Medya
  • 7.2.2004 11:44

ÇEYREK ERDOĞANCIKLAR!

Sabah Gazetesi yazarlarından Ömer Lütfi Mete, bugünkü yazısında, aday adaylarını savunan AKP teşkilatlarını konu aldı. İşte Ömer Lütfi'Mete nin yazısı Parti ve cemaat kibri Yerel seçimler yaklaşırken iktidar partisi örgütlerinde 'kurumsal kibir' salgını var. İşin en tuhaf yanı da, liderin gidişi ile örgütlerin gidişi arasındaki çelişki: Recep Tayip Erdoğan gittikçe daha alçakgönüllü davranmaya yönelirken siyasi varlıklarını ona borçlu olan örgütlerdeki çömez kırıntıları böbürlenme afyonu ile uyuşmuş ve uçmuş durumda. Bu kibir baş döndürüyor, mide bulandırıyor.. Baş döndürüyor, çünkü en ücra köşedeki en önemsiz parti yetkilisi bile kendini çeyrek bir Erdoğan sanabiliyor; devletin o yöredeki fiili yöneticisi havalarına girebiliyor, kamu görevlilerine emir vermeye kalkabiliyor, hiçbir şey yapamasa caka satabiliyor, açık veya dolaylı tehdit savurabiliyor. Mide bulandırıyor, çünkü bu büyüklük tafralarının yanında, desteklediği aday adayının öne çıkabilmesi için her türlü küçüklüğü göze alabiliyor, takla üstüne takla atabiliyor, tiksindirici pazarlıklara girebiliyor. Tabii bu hastalık sadece şimdiki 'ikbal merkezi'ne özgü değil. Çok partili siyasi hayatımız boyunca istisnasız bütün merkez sağ iktidarlar, en çökertici yaralardan birini kibir virüsünden almıştır. Manzara Demokrat Parti, Adalet Parti ve ANAP için neredeyse birebir aynıdır. Yaşım gereği ilkini ikinci ağızlardan, diğer ikisini bizzat takip ederek gördüm: Tek başına iktidar olan partinin taşra teşkilatlarında görev yapanlar birdenbire kendilerini 'devlet' yerine koyuveriyorlar. Rakibi düşmanlaştırmak Atatürk ölürken 'devlet adamlığı' kıstaslarını da beraberinde götürdüğü için ortada makamını dolduracak 'erkan' kalmamış, vali valiliğini, kaymakam kaymakamlığını bilemez olmuş, iktidar partisine uşaklık etmeyi koltuğunun teminatı saymış.. Bunun nasıl önyargılı siyasi hasım ürettiğini anlayabilmek için belki de çocukluktan itibaren yaşanmaya başlayan deneylere ihtiyaç var: Demokrat Parti'li bir ailenin on yaşındaki çocuğu olarak 27 Mayıs günü babamın üzüntüsü ile CHP'li komşularımızın sevincini anlayamamış, onlara karşı bir ölçüde de şartlanmış idim. Ama şimdi o günlerin ve öncesinin bazı ayrıntılarını toparladığım zaman siyasi nefreti anlayabiliyorum.. CHP'lileri sevindiren sadece DP'nin alaşağı edilmesi değildi.. On yıl boyunca ülkenin dört bir köşesinde DP'lilerin 'devlet benim' anlayışı içinde davranması, CHP'lilerde muazzam bir kıskançlık ve tiksinti biriktirmişti. Bu durum, toplumu ihtilale götüren iç ve dış etkenler arasında önemli unsurlardan biridir. Sonrasında Adalet Parti ile Anadolu onbinlerce yerel Süleyman Demirel ile doluverdi. Zaten kötü bir mazisi olan CHP kıskançlığı ve tiksintisi kaçınılmaz olarak yeniden hortladı. Her ne kadar, Süleyman Demirel Menderes döneminden bazı önemli dersler çıkarmış ve yoğurdu üfleyerek yemeye çalışmış idiyse de, taşra örgütlerinde iktidar partisinin mensupları 'devlet benim' anlayışına esirdiler. Açıkçası Demokrat Parti dönemi ile Adalet Parti dönemi arasında, aşılan zamanın sağlayabileceği ölçekte bir demokratik olgunluk farkı görülemiyordu. ANAP'ın tek parti iktidarı ile birlikte 'devlet benim' dedirten kurumsal kibir, Adalet Parti dönemini aştı, neredeyse Demokrat Parti'yi solladı. Bu virüs ölümcül. En çok çeyrek yüzyıl içinde bir siyasi partiyi tarihe gömüyor. Türk gibi başlamak Aynı gerçeklik 'dini cemaat' yapılanmalarında da var. Bir bakıyorsunuz A cemaati, dindar kesimin gözünde öne çıkıyor.. Liderleri ve hizmetleri ile vatandaşların güvenini kazanıyor, ilgi odağı oluyor.. Devletin de şüpheci gözü ona dikiliyor.. Bu ikbal demlerinde cemaatlerde, üstelik de 'en iyi Müslüman' olma iddialarına rağmen -ve aynı zamanda o iddia sayesinde- çılgınca bir kurumsal kibir patlaması yaşanıyor.. Başındaki kişiler olabildiğince mütevazı yaşasa veya öyle görünse bile, kaymak tabakasını oluşturan kadrodaki 'Everest'i Allah yaratmıştır ama Ağrı dağı bizim eserimizdir' havası tabana kadar yayılıyor. On yıla kalmadan cemaat pörsüyor ve moda olmaktan çıkıyor.. Yerini bir başkası alıyor.. Önce samimi çabalar, dine ve insanlara hizmet için yürekli koşuşturmalar.. Sonra aynı baş dönmesi, aynı 'ne oldum' deliliği ve çöküş! Bir öncekinden ders alma katsayısı hemen hemen sıfır! Bir üçüncüsü geliyor, yine aynı macera! Önce içtenlik, saflık, iyi niyet.. Sonra büyüme adı altında böbürlendirici CİT'leşme ve içerden çürüme!. On yıllık bir ikbal döneminden sonra cemaatler de çöküyor. Tıpkı on yıla yaklaşan tek başına iktidardan sonra yok oluş sürecine giren siyasi hareketler gibi.. Bunca tecrübeye rağmen 'kurumsal kibir' virüsüne karşı bağışıklık geliştirebilen ne bir siyasi parti, ne de cemaat gördük.. Allah kerim. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:35

İLGİLİ HABERLER