
AK PARTİ "DÖNÜLMEZ UFKA" VARDI MI?
CENGİZ ÇANDAR-D.B. TERCÜMAN
AK PARTİ "DÖNÜLMEZ UFKA" VARDI MI? | ||
Eski bir siyaset adamı, bir bakan ve daha çarpıcı yönüyle eski bir diplomat olan Kamran İnan, Ankara'dan konuşuyor: "Amerikan benim gördüğüm kadarıyla bizi gözden çıkardı" diyor ve ekliyor "Zaten vazgeçtiğini gayet net bir şekilde söylüyor. Bu hükümet herkese göz kırpınca şaşı oldu. ABD bunu anlamaz mı? Bizi Brütüs yerine koydu. Ama ileride başka bir hükümet gelir; o hükümet ABD'nin tekrar güvenini kazanabilir"... (Vatan, 21 Mart 2005) Amerika'da muhalefetteki Demokratlara yakın saygın bir düşünce üretim merkezi (think-tank) olan Brookings Institution'ın Türkiye çalışmaları direktörü Dr. Ömer Taşpınar, Washington'dan yazıyor: "Washington'da Türkiye konusunda bir kriz havası yok. Nedeni basit; Türkiye, ABD'nin dış politika gündeminde öncelikli bir sırada değil." Ve, şu değerlendirme: "Elbette AKP hükümetinin neden anti-Amerikanizmi dizginlemek için daha fazla çaba sarf etmediği sorusu soruluyor. Bu bir tedirginlik konusu. Fakat Bush yönetimi küresel düzeyde artmış olan anti-Amerikanizme belirli bir bağışıklık geliştirmiş durumda... O nedenle ben Bush yönetiminin Türkiye'deki anti-Amerikanizm nedeniyle uykusunun kaçtığını tahmin etmiyorum. O nedenle 'Washington'da AKP konusunda geriye sayım başladı' gibi abartılı analiz ve manşet yaratmaya yönelik haberleri çok fazla ciddiye almamakta yarar var." (Radikal, 21 Mart 2005) Aynı gazetenin haftalık pazartesi söyleşisinde "Ak Parti makineleri stop etti" değerlendirmesini yapan Ali Bayramoğlu, kendisiyle İstanbul'da konuşan Neşe Düzel'in "Bu arada Amerika da sertleşiyor hatta nezaket çizgisini aşan tavırlar sergiliyor. Amerika AKP'nin iktidardan devrilmesini mi istiyor" sorusuna, "Sanmıyorum. Şu andaki girişimleri, AKP'ye bir uyarı, istediğini yaptırmak için onu biraz hırpalamak ve kendi çizgisine gelmeye davet etmek olabilir" karşılığını veriyor. Bu arada, Ali Bayramoğlu, "Ak Parti AB ile ilişkilerde yönlendirici olmaktan çıkınca bir boşluk oluşmaya başladı. Bu boşluğun içini küçük adımlarla asker de dolduruyor. Özellikle, ABD, Türkiye'de orduyla ilişki kurmaya başlıyor" gözlemini iletiyor. Tam bu noktada, Kamran İnan'ın "Türkiye'nin en büyük hatası AB'ye giriyorum diye ABD'yle ilişkisini bozmaya kalkışması. Oysa ABD'yle ilişkiniz bozuldukça AB'nin kucağına düşüyorsunuz. Üstelik bangır bangır 'Sizi almayacağız' diyorlarken. Ne 15 yıl ne 50 sene sonra alacaklar'..." demiş olduğunu da ekleyelim. Aynı konu üzerinde üç farklı yaklaşım. Hangisi doğru? Tümünde, doğrunun parçaları var ve tümünde de yanlışın parçacıkları... Türkiye'de temel bir yanılgı, ABD ve AB'yi "antagonist kutuplar" gibi algılamak ve sanki AB'yi ABD'ye bir "rakip"miş gibi görmekten kaynaklanıyor. ABD ve AB, elbette aynı şey değiller ve aralarında farklar ve hatta birçok konuda "ihtilaflar" da -ki, bazıları giderilemeyecek cinsten- mevcut. Ama, birbirleriyle kesişen "küresel çıkarları", onları ayıran farklarından daha önemli. Nereden baksanız, "Transatlantik ittifakı"nın ya da "Euro-Atlantik sistemi"nin iki temel sütunu ABD ile AB. İşi bu yönüyle görürseniz, varacağınız sonuç şudur: Eğer, ABD istemese ve Türkiye'den yana ağırlığını koymasa, Türkiye'nin AB üyeliği, üstelik önündeki böylesine bir Avrupalı direnci karşısında, bir "hayal" olmaktan öteye gidemezdi. Hala da "çantada keklik" değil. Ama, Türkiye'nin "AB'ye giriyorum diye ABD'yle ilişkisini bozmaya kalması", Kamran İnan'ın söylediği anlamda, kendisini AB'nin "kucağına" düşürmüyor; tam tersine, Türkiye'yi AB'den daha da uzaklaştırıyor. Hükümet çevrelerinin bu "çoklu denklem"i kavradığını sanmıyorum. Aynı şekilde, "Türkiye+AB=Demokrasi" denklemine karşılık "Türkiye-AB=Asker+ABD" denkleminin de hiçbir gerçekliğe işaret etmediğini, bunun bir kısım Türk entelektüelinde yerleşik temelsiz bir görüş olduğunu belirtmek gerekiyor. Ortadoğu'da "rejim değişikliği" yoluyla "demokrasi yaygınlaştırma" projesini, dış politikasının temel taşlarından biri yapan ABD'nin, Türkiye'de demokrasiye karşı askeri rejimi destekleyebileceğini düşünmek, bir "zihin oyunu" olabilir ama "günümüz gerçeği"ne tekabül etmez. "Soğuk Savaş" biteli ve "iki kutuplu sistem" kalkalı 15 yılı geçiyor. Tam da bu nedenle, ABD'nin şu sırada, "AKP'nin iktidardan devrilmesini istemesi"nin bir anlamı yok. Ancak, Ömer Gürpınar'ın ifade ettiği gibi, bu, Türkiye'nin "ABD'nin dış politika gündeminde öncelikli bir sırada bulunmaması"ndan da kaynaklanıyor. Gelgelelim, bunun böyle olmasından, "Washington'da AKP konusunda geri sayım başlamadı" diye de bir sonuca da varılamaz. Adı üzerinde "geri sayım" ya da "kum saati". Bu, zaman alır. "Batı sistemi"nin bir parçası olarak görülmek istenen, öyle görülmek olduğu için AB nezdinde yoğun ABD lobisine konu olan Türkiye'yi, Ak Parti iktidarı "Üçüncü Dünya ülkesi Türkiye" rotasına çevirirse, -ki, göstergeler öyle- "geri sayım" da başlar. Kamran İnan, "Beyaz Saray'a bir parti genel başkanının girmesi çok az görülmüştür., neredeyse örneği yoktur. (10 Aralık 2002'de AKP lideri Erdoğan'ın Bush'la buluşması) Arkasından iki bakanımız gitti, Bush onlarla da saatlerce konuştu..." sözleriyle çok "istisnai bir davranış"a haklı olarak dikkat çekiyor. Tayyip Erdoğan, sadece partisinin elde ettiği oylarla başbakanlığa tırmanmadı. Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Ankara'da peşindeyken, Washington'da Beyaz Saray'dan içeri alındığı için, bugün geldiği yere geldi. Gidişi de, tersten başlar. Önce, Beyaz Saray kapısından içeri alınmamaya başlar; ardından sandık desteği erimeye. Bütün bunlar, zaman işidir. Fakat, "mutlak" da değildir. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, -epey yol almış olsalar da- bence hala "geri dönülmez bir ufka" varmış da değiller... |