Gündem
  • 29.6.2008 10:16

YAPRAK DÖKÜMÜNÜN BABASI ESKİ DEVRİMCİ ÇIKTI!

Hani derler ya “O kadar ünlü ki, sokakta yürüyemiyor!”İşte Halil Ergün o durumda... İstiklal Caddesi’nde her adımda durduruluyor. Yolunu kesenlerin yarısı hayransa yarısı tanıdık. Hal, hatır, çektirilen fotoğraflar... İki sezondur Kanal D’de yayınlanan ve karşısına ne çıkarsa çıksın o gecenin reyting galibi olan (Bir tek Avrupa Futbol Şampiyonası’yla baş edemediler ama o kadar da olsun artık!) “Yaprak Dökümü”, ününe ün katmış. Kıyamet kopuyor sokakta.
Muhafazakar, kuralcı, eski usul Ali Rıza Bey... Sert bakışlı aktör, hani kodu mu oturtur dediklerimizden... Siz öyle sanın. Şeker gibi bir adam Halil Ergün. Yumuşak, esprili, rahat, hoşsohbet... Kendisinin de söylediği gibi çok da heyecanlı! Hayata karşı taşıdığı bir coşku var, bunu hissetmemek mümkün değil... Oynadığı her dizinin tutmasında hatırı sayılır bir payı olduğu da ortada. Büyük olasılıkla bu heyecanı, oyunculuğa duyduğu aşk geçiyor seyirciye... Bir de samimiyeti tabii. Boşuna bağırmıyor insanlar: “Halil Bey, Allah size uzun ömür versin!”


Son iki sezonun en çok seyredilen dizisi “Yaprak Dökümü”nün başrol oyuncusu Halil Ergün: “10 yıldır o ağır makyajlarla perişan oldum. Gözümün altındaki torbalar da torba değildi artık, tutuyordum böyle kalıyordu. Ben de aldırdım. Ama botoks yaptırdı lafından bir türlü kurtulamadım”

Siz mi “Yaprak Dökümü” için mükafatsınız, dizi mi sizin için?
Çok tehlikeli buna cevap vermek. Hastalıklı yanım harekete geçerse, ben mükafatım diyebilirim. Çok zor karar verdim bu diziye. Filminden çok etkilendiğim bir romandır. Dedim ki bir filmde anlayabiliyorum da Ali Rıza Bey’i, dizide nasıl olacak? Bu kadar başarı tahmin etmezdim ama seyircimizle kurduğum sıcak ilişkinin de farkındayım. Eğer hikayesiyle, kadrosuyla doğru olursa katılımımın çok önemli bir işlev yerine getireceğini biliyorum. Tam da dizi yapmayayım dediğim tarihte böyle bir dizide oyuncu olmak da bana maddi, manevi mükafat tabii.

Uzun yıllardır sinemadan çok dizilerde oynuyorsunuz. Dizi çekmek, sistemin adamı olmak mı demek?
Sinema farklı mı Allahaşkına? Katiyen ayırt etmiyorum, mesleğimi yapıyorum şu anda. Orası her şeyiyle bir film seti. Tabii bir film çekiyor olmak isterim. Çok teklif geliyor ama heyecanlandığım teklifler değil. “Yaprak Dökümü”nde oynamak çok daha keyifli benim için.

“12 Mart’ta hapse girdim, çıkınca tarlada çalıştım”


Mülkiye’den ayrılmasaydınız siz de Ali Rıza Bey gibi kaymakam mı olacaktınız?
Hiç düşünmedim kaymakam olmayı. Eğer tiyatro yapmasaydım ya da 12 Mart olmasaydı belki... Ama sürekli dayanabileceğimi zannetmiyorum. Hep önlerde oldum ama bir yerin başı olmak istemedim hiç. İktidardan korkuyorum. Herkes mühim dolaşıyor Türkiye’de. Öneminizi başkaları saptamalı. Siz kendinizden menkul mühim biri olarak dolaşırsanız mühimmat deposu olursunuz, birisi bir gün kibriti çakar, patlarsınız.

Sizin farkınız bu mu?
Bimem. Ben çok heyecanla yaşadım hayatı. Her gün yeniden şaşırabilen, hayatı kurabilen birisiyim. Yıllarca tiyatro yaptım,
12 Mart’ta devrimci tiyatro yaptığımız için hapse girdim. Hapisten sonra tarlada çalıştım. Düşündüm ki herkes 25 senede emekli olmuş, ben hâlâ çalışıyorum. Hem de daha doymamış, çok şey yapmamış gibiyim. Bilmiyorum farkım nedir doğrusu ama benim için hayat önemli.

“Artist olmak istemedim. Kaşımı kaldırıp aktör havasına girmedim hiç”

Bir gün oyunculuk yapamasanız ölmezsiniz yani.
Yok canım. Artist olmak istemedim ben. Öyle bir derdim olmadı, beni hayat ilgilendirdi hep. Kaşımı kaldırıp “Ben bir aktörüm” tavrı yapmadım hiç. Hayattır aslolan. Film falan işin garnitürü. Dizide 80’inci bölümü oynuyorum ve inanın her sabah yeni bir filme başlarmış gibi gidiyorum sete. Bıkkınlıklarla, yorgunluklarla götürürseniz hem kendinize hem işe zarar. Kamera dendiği an bitiyorum, bambaşka bir şey o. Sevişiyorum kamerayla.

Haz alan mısınız, veren mi?
Haz alıyorum. Diyelim ki bir sofra sahnesi çekilecek, herkesin tek tek planları var. Ben 21 plan çekiliyorsa 21 defa aynı tonda ve duyguda oynuyorum. Ama bunu herkes yapmıyor bana. Orada haz vermeye çalışıyorum. Karşımdakinin gözlerinin içine bakıyorum. Sinema göz çünkü. İyi vurgulama yapmak, elini iyi kaldırmak yetmez. Önemli olan bakmaktır. 

Hayat sizi zorladığında sığındığınız liman neresi?
İznik. Ne zaman kirlendiğimi hissetsem oraya gittim. Zaten yerleşik düzen kurmadım burada 1990’lara kadar. Arkadaşlarda, Londra Oteli’nde kaldım. İznik’te de aile işi devam ediyordu çünkü. Hayvanlarımız vardı. Traktör tepesine atlayıp çift sürüyor, zeytinleri ilaçlıyordum. Orası hiçbir zaman yıkılmamış bir liman benim için. Çiçeklerim, ağaçlarım, hatıralarım... Burada göçmenim, beni çok evcilleştiremedi İstanbul. İznik çağırıyor, oraya gidersem daha çok yaşayacağım diye düşünüyorum.

“Salya sümük bir aşığım”

“Yaprak Dökümü”nün setinde küçük kızınızı oynayan Efsun’la şahane ilişkinize şahit oldum. Çocukları çok seviyorsunuz, değil mi?
Çok. Ölüyorum bitiyorum çocuklar için.

Çocuk sahibi olmak istemediniz mi?
Bundan 10 sene önce burnum sızladı çocuk için. Belki de annemi babamı kaybettiğim buruk dönemlerdi. Ama kardeşlerimin çocuklarıyla ilgileniyorum zaten. Birini ben büyütüm. Annesini çok erken kaybettik, babası da yurtdışındaydı, altını bağlamaktan mama vermeye kadar ben baktım.

Hep kalabalık, birbirine bağlı aile anlatıyorsunuz. Hiç gönlünüzden geçmedi mi kendi çekirdek ailenizi kurmak?
Hep işimdeydim ben. Evlenmeye vakit olmadı. Çiftçilikle sanat arasında gidip geldim. Beş-altı tane çok ağır aşk yaşadım. Salya sümük bir âşık oluyorum ben. Bir süre sonra yalnız yaşamak kemikleşiyor. Evlenmeden çocuk sahibi
olmak istedim. Arkadaşlarımla taşıyıcı anne meselesini ciddi ciddi konuştum ama çocuğu vermek istemediler.

Sizin salya sümük bir aşık olduğunuzu kestirmek güç...
Tahammül edilmez bir aşık oluyorum, egoist. Ama aşk biraz egoist olur. Ben her dakika, her saniye bir esaret gibi tutuklamak isterim sevdiğimi. Yük oluyorum aslında ben âşıkken. İki misli acı çekiyorum o zaman. Çünkü yere düşen burnu almamak gibi bir alışkanlığım da var.

Kalbiniz en son ne zaman biri için çarptı?
Dur söyleyeyim... Şimdi yaşadığım bir şey var, ona çarpıyor diyemem henüz de... Ama adı konmuş çarpma üç sene önce oldu.

O adı konmamış kişiyi nasıl tavlıyorsunuz?
Beni tavlarlar, ben tavlamayı bilmem.
Bir dönerim bakarım olmuştur. Kaçağımdır ama. Erkekler kaçaktır zaten.

Gönül de kaçanı kovalar.
Ben başlangıcı söylüyorum. Sonra yakalandımsa, ohoo gitti. Onu hayvan gibi yaşıyorum.

“Yemek kanalında ne gördüysem pişirmekten şişmanladım”


Eve çağırdığınız misafirlerinize iki tencere kuru fasulye ikram ettiğiniz doğru mu?
Tuğrul (Eryılmaz) anlattı, değil mi? Olay şu... Daha yeni yeni yemek yapmaya başlamıştım. Kuru fasulye ıslattım geceden. Ama o kadar çok ıslatmışım ki, bir tencereye sığmadı. İki tencere yaptım. Fakat bir tencerelik et almışım, biri etli biri etsiz oldu. Bunları yedirmek zorundayım. Okul arkadaşım Tuğrul’u çağırdım yemeğe. Bütün İstanbul’a anlattı iki tencere kuru fasulye yapmış diye. Bitmedi bu laf... Gözüne dizine dursun.

Şimdi öğrendiniz mi yemek yapmayı?
Çok iyi yaparım. Bir ara yemek kanalı vardı ya, Alice. Orada gördükçe yapıyordum. Çok şişmanlattı beni.

Söyleşinin başından beri ne düşünüyorum biliyor musunuz? Ekranda daha sert görünüyorsunuz.
Fiziğim öyle, ne yapayım? Heyecanlı konuşuyorum, sert zannediyorlar. Geçenlerde çok yakın bir arkadaşımla siyaset konuşuyorum, elim kolumu sallaya sallaya... “Bağırma” dedi bana sürekli.  Bağırdığım falan yok halbuki. Çok heyecanlıyım canım, ne yapalım yani!

Sizden ummadığımız başka neler var? Mesela piste fırlayıp dans eder misiniz?
Hayır, onu yapamıyorum işte. O da feodal saplantılarla ilgili. Aile böyle... Erkek adam kıvırtmaz, oynarken delikanlı gibi oynar. Geçenlerde bir düğüne gittim, baktım mastika yapıyorlar. Yakışıklı, civan gibi çocuklar. O kadar yakışıyor ki. Ben de isterdim öyle dans etmeyi ama artık kemiklerim müsait değil.

Hiç mi dağıtmazsınız?
Evde dağıtırım. Dağıttığım da olmadı aslında. Hayatta iki kere çok sarhoş olduğumu hatırlıyorum. İçkiye de geç başladım, Zeki Ökten ile Kadir İnanır alıştırdı beni. Ankara’da bilmezdik içki miçki. Bir kere rakı içtiğimi hatırlıyorum Vasıf Öngören’le, o kadar.

 

“Kuşadası’na gidip zayıflayacağım”

Paranız mı yoktu?
Yok canım, hiç parasız kalmadım ben. İçki içme kültürü yoktu. Babam da içmezdi. Biz kız gibi çocuklardık, dünyayı kurtarmaya çalışıyorduk. Şiir, kitap peşinde koşuyorduk. Yavaş yavaş içmeye başladım. Ama şimdi çok içersem iki günümü alıyor toparlanmak. Çünkü kendimi çok genç hissetsem de vücudum o duyguyu vermiyor. Yaşlı olmayı sevmiyorum ve bunun için çaba gösteriyorum.

Botoks mu mesela?
Bitmedi gitti şu botoks lafı. Sadece gözaltı torbalarımı aldırdım. Çünkü 10 yıldır o ağır makyajlarla perişan oldum. Gözümün altındaki torbalar da torba değildi artık, tutuyordum böyle kalıyordu. 

Botoks size ters mi?
Hayır, yaptırabilirim. Öyle genç kalmak için filan değil tabii, hani sarkan bir yer varsa... Bak mesela vücudumda büyük benler vardı, onları aldırdım iki gün önce. Vücuduma dokunduğum zaman kötü olmak istemiyorum. Kilolarım rahatsız ediyor beni. Liposuction yaptırmıştım. Şimdi de bir ay Kuşadası’nda sağlık merkezinde yatacağım. Ben güzeli seviyorum. Bir kadının da, erkeğin de bakımlı olmasından yanayım.

Krem filan kullanıyor musunuz?
Kullanıyorum tabii. Yeğenim güzellik uzmanı, o bana her şeyi getiriyor.

Ruhunuza nasıl bakıyorsunuz peki? Nasıl deşarj oluyorsunuz mesela?
Şarkı söyleyerek. Sette sinirlendiğim zaman başlarım söylemeye ve hiç ummadığım şarkılar gelir aklıma. Zaten ben yakaladım, şarkıcı olmak istemişim ama bunu kendime bile söyleyememişim meğer.

Neden?
Annem sefir, babam mühendis olacaksın diye büyüttü beni. Bugün söyleyebiliyorum ancak. Tabii uyduruktan gazino şarkıcısı olmak demiyorum. İyi bir sesle konser vermek kadar güzel bir şey var mı ya?

“Türkiye’de partiler siyasi çete gibi çalışıyor”

1999’da Beyoğlu Belediye başkanlığına aday olmuştunuz. Şimdi de yerel seçimler yaklaşıyor. Var mı niyetiniz?
O günlerde bir şeylere karşı tavrım vardı. Politikaya girmek için değil, yapacaklarım olduğu için girdim seçimlere.

Şimdi yok mu?
Var tabii, ama gördüm ki bu siyasi kültür değişmedikçe yapılamaz. Bir de bu siyasi kadrolarla birlikte olmak istemem, çokça tanıdım onları. Ben Türkiye siyasetinin demokratik olmadığı, partilerin siyasi çete gibi çalıştığı düşüncesindeyim. O zaman biz ne yapacağız orada? İstemiyorlar zaten, beni bekleyen hiç kimse yok.

milliyet

Güncellenme Tarihi : 15.5.2016 08:15

İLGİLİ HABERLER