Medya
  • 2.12.2002 04:03

SERDAR TURGUT AKŞAM'DAKİ İLK YAZISINI YAZDI : " ACABA BURADA BANA DİGİTÜRK'ÜN EROTİK KANALLARINI BEDAVA BAĞLARLAR MI ?

KAYNAK : Haber Vitrini 'Ara dönem'de olan bitenler Bir üst düzey yönetici grubunun kont-rolünden farklı bir üst düzey yönetici grubunun kontrolü altına yatay geçiş yaparken, aradaki boş zamanda hür düşünceye biraz vakit ayıracak fırsatım oldu. Uzun zamandır hür düşünmeye düşünmeye unutmuşum bunu nasıl yapacağımı, ilk başlarda biraz bocaladım bu yüzden ama sonra kendimi toparladım. Derin düşüncelere daldım. Zor meselelerle hiç korkmadan uğraşmaya başladım. Örneğin: -Ben kimim, benim anlamım ne? - 'Medya etiği' kavramı aslında bir oxymoron'mudur? (oxymoron: Yan yana kullanıldıklarında anlamsızlığa yol açan iki kelime) -Yoksa hayat kozmik bir anlamsızlıktan mı ibaret ki? - Tecavüzcü iftirasına uğradığı gün Kaya Çilingiroğlu eşinden, çocuğundan özür diledikten sonra hızını alamayıp bir de neden Türk halkından da özür diledi ki? Türk halkının bu meseleyle ne alakası var ki? Ve en son olarak da: - Yeni gruba geçtiğime göre acaba bana Digiturk'teki erotik kanalları bedava bağlatırlar mı? (ki bu derin düşüncemde eski işimden neden istifa ettiğimin bazı ipuçlarını da bulmak mümkündür. Bilmek isteyene yani, bilmem anlatabiliyor muyum?) Boşta kaldığım günlerde bu soruların ilki hariç hemen hepsine cevaplar buldum. Aslında son soruyla ilgili de doğrusunu isterseniz bazı tereddütlerim var. Çünkü Digiturk'ün erotizm kavramıyla benimki pek çakışmıyor. Düşünsenize ben BDDK kelimesini bile ilk duyduğumda bunu bana hayli cazip gelen bir cinsel sapıklığın tanımı sanmıştım, durumum öylesine vahim yani. Ama olsun yine de yeni müdürlerim o kanalları eve bağlatırlarsa Rana'ya karşı, 'ne yapayım ki zorla bağlattılar, karşı çıkarsam beni işten atacaklarmış, artık arada göz atarım, elim mahkum çünkü sürpriz sınavlar yapıp izleyip izlemediğimi kontrol edeceklermiş' deme şansım doğacak. Kendimi feda edip yumuşak erotizm de izlemeye başlarım bu yaştan sonra, ne yapayım yani! Bütün bunlar bir yana itiraf ediyorum ki beni en çok 'Ben kimim, benim anlamım ne?' sorusu zorladı. Aslında eski işimdeyken bu sorunun cevabını az çok biliyordum, ama AKŞAM'a gelirken biraz bocalamaya başladım. Bunun sorumlusu da gayet tabii ki gazetenin yazı işleri sevgili okurlar. Bilmem hatırlatmama gerek var mı, ama benim yazı işleri ile aramda Maoist anlamda uzlaşmaz bir çelişki vardır. Açıkça ilan edilmemiş bir savaş sürer gider onlarla aramda. Fırsat beklerler bana kötülük yapmak için, bu her zaman böyledir, son olayda da aynen öyle oldu. Öyle bir şeyi planlayarak yaptılar ki kendimle ilgili tereddütlerle doldu kafam durup dururken Farkındaysanız benim transferimi sürekli olarak 'YILIN BOMBASI' olarak ilan edip durdular. Şimdi sorsanız, bana kıyak çektikleri ayaklarına yatacaklardır ama bu kelime oyununu akıl ettikleri için arkamdan gizlice gülüp durduklarını biliyorum. 'Bomba' kelimesi bu şekilde kullanıldığında 'içi boş olan, anlamsızlık' olarak algılanır. Yani ben kendimi esaslı bir taşfırın yazarı olarak algılarken, bir anda 'farklı değerlendirmeler de mi yapılıyor acaba hakkımda' kuşkusu doğdu kafamda. Bakın bu köşede ilk yazımda açıkça ilan ediyorum ki bunun bedelini çok ağır ödeyecekler. Ben kinlerimi uzun süre içimde tutarım, bugün, yarın öldürmem. Beş yıl sonra hiç beklenmedik bir anda çakarım ve darbeyi yiyen de ne oldu diye bakar suratıma ve cevabı bulamadan göçer gider. İnsan hayatta kendisine yeni bir sayfa açarken çözümsüz gibi gözüken bütün problemlerle korkusuzca yüzleşmeli bence. Örneğin alın 'genel yayın yönetmeni' problemini. Şimdi şu aşamada bu meseleyle ilgili birkaç laf etmemek de imkansız gayet tabii ki. Herkes bana yeni genel yayın yönetmeni ile aramızın nasıl olacağını sorup duruyor. Türkiye'nin ve belki de dünyanın ilk kadın genel yayın yönetmeni var başımızda bildiğiniz gibi. Millet işi gücü bırakmış onu da öldürme planları yapıp yapmayacağımı merak ediyor. Bakın size bir şey söyleyeyim mi? Beni hiç böyle tartışmaların içine çekemezsiniz, artık sakin yapıda bir insanım ben, yazımı yazıyorum, kitabımı okuyorum, yaşayıp gidiyorum. Ve resmen kayda geçmesi için burada deklare ediyorum ki son zamanlarda Karın Deşen Jack'in hayatını incelemeye kafayı takmış olmam tamamen bir tesadüften ibarettir. Bu meseleyle bunun uzaktan yakından alakası yoktur. Bunu herkes bilsin yani! Biraz gülümseyerek ve gülümseterek başlayayım dedim ilk günüme. Gayet tabii ki her zaman olduğu gibi her türlü konuya gireceğiz burada da. Bazen sadece gülümsetmek için yazacağım, bazen de teorik müdahaleler yapmaya çalışacağım ülke söylemine. Ben yazarın birinci ve belki de tek görevinin okuyana saygılı olması gerektiği görüşündeyim. Okuyucuya saygısını da sadece yazıda ona 'bir şeyler' vererek göstermelidir yazan insan. O bir şeylerin ne olduğu da yazıya göre değişir. Gülümsetecekseniz gülümsetin, fikir beyan edecekseniz korkak olmayın, söyleyecek lafınız yoksa kısa kesin, söyleyecek lafınız varsa da gözünüzü kırpmadan yumruk atar gibi söyleyin. Tüm yazarların uyması gereken kuralların bu olması gerekir bence. Okura vereceğim tek garanti, onu katiyen sıkmayacak olduğumdur. Her konuda belki anlaşamayacağız ama en azından kızsanız bile üç dakikanızı boşa harcamış hissetmeyeceksiniz bu köşeyi okurken. Sözüm söz. Haftanın her günü buradayım. Hafta içi bu yazılar olacak. Cumartesi günü 'medya eleştirisi' işine ciddi bir biçimde soyunacağım. Durun daha da bitmedi. Pazar günü de aşk yazarlarıyla çatışmamız olacak. Taşfırın yazılardan sonra light hafta sonu beklentisi var, bilmem anlatabiliyor muyum? Bugün bitirirken bir son noktayı daha eklemeliyim. Şimdiden şikayete başlayayım ki sonra elimde bir koz olsun 'neden başta söylemedin, şimdi mi aklına geldi' demesinler yıllar sonra. Bir yazara bu kadar fazla yazı yazdırmak da insafsızlık değilse başka neye insafsızlık diyeceğiz ki bilemiyorum artık. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:48

İLGİLİ HABERLER