
"ÜNİVERSİTELER SORUNLARLA BAŞLADI"
Ancak ne yazık ki uzun bir süredir bu heyecan ve umut dolu olması gereken günler, daha çok süreklilik kazanan aksaklıklar, giderilemeyen noksanlıklar ve huzur kaçıran gerginliklerle dolu olarak karşımıza çıkar olmuştur" dedi.
Bostan, yaptığı yazılı açıklamada devlet üniversitelerinde gitgide çözümü zorlaşan sorunların olduğunu ifade etti. Temel olarak "anti-demokratik uygulamalar, jakobenizim ve demokratik üniversite sorunu" olduğunu ifade eden Bostan, "Öncelikle YÖK'ün önem derecesi ne olursa olsun, Türk yüksek öğretimini ilgilendiren her tasarrufunda mutlaka ve behemehal demokratik üniversite ilkesinin vazgeçilmez gereği olarak, akademik camianın görüşlerini almadan harekete geçmemesi gerekir.
Türk yüksek öğreniminin en üst düzeydeki kurumu olan YÖK, Türk yüksek öğrenimi camiasını 'yok' saymaktadır. Dün Kemal Gürüz'ün ve Erdoğan Teziç'in haksız ve zulme varan uygulamalarını eleştirenler, bugün YÖK kendi ellerine geçtiğinde, aynı haksızlık ve zulümleri uygulamakta bir beis görmemektedirler ki bu, tam anlamıyla antidemokratik olduğu gibi aynı zamanda etik-dışı bir davranış da olmaktadır" dedi.
Bostan ayrıca, YÖK'ün devlet üniversitelerini kendi feodalitesi ve akademik camiayı da serfleri olarak değerlendiren bir feodal beylik gibi davranmakta, hiç kimse ile müzakereye gerek dahi duymadan resen aldığı kararlarla sağa sola emirler yağdırmakta, akademik ve idari yükseltmelerde keyfi ve birbiriyle çelişkili kararlar almakta olduğunu ifade etti.
Üniversitelerin huzurunu kaçıran en önemli sorunun, demokratik üniversite yapılanmasının ümitsiz bir klinik vaka haline dönüştüğünü belirten Hanefi Bostan, "Bunun bir sonucu olarak, YÖK'ün üniversiteler üzerinde kurduğu baskıları artık bilmeyen kalmamıştır. Akademik hayatın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, köhnemiş, anti-demokratik ve rektör saltanatı üzerine kurulu YÖK kanununun hâlâ olumlu bir istikamette, üniversitelerimizi katılımcı, demokratik, özerk ve daha ileri düzeyde bilim ve yüksek öğretim kurumlarına dönüştürme istikametinde değiştirilememiş olması geçen 9 yılın boş yere harcandığını gösteren en önemli bir belge olmak durumundadır.
Yıllardır üniversitelerin akademik ve idari özerkliğinden bahseden hükümet, bugün üniversitelerin idaresini öğretim üyelerini dışlayarak idarecilikten bir haber belirli kesimlerin eline verme çabası içinde olması anlaşılır bir durum değildir" ifadelerini kullandı.
"YÖK tepeden aşağıya doğru yapılandırılmış bir kurum haline gelmiştir" diyen Bostan, "Bu kurum içinde öğretim üyesinin söz hakkı yoktur. Kendi dekanını ve rektörünü seçememektedir. Kendi Fakültesinde yapılacak önemli ve köklü değişikliklerle ilgili bile görüşü alınmamaktadır.
Ülkemizde üniversiteler mali ve idari açıdan özerk değildir. Batı ülkeleriyle mukayese edilemeyecek durumdadır. Ülkemizde sorunsuz bir üniversite, sorunsuz bir yüksek öğretim için profesöründen araştırma görevlisine kadar bütün öğretim elemanlarının ve idari personelin katılıp seçtiği dekan ve rektörlerle işe başlamak gerekir. YÖK'ün artık git gide bilimsel araştırma ve çalışmalarla ilgisini keserek üniversiteler üzerinde artan biçimde bir baskı aracına dönüşmesi önlenmelidir" dedi.
Hükümetin daha demokratik, özgür ve daha gerçek şekilde akademik çalışmaların yapılmasını sağlayacak köklü değişiklikleri gerçekleştirmesi gerektiğini ifade eden Bostan, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Asıl mesele üniversitenin öncelikle bilim, teknoloji ve fikir üreten en üst düzeyde kurum olduğunu bugüne kadar iktidarların anlamaya yanaşmamaları, özgür ve demokratik üniversiteden çekinmeleri ve hatta korkmaları yönündeki psikolojik sakatlık sorunudur. Bu psikolojiden hükümetler kendilerini kurtarmalıdır."
Hanefi Bostan, diğer bir sorunun "ücret, öğretim elemanı ve idari personel sorunu" olduğuna dikkat çekerek, "Ülkemizin geri kalmışlık çemberinin kırılmasında ve geleceğin mutlu, güçlü ve müreffeh, daha saygın Türkiye'sinin inşa edilmesinde bir numaralı belirleyici faktör olan bilim yuvalarının ve mütevazı bilim insanlarının, nasıl geçineceklerini düşünmeyi ön plana çıkarmak zorunda bırakılmaları doğru bir politika değildir.
Mesleği bilim üretmek ve bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu değillerdir. Bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir. Bugüne kadar akademik personele adeta kasıtlı olarak düşük ücret politikası uygulayan iktidar, kıdemli profesörler dışındaki bütün öğretim elemanlarını yoksulluk sınırının altında, idari personelin yüzde 90'ını da açlık sınırı düzeyindeki ücretlere mahkum etmiş bulunmaktadır" dedi.
Devlet ve vakıf üniversitelerinde öğretim üyesi açığının had safhaya ulaştığını belirten Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, "Birçoğu gerçek anlamda vakıf kimliği taşımayan ve esas olarak da ticari amaçla açılan vakıf üniversiteleri karlılığı düşürdüğü için öğretim üyesi yetiştirmekten ziyade devlet üniversitelerinde yetişmiş bulunan öğretim üyelerini transfer etmeyi tercih etmekte ve devlet üniversitelerinde akademisyenlere ödenen ücretlerin aşırı düşüklüğü de bu transferi hızlandırmaktadır.
Devlet üniversiteleri bir yandan bu şekilde öğretim üyesi kaybına uğrarken diğer yandan da yenilerini yetiştirmekte zorlanmakta ve böylelikle ülkemiz, gerek toplam nüfusu, gerek öğrenci sayısı bakımından ciddî anlamda bir öğretim üyesi açığına sürüklenmektedir. Nitekim öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, açık öğretim öğrencileri hariç tutulduğunda 66 olduğu görülecektir" ifadelerini kullandı.
Hanefi Bostan, "Bilhassa yeni açılan üniversitelerde anormal boyutlara ulaşmakte6rüşü alınmamaktadır. Ülkemizde üniversiteler mali vadır Meselâ 200-250 kişinin bir sınıfta ders yaptığı üniversitelerimizin bulunuşu, durumun vahametini açıkça göstermeğe yeterlidir. Öğretim üyesi açığının öğrenci sayısındaki artışa ters oranda büyümesi, özellikle yeni açılan taşra üniversitelerinde akademik niteliği olmayan kişilere ders verdirilmesi gibi kabul edilemeyecek sonuçlar da yaratmakta ve bu da üniversite öğretiminin kalite ve seviyesini düşürmektedir.
Üniversitelerde çalışan idari personele üniversite tazminatı ödenmemesi ve bu personelin başka kurumlarda çalışan emsalleri gibi ek ödemeden yararlandırılmamasından dolayı başka kurumlara gitmektedirler.
Bu nedenle üniversitelerde büyük oranda idari personel açığı bulunmakta ve bu personelin yapacağı işler araştırma görevlilerine ve öğrencilere yaptırılmaktadır. Dolayısıyla araştırma görevlileri bilim faaliyetleri dışına çıkarıldığından kendilerini yetiştirmeleri engellenmektedir" dedi. Özlük hakları sorununa da değinen Bostan, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"Yardımcı doçentlerin, doçentlerin ve idari personelin özlük hakları ile ilgili ciddi sorunları bulunmaktadır. Çıkarılan kanunlara ve mahkeme kararlarına rağmen bu sorunlar hâlâ çözülmemiş olarak orta yerde durmaktadır.
Bu sorunlardan birisi, 2002 yılında çıkarılan kanun hükmündeki kararname ile profesörlere ve doçentlere tanınan ek ödeneklerin hâsıl etmiş olduğu ücret dengesizliğinin, aradan geçen 9 yıllık süre zarfında yardımcı doçentler, öğretim görevlileri, okutman, araştırma görevlileri ve idari personel aleyhine kronikleşmiş olmasıdır. Danıştay'ın bu ücret dengesizliğinin düzeltilmesi ile ilgili kararını hükümet tatbik etmemek için, ilgili kararnameyi iptal etmiş ve mağdur olan üniversite personelinin mağduriyetini bugüne değin gidermemiştir."
Üniversite öğrencilerinin yurt ve burs sorunlarına da dikkat çeken Bostan, "Üniversitelerimizle ilgili bir başka baş ağrısı sorun kaynağı da, öğrencilerimizin yetişmesindeki imkân ve ortam yetersizlikleri olup, bunların içinde en önemlileri de, öğrenci kredileri, kütüphane ve lisans ve araştırma laboratuarları, bilgisayar ortamları, spor tesislerindeki yetersizlikler gelmektedir.
Ancak en az bunlar kadar hatta bazı hallerde daha da önemlisi olarak, öğrencilerin kalacağı sağlıklı yurtlar da hâlâ çözülememiş bir başka sorun oluşturmaktadır. Yurt sorunu özellikle kız öğrenciler için daha da büyük bir sıkıntı anlamına gelmektedir. Öğrencilerden gelen talepler ile bu taleplerin karşılanabilirlik oranları arasındaki açığın büyüklüğü ürkütücü boyutlara varmış bulunmaktadır.
Bu durumda başka kanallardan yurt sorununu çözmeye çalışan öğrencilerimizin çoğu ya yüksek ücretler ödemek zorunda kalmakta, ya da buna imkânı olmayan büyük çoğunluk, hem sağlıklarını hem de tahsillerini risk altına atan yerlerdeki olumsuz şartlarda barınmaya çalışmaktadırlar. Üniversite öğrencilerinin en büyük sorunu barınma sorunudur. Bu sorunun çözülmesi için Hükümetin ve diğer kamu kurumlarının konuya ciddi bir şekilde eğilmeleri gerekmektedir" dedi. Bostan, sözlerini şu şekilde tamamladı:
"Üniversiteler milli gelirden yeterli ölçüde pay ayrılmadığı, YÖK'e üniverse6rüşü alınmamaktadır. Ülkemizde üniversiteler mali viteler arasında koordinasyonu sağlama ve üniversiteleri denetleme görevi, akademisyenlerin kendi idarecisini seçme özgürlüğü ve konuşma özgürlüğü verilmediği sürece üniversitelerimizin sorunları katlanarak büyüyecek ve içinden çıkılmaz bir kör düğüme dönüşecektir. Üniversitelere mali özerklik verilmeli ve bütçeden Üniversiteler için ayrılan pay, Gayri Safi Milli Hasıla içindeki oranı yüzde 0.95'den en az yüzde 10'na çıkarılmalıdır.
Türkiye dünya ülkeleri arasında yüksek öğretime milli gelirden en az pay ayıran ve üniversite mensuplarına en az ücret ödeyen ülkeler arasında yer almaktadır. Öyle ki gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeler arasında bile isimi en alt sıralarda yer almaktadır. Dünya standartlarında yüksek bir eğitimin ve bilimsel araştırmaların ilk şartı, mutlak ve behemehal, üniversitelere ve üniversite mensuplarına dünya standartlarında kaynak ve ücret tahsis etmekten geçmektedir."