. Koruma görevlilerimiz, 'Gitmeseniz iyi olur' dediler. Ben de 'Olmaz, gideceğim' dedim. 'Peki, biz çaresiz isteklerinizi yerine getiririz' dediler.
'O zaman ricamız şu; lütfen otele dış kapıdan girin' dediler. 'Yine olmaz' dedim, 'Ön kapıdan gireceğiz.'
Salondaki görüşmeler başlamıştı. Biz daha binaya girerken büyük bir Rum kalabalığı oluşmuştu. Başlarında Rum papazlar vardı, ağır hakaretler, tehditler savuruyorlar bize karşı. Bütün bunları göze alarak içeri girdik. Kürsüye çıktım, konuşmam bitti. Biz çıktık, dışarıdaki o kalabalık papazlar falan, salonu doldurmuşlardı.
Toplantı yaptığımız salondan çıktık, lobinin olduğu geniş bir yere geldik. Orası da tıklım tıklım Rumlar'la dolmuştu. Orada bir Rum bize silahını uzattı, birbirimize çok yakındık. Korumalar o anda adamı yakaladılar. Bir anda Rahşan'ı ve beni yukarı kaldırarak, hızla salondan dışarı çıkarttılar. Ondan sonra ben kendilerine teşekkür ettim.
Suikastı
aydınlatamadım
Yine 1977 yılında size Çiğli Havaalanı'nda bir suikast düzenlenmiş...
l O saldırı tam seçim otobüsümüze adım atacağımız yerde oldu, basamaktayken... Ben Rahşan'ı önden aldığım için, önce Rahşan girdi. Mehmet İsvanoğlu arkadaşımız, Ahmet İsvanoğlu'nin kardeşi... Bir görevi yoktu ama hep bana yardımcı olurdu. O, Rahşan'ı yukarı çekmek için uzandığı anda ona ateş edildi ve yaralandı.
Ama hedef sizdiniz...
l Tabii... Rahşan da olabilirdi. Yetkili bir komiser vardı. Onlar, 'Hiç merak etmeyin, ciddi bir şey değil, çocuk patlangacı' dediler. Biz ona rağmen gerekli tedbirleri aldık. Ege Bölgesi'nde uzunca bir programımız vardı. Fakat hep telefonla takip ettik. Telefon bulmak da kolay değil o sırada... Şimdiki kolaylıklar yok. Doğru dürüst haber alamıyorduk. Neyse, birkaç saat sonra İzmir'e döndük. Sonra ağır bir durumda olduğunu gördük Mehmet'in. Çok çelişkili haberler geliyordu. Bir yanda ilgili doktorlar ciddi bir durum olduğunu söylüyorlardı, bir yandan da 'kaygı verici bir durum yok' diyorlardı.
Sonradan anlaşıldı ki, bu olayda Türkiye'de o zamana kadar resmen ortaya çıkmamış, son derece farklı bir silah kullanılmış. Doktorlar, 'Biz burada tedavi edemeyiz' dediler ve İsviçre'ye gitti arkadaşımız. İsviçre'de doktorlar belli aralıklarla İsviçre'ye gelip bu tedaviyi sürdürmesini istediler.
Tabii ki, biz konuyu incelemeye aldık. Bazı emniyet görevlileri de ilgilendi. Hangisi konuya el atsa bir noktadan sonra kapılar kapanıyordu. Bilgi alımı duruyordu. Bir türlü o silahın nasıl geldiğini, kime nasıl yetki verildiği bir türlü anlaşılamadı. Sonra o silahı kullanan polis de kurtarıldı.
O polis yakalandı mı?
l Evet ama olayın esrarı ortadan kaldırılamadı, aylarca, yıllarca sürdü. Sonunda o polise ne oldu artık bilmiyorum. Kapılar kapandı. Başbakan olarak dahi üstüne yürüdüğüm halde esrar perdelerini aralatamadım.
MİT'ten yardım istediniz mi?
l İçişleri Bakanlığı'ndan yardım istedim. İçişleri Bakanı, seçim dönemlerinde bağımsızdı. İyi niyetli bir insandı, şimdi ismini hatırlamıyorum. O da elinden geldiği kadar çalıştı ama bir yere varamadı. Ben Başbakan olduktan sonra bile esrar perdesini aralatamadım.
Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bir ülkenin başbakanının dahi kendisine yapılan suikastle ilgili sağlıklı bilgi alamaması ürkütücü değil mi?
l Evet tabii...
Devletin içinden birileri yönlendirmiş olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum...
l Evet, işte akla her şey gelebilir.
Demirel'den, 'suikast
yapılacak' mektubu
1977 yılının Haziran ayında Sayın Demirel, bir mitingde size suikast olacağına dair bir mektup ulaştırmış. Ancak siz o mektuba rağmen o mitinge katılmışsınız, o olay neydi?
l O seçim konuşmaları, toplantıları dönemindeydi. 1977 seçimlerinden 2-3 gün önceydi sanırım. Benim radyo konuşmam vardı. O zamanlar radyo konuşmaları çok önemliydi, televizyon olmadığı için.
Sayın Demirel bana mektup gönderdi. Demirel o zaman Başbakan'dı. Kendisine imzasız bir mektup yollanmış. Onu da bana gönderdi. Mektupta, benim toplantıyı, konuşmayı yapacağım gün ve saatte, Taksim'deki bir otelin üstünden bana ateş edileceği yazıyordu. Ben bu haberi alınca hemen TRT'ye gittim. Daha önce çekilmiş bir demecim vardı, onu aldım. 'Şimdi şifahen konuşacağım' dedim ve Demirel'den gelen mesajı, uyarıyı açıkladım. 'Eşim Rahşan Ecevit ve ben, o mesaja rağmen, tehdide rağmen, belirttiğimiz yer ve saatte orada olacağız ama kimseyi davet etmiyorum bu toplantıya. Çünkü bir tehlike ortaya çıkabilir' dedim. Fakat İstanbul Havaalanı'na indiğimizde, havaalanından başlayan bir konvoyla görülmemiş bir şekilde konuşma yapacağımız yere götürüldük. Bu arada otobüsün içinden de haberleri izliyoruz. Hep bana suikast yapılacağı ile ilgili haberler vardı. Kimsenin mitinge gitmemesi isteniyor ve insanlar uyarılıyordu. Fakat herkes dışarıda olduğu için kimse bu uyarıları dinleyemiyordu. Sadece biz dinliyorduk. Konuşmamı yaptım ve kötü bir olay yaşanmadı. (H.D. TERCÜMAN)
İŞTE, UNUTTURULAN SABANCI!
Sabancı kardeşlerin en büyüğü olan İhsan, diğer kardeşlerinden aykırı bir tip oldu. İhsan Sabancı kardeşlerinin aksine futbol ve kadınlarla ilgilendi. Ağabeyin İlişki kurduğu kadını ve üç çocuğunu aile kabullenmedi.
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Sakıp Sabancı`nın ` Bıraktığım Yerden Hayatım` adlı son kitabı Sabancı ailesi ile ilgili kamuoyunda bilinmeyen bazı gerçekleri de gün yüzüne çıkardı.
Sakıp Sabancı`nın bu kitapta ailesiyle ilgili bilgi verirken bugüne kadar kamuoyunda isminden pek bahsedilmeyen İhsan Sabancı hakkında şunları yazdı ``Ağabeyim rahmetli İhsan, benden iki yaş büyüktür. Çocukluğundan beri futbola düşkünlüğü vardı. İlk okul sıralarında ince yapılıydı. Sonra okula devam etmedi. Fakat futbol sevgisi sürdü. şişmanladı. Boyu da uzundu. Şişmanlık ve iri yapılı vücudu, şahsiyetini, hareketlerini etkilemeye başladı.``
Sakıp Sabancı babaları Ömer Sabancı`nın kardeşi İhsan`ı işlere ısındırabilmek için bir başkası ile yüzde elli ortak manfatura dükkanı açtığını, ancak ağabeyinin bu işten çabuk sıkıldığını yazdı. Sakıp Sabancı tüm bunlara karşın kardeşi İhsan`ın ölümünden önceki 4 yıla kadar ailenin kütlü pamuk alım işini yürüttüğünü de belirtiyor.
Sakıp Sabancı kitabında İhsan Sabancı ile ilgili şu tesbiti yapıyor `` İhsan evlendikten sonra da ev ve iş dışındaki hayatı tercih etti. Zamanının çoğunu Adana`da Demirspor Futbol Kulübü`nde geçirirdi. Buradaki çevresi ``İhsan Ağa`` diyerek kendisini aşırı derecede severler, sayarlardı.``
Kitapta ayrıca İhsan Sabancı ve Sabancı ailesine yönelik bir bilinmeyen daha gün yüzüne seriliyor.
İhsan Sabancı`nın eşinin dışında başka bir hanımla ilişkisi olduğunu Sakıp Sabancı kitabında şöyle anlatıyor `` Ağabeyim İhsan`ın Adana`da bir başka hanımla ilişkisi olmuştur. Bu ilişkiye başta babam ve annem olmak üzere hepimiz büyük tepki gösterdik. Üzüldük. Fakat ağabeyim bu ilişkiyi sürdürdü.``
Sakıp Sabancı kitabında ailenin bu ilişkiyi tasvip etmemesi yüzünden İhsan Sabancı`nın sağlığında ve ölümünden sonra da Nevin Tenik ve çocuklarını hiç görmediklerini anlatıyor.
Sakıp Sabancı`nın anlattığına göre ağabeyi İhsan`ın kendi eşinden 3 çocuğunun yanı sıra Nevin Tenik`ten ikisı kız biri erkek üç çocuğu olmuş. İhsan Sabancı`nın kendi eşinden olan çocukları ile birlikte Nevin Tenik ve çocukları, af yasasından yararlanarak nesep tahsisi yapılmış, ``Sabancı`` soyadı ile birlikte İhsan Sabancı`nın mirasından pay almışlar.
(D.B. TERCÜMAN)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:06