Gündem
  • 8.2.2005 10:09

KOMPLO TEORİLERİNE DEMİREL YORUMU...

Kavgalı dövüşlü CHP 13. Olağanüstü Kurultayı'ndan akıllarda kalan, "komplo" teorileri oldu. Sarıgül'e karşı koltuğunu koruma mücadelesi veren Baykal'ın, "birilerinin", 1 Mart tezkeresine karşı çıkan CHP'yi Ortadoğu'ya ilişkin planlarının önünde engel olarak gördüğünü ve yıpratmaya çalıştığını vurgulaması, polemik yarattı.

İşte, CHP liderinin ABD komplosu imasından yola çıkarak, Türkiye'nin en çok konuşulan komplo teorilerini "bir bilene", 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sorduk. Sol dizinden, ayak bileğine uzanan fibula kemiğindeki kırık nedeniyle Güniz Sokak'taki evinde istirahat eden Demirel, komplo teorilerini yorumlamakla yetinmedi. Son günlere damgasını vuran siyasi gelişmeleri değerlendirdi ve bir de müjde verdi: "Dört hafta sonra sokaklardayım"

Deniz Baykal'ın ABD komplosu tezini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Baykal'ın bu yorumuna saygı duyarım. Yalnız fazla katılım olmadı bu görüşe... Türkiye'de, geçen 50 sene zarfında, bu çeşit yorumların yapıldığını gördüm. Başı sıkışan bir takım gizli kuvvetler arar. Amerika olur, başka kuvvetler olur... İsimlendirilmese bile, bir takım gizli kuvvetlerin varlığından ve kendi başarısızlıklarının ya da sıkıntılarının ondan geçtiğine inanılır. Sayın Baykal'ı, hiçbir şekilde incitmek istemem... Ben genelde komplo teorilerine itibar etmem.

Salonda asılı pankartlarda, "ABD'den icazet alarak Başbakan bile olabilirsiniz; ama CHP'ye genel başkan olamazsınız" yazılıydı. Başbakan olabilmek için icazet almak şart mıdır?

Alakası yok. Bu sözler, Türkiye'de uzunca zamandır söylenegelmiştir ve komplo teorilerinin devamıdır. Türkiye'de kimin başbakan olacağını Amerika nereden bilsin! Amerika, kendi memleketini idarede sıkıntı çekiyor. Amerika'yı öyle sihirli bir değnek gibi farz edip, "İstediği ülkede istediği yönetimi devirir, istediği adamı getirir"şeklinde görmek fevkalade yanlıştır. Seçime dayalı bir yerde, 40 milyon oya hükmedeceksiniz ve bunun içinden çoğunluk çıkaracaksınız! Mümkün değil.

Ama geçmişte, sizin de icazetle geldiğinize dair iddialar çok gündeme geldi.

1965'de bu laflar edildi. Rekabet dolayısıyla, bizim kendi içimizden çıktı bunlar... Sonra ben, parti başkanı olarak, Türkiye'de Demokrat Parti'den sonra en yüksek oyu aldım. Yüzde 53 aldım. Bu ithamlar, meydanları çınlattığı halde, halk bunlara güldü geçti. Türkiye'de halk, neyin ciddi, neyin gayrı ciddi olduğunu ayırt edecek durumdadır.

Hatta Türk solu, uzun yıllar sizi "Morison Süleyman" diye andı.

Ben, mühendisim... Devletin memuru olmadığım zaman mesleğimin icabını yapacağım. Mesleğimin icabı, müşavir mühendislik yaparım... Müteahhitlik yaparım... Kime hizmet verdiğim, bana leke getirmez. Muteber bir müesseseyim... Ben, kısa bir süre müşavir mühendislik yaptım. O süre içerisinde ODTÜ'de ders verdim. O süre içinde inşaat yaptım. Çok da başarılı yaptım. Bir Amerikan şirketinin de müşaviriydim. Bunu aldılar, istismar ettiler. Ben, bu istismar karşısında hiçbir kompleks duymadım. Güldüm... Çünkü biliyordum ki, siyasete adımınızı attığınız zaman, on parmağı kara bir sürü adam olacaktır ve bu parmaklar sizin üzerinize sürülecektir. Rahmetli Celal Bayar, "Siyasete girmek, kömür ocağına girmek gibidir" derdi.

Yedi kez gelip gittiniz...Acaba ABD'nin sihirli değneği, gitmenizde etkili olmuş mudur?

Sanmıyorum. Bakın, şu oldu; 80 müdahalesinde Amerikalı subayların, yahut Pentagon'da birisinin bir beyanından bahsedildi. "They did it" gibi... "Demek yaptılar" gibi, bir takım Pentagon'la bağlantılı, bizim askerle bağlantılı sözler söylenegelmiştir. Ama ben onlara da önem vermedim.

İcazetle gelen hükümet yok mudur?

Ben, Türkiye'de gelip giden hükümetlerin Amerika'nın ya da başka bir ülkenin icazetiyle gelip gittiğine hiç inanmadım. 59. dahil... Bugünkü, 59. hükümet... Hiçbirisine inanmadım. Bu hükümetlerin bir kısmıyla büyük mücadelem oldu. Ama hiçbirinin Amerika'dan icazet aldığına, hiçbir yerden icazet aldığına inanmadım. Ağrıma gider öyle bir şey.

Ertuğrul Özkök'ün, Deniz Baykal'ın olan biteni komplo teorileriyle açıklama refleksinden yola çıkarak, bunun bir diktatörleşme süreci olduğu yolundaki saptamasına katılır mısınız?

Katılmam. Deniz Baykal, arkadaşımdır. Kendisi çok ilginç bir politikacıdır. Kendi üslubu vardır; heyecanlı, biraz sert ve en son söyleyeceği lafı genelde en başta söyleyen... Şöyle düşünmek lazım: Sayın Baykal, kendi sandalyesini korumak mecburiyetindedir. Çünkü, ister bir siyasi partinin içinde olsun, ister devlette olsun, ister şirkette olsun, iktidar meselesi daima dikkat çeker. Heves de çeker. Bir takım kimselerin, o iktidara talip olmak gibi düşünceleri daima olabilir. Kişi, o iktidara talip olana karşı, "Al senin olsun" demez. "Gel, sen otur" da demez. Yerini savunmaya mecburdur. Chirchill'in sözü: "I'll fight for my corner"... Sandalyemi savunurum... Herkes, oturduğu yeri savunmak mecburiyetinde...

Mustafa Sarıgül delege yumruklayarak, CHP'ye genel başkan olabilir mi?

Yumruk olayı, talihsiz bir olay... Ona hak vermek mümkün değildir... Tabii insanın hangi şartlarda ne yaptığına da bakmak lazım. Niye yaptığını, bilemiyoruz. Fakat haklı bir gerekçe bulmakta da müşkülat çekiyorum

GAP'I GAPTIRMADIK

Bir süredir İsrailli'lerin , yerli işbirlikçilerle beraber hareket ederek GAP çevresinde toprak satın aldığı ve böylece İsrail'in, vaat edilmiş topraklar planını uygulamaya yönelik olarak hamle yaptığı iddia edilmekte... Bu iddiaları ciddiye alıyor musunuz?

Alamam... Almam da zaten... İsrail'in bugün üstünde yaşadığı topraklarda başı belada!.. Ve, "Bu toprakları İsrail'e bırakmayacağız" diye uğraşan bir avuç Filistin halkının topu yok, tüfeği yok... İsrail'in derdi toprak değildir; elde ettiği topraklarda barınabilmektir. En büyük korkusu bu topraklardan çıkarılmaktır. İsrail, komşularının topraklarını almak ya da onların topraklarına yayılmak gibi bir arzuyu kanıtlayacak en ufak işaret verirse başına büyük bela açar. Sanmıyorum İsrail'in böyle bir şey yapacağını... Ayrıca İsrail'in, Türkiye'de Türkiye'yi rahatsız edecek şekilde toprak alacağına da inanmıyorum. Alabilir... Ama siz de gider, İsrail'den alırsınız. Tabii serbestlik dahilinde... Üstelik, İsrail'den bizim tarımdan öğreneceğimiz çok şey var. Pamuk ekiyorum; 300 kilo pamuk alıyorum. O, 500 kilo alıyor, 700 kilo alıyor...Keşke İsrail gelse, birkaç tane numune çiftliği yapsa burada da, bizim halkımız ondan tarımın nasıl yapılacağını öğrense.

Misyoner faaliyetlerin hız kazandığı iddiaları gündemde... "Müslümanlık elden gidiyor" kaygılarını paylaşıyor musunuz?

Yok. Her dönemde bu tip faaliyetler vardır. Türk halkının bu çeşit faaliyetlerden geniş çapta müteezzi olacağına kani değilim. Çünkü Türk halkı, kendi inançlarına çok sadakatle bağlıdır.

Rahşan Ecevit'in "Dinimiz elden gidiyor" diye veryansın ettiğini duyduğunuzda ilk reaksiyonunuz ne oldu?

Gülümsedim... Herkes gibi... Ben, dinin elden gideceğine hiç inanmıyorum.

Gelelim size yönelik teorilere... 1964 yılında, Adalet Partisi Genel Başkanlığı'na aday olmanızın ardından, mason olduğunuz iddiası gündeme geldi. Doğrulamadınız... Ne var ki bu iddia, İlhami Soysal, Uğur Mumcu gibi yazarlarca da defalarca gündeme getirildi... Aradan yıllar geçti... Yeniden sormak istiyorum: Mason muydunuz?

Ben, bu meseleyi, 1964 senesinin 24 Kasım'ında hallettim. O günkü kongre başkanı Talat Asal'dı ve ona, Masonlar Derneği'nden alınmış bir vesikayı takdim ettim. O tarihten bu yana da, geçen 40 sene içerisinde masonik hiçbir faaliyetimden hiç kimse bahsetmemiştir. Onun için o hesaplara yeni baştan girmem.

Erol Simavi, 1988 yılında, "Demirel masondur..." dedi. Türkiye masonluğunun, sizin mason olmadığınız yolunda bir belge istemeniz ve bu belgenin verilmesi neticesinde bölündüğünü iddia etti. Simavi'nin bu sözlerini nasıl açıklıyorsunuz?

Onlar benim dışımda olan şeyler...

Bir de, Süleyman Demirel'in sarışın güzel kadınlardan hoşlandığı tezi var? Doğru mudur, komplo teorisi midir?

Şimdi ben 80 yaşında bir adamım. Bana sorulacak soru değil bu... Geç bakalım...(kahkahalar)

TANSU ÇİLLER'E STAR OLABİLECEĞİNİ SÖYLEDİM

Tansu Çiller'den, DYP'ye üye olduğu günlerde "vitrin" diye bahsediliyormuş... Böyle değerlendirilmesinde, sarışın, güzel bir kadın olmasının etkisi var mıdır?

Alakası yok. Kimse söylemedi bunu, bu vakte kadar... Tansu Hanım, bir kabiliyet olarak partimize geldi. O günlerde, siyasi hareketimiz büyük darbe yemişti. On sene yasaklılıktan, kendimizi yedi senede kurtarabilmiştik... Yeni düzen içinde, kendimize çeki düzen vermek zorundaydık. Genç, kabiliyetli insanlar arıyorduk. Tansu Hanım da onlardan biri olarak karşımıza geldi ve onu değerlendirdik. Bir süre sonra parti başkanlığına, daha sonra başbakanlığa kadar gelebildi.

Sizin, bir süre sonra, "Vitrin diye aldık ama vitrinin de değiştirilme zamanı vardır. Vitrini değiştirmek, vitrini yapanın hakkıdır" dediğiniz, dönemi anlatan çalışmalarda yer alıyor. Doğrular mısınız?

Bu tip lafları ettiğimi pek hatırlamıyorum; ama etmiş de olabilirim. Çünkü bunların, benim mantığıma göre çok fazla tutarlılığı yok. Benim mantığım, "Ben yaptım, ben bozarım" düşüncesine müsait değildir. Çünkü, benim yaptığım da doğru olmalıdır; bozduğum da...

Tansu Hanım, tahmininizden daha dişli çıkmış mıdır? Örneğin, DYP'ye genel başkan ya da başbakan olabileceğini hayal edebilir miydiniz?

Onu kimse hayal edemez. Ama yol açıktır. Ben, kendisini DYP'ye aldığım zaman, star olabileceğini söyledim. O manada, yol açıktır... Herkes için yol açıktır... Yolun açıklığı görüldü ki, hem parti genel başkanı, hem başbakan oldu. Tabii, bunlar ebedi şeyler değil. Muayyen zaman gelir, muayyen zaman gider... Ama konjonktürden de yararlanarak, oraya kadar ulaşma kabiliyetini göstermiştir.

Star oldu, devlet adamı olabildi mi?

Onlar, ayrı meseleler. Ben reşit değilim karar vermeye. Kamuoyu verecek.

Bir dönem baba-kız gibiydiniz. Halen öyle midir?

Halen öyleyiz. Benim Tansu Hanım'la ne meselem olabilir ki! Ben getirdim onu.

Bugün olsa yine getirir miydiniz?

O başka hikaye! Dün dündür, bugün bugün. (kahkahalar)

Tansu Hanım'ı Türk siyasetine kazandırdığınıza hiç pişman oldunuz mu?

Zaman zaman beni hoşnut etmeyen durumlar olmuştur. Ama siyasette pişmanlığın yeri yoktur.

Sizce, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz'ın dönme şansı var mıdır?

Vardır. Siyasette, siyasetçi kaybolup gitmez. Bir yerden yine çıkar. Hele o siyaset virüsünü aldıysa, kolayına bırakmaz. Bir gün, bu arkadaşlarımızın yeniden sahneye çıktığını görürseniz, şaşırmayın.

SADECE BİZİM ASKERİ GÜCÜMÜZ YOK!

Hükümet, Kerkük'teki seçimin ardından sert beyanatlar verdi. Başbakan Erdoğan, Wall Street Journal'a verdiği röportajda Türkiye'nin Kerkük konusunda kendi önlemlerini alacağını söylemişti. Dışişleri Bakanı Gül ise, "Türkiye tehdit etmez... Kerkük'teki etnik çatışmaya seyirci kalamaz" dedi. Türkiye, seyirci kalamazsa ne yapar? Askeri müdahale akla gelebilir mi?

Seyirci kalmamak, askeri müdahale anlamına gelmez. "Seyirci kalamaz" demek, orada bu işleri kim kurcalıyorsa, kim hakimse, onlar nezdinde gerekli temaslar yapılır... Önce o manaya gelir. En sonda yapılması gereken şey, en başta aklımıza gelmemeli. "Bizim tepemizi attırırsanız kırar dökeriz haa!" gibi bir imaj vermemek lazım. Bugünkü dünyada kuvvet kullanmak suretiyle, kırıp dökmek suretiyle uluslararası meselelere çözüm bulmak mümkün değildir. Tabii, o sözler bazen maksadını aşabiliyor. Ancak hangi maksatla söylenirse söylensin, dinleyenlerin bunu, "Yarın savaş var" manasında almaması lazım. Çünkü sadece bizim askeri gücümüz yok. Başkalarının da var! Savaş öyle bir şey ki... "Hayati zaruret olmadıkça savaş cinayettir" diyor büyük Atatürk...

Barzani, Kerkük'ün bir Kürt kenti olduğunu, Kürdistan'ın eninde sonunda kurulacağını söylüyor. Talabani ise, "Siz Kerkük'ü isterseniz Araplar Hatay'ı, Kürtler Diyarbakır'ı ister" diyebiliyor. Bu beyanları ciddiye alıyor musunuz?

Boş beyanlar... Maksadını aşan, ipe sapa gelmez beyanlar... Bunların üzerinde tartışma açmam; ciddi de telakki etmem. Ne Diyarbakır, ne de Antakya Türkiye'ye pamuk ipliği ile bağlı iller değildir. Parçalarıdır. Kimse oralarda hak iddia edemez.

İMZAYI KOYARSAK KIBRIS TÜRKÜ NE OLACAK?

Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin, Ankara Anlaşması'nı yeni üyelere genişletecek uyum protokolüne Şubat sonuna kadar paraf koymasını istiyor. Protokolün imzalanması, Güney Kıbrıs'ın dolaylı olarak tanınacağı anlamına gelir mi?

Gelir diyenler var, gelmez diyenler var.

Siz ne diyorsunuz?

Ben desem ki, "Gelmez" bunun ne hükmü var! Yani "Tanıma anlamına gelmez" dediğimiz zaman, bu imzanın ne hükmü var. İmzanın hükmü yok o zaman... Niye "imza olsun" diye ısrar ediliyor? Uluslararası hukukçular bunun kararını verecektir. Ancak, "Tanıma manasına gelir" diyenler çoğunlukta... Ben de onlara dahilim.

Peki, şerh konulması sorunu çözer mi?

Şerh, karşı tarafın kabul edeceği bir şey olmaz ki! Siz, kendi kendinizi aldatırsınız. Sizden imza bekleniyor, şerhli imza değil. "Bu 10 devleti, Ankara Anlaşması'na dahil ediyoruz" diye imza isteniyor sizden... Bunlardan biri de Kıbrıs'tır. Hangi Kıbrıs'tır? Uluslararası kayıtlara göre bir tane Kıbrıs Cumhuriyeti var. Peki o zaman Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne olacak? Kuzey Kıbrıs'taki Türk ne olacak? Kırk senedir parlamentomuzda, sokaklarımızda tartıştığımız "Kıbrıs bizim milli davamızdır" ne olacak? Türkiye'nin buna bir kanaat getirmesi lazım.

(D.B. TERCÜMAN)

Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:03

İLGİLİ HABERLER