
THE CURE'UN EFSANEVİ ÜYESİ ROBERT SMITH'LE İSTANBUL ÖNCESİ RÖPORTAJ...
Savaş ÖZBEY --
Küçük bir orta Avrupa şehri olan Avenches’taki Oz’Arenes Müzik Festivali’nin karavanlardan oluşturulmuş kulisindeyiz. Gece yarısı verecekleri konsere daha iki saat var ve grup üyeleri henüz gelmemiş. Karavanlarına ananas ve şampanyalar yerleştiriliyor.
Robert Smith’le bu karavanlardan birinde konuşacağız. Konsere bir saat kala girişte kopan çığlıklardan geldiklerini anlıyoruz.
Robert Smith simsiyah giyinmiş ve o bildik makyajını önceden yapmış. İlk göze çarpan çok kilo aldığı. Röportaj için kısıtlı vaktimiz olduğunu söyleyip, bizi bir karavana alıyorlar. Afet bir İngiliz aksanıyla bir şey içip içmeyeceğimizi soruyor. Sakin, arkadaş canlısı. Konuştukça, röportajdan ziyade yan karavandaki tatilciyle sohbet ediyor hissine kapılıyorsunuz.
İstanbul 3 Eylül’de ilk kez sizi ağırlayacak. Rock’n Coke’un anketlerinde en çok istenen üç gruptan biri seçildiniz. Türkiye’de hayranlarınızın kurduğu siteler, mail grupları var. Konserinizi 50 bin kişinin izlemesi bekleniyor. Oysa 26 yıllık bir grupsunuz, burnumuzun dibine, Atina’ya kadar geldiniz. Peki Türkiye’ye bunca zaman neden hiç gelmediniz?
-Evet haklısınız, bazı nedenler var ama hiçbiri iyi mazeretler değil. Bazı yerlere hiç gidemedik. Rusya’ya, Çin’e, Hindistan’a mesela. Japonya’da 1984’ten beri hiç çalmadık. Grup yaşlandıkça ev hayatı daha önemli hale geliyor diyeceğim ama bu da doğru değil. Çünkü bu yerlere senede 150 konser verdiğimiz zamanlarda da gidemedik. 2000’deki Atina konserine birçok Türk gelmişti. Türkiye’ye gelmediğimiz için bize kızgın olduklarını biliyorum. Bunun ülkeyle ilgisi yok o yüzden özür dilemeyeceğim. İngiltere’de yaşıyorum ama orada da iki yıldır konser vermedik. Bu yıldan itibaren gitmediğimiz yerlerde olmaya daha çok özen gösteriyoruz. İlk kez Sicilya oldu mesela, şimdi sırada İstanbul var. Başka yerler de olacak.
Eşiniz Mary de sizinle gelecek mi?
-Evet gelecek. Tuhaf standartları var: Bir tanesine geliyor, bir tanesini atlıyor. Bu gece burada yok ama o gece İstanbul’da bizimle olacak.
İstanbul’a gelmeden önce hayranlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
-İstanbul bu yazın son gösterisi. Üç yerden daha teklif geldi ama onlara hayır dedim. Çünkü Türkiye’de iki üç gün kaldıktan sonra dönüp albümü bitirmek için hemen stüdyoya girmek istiyorum. İstanbul’un bizi iyi etkileyeceğine eminim. Umarım ki bizim de sizin üzerinizde iyi etkimiz olur.
Muhteşem bir sahne performansınız var ve çıktığınızda saatlerce sahnede kalıyorsunuz. İstanbul repertuvarınız nasıl olacak, şimdiden belli mi?
-Bunun için çok düşündüm. Eğer müziğimize dair iyi bir yelpaze sunmak istiyorsak bize en az iki ya da iki buçuk saat gerekiyor. Başka türlü toparlaması zor. O yüzden kısa çalmamızı isteyen festivalleri reddediyorum. Çünkü albüm tanıtımı yapmıyoruz ki, müzik yapıyoruz. İstanbul repertuvarı yine eski şarkılarımızdan oluşacak. Sanırım konser bir cuma akşamına denk geliyor, o yüzden ‘Friday I’m in love’u da çalacağız.
İlginç bir müzik yıldızısınız. Çocukluk aşkınızla hálá evlisiniz. Küçükken televizyon yerine kitaplarınız varmış. Şarkılarınıza Kafka’dan Camus’den sözler koyuyorsunuz. Sabah yedide uyuduğunuz, yerde yattığınız, her gece başka bir odaya taşındığınız söyleniyor. Bunlar doğru mu?
-Sabah yattığım doğru. Çünkü geceleri uyanık kalmayı seviyorum. Müzik dinliyorum, astronomi benim hobim ve bir teleskobum var. Sabahları kalkıp okula gitmeye karşı gençliğimden kalma aptalca bir tepki galiba bu. Ama yerde yatma meselesine gelince artık ondan vazgeçtim, yatağa gidiyorum.
İlk albümünüz Imaginary Boys’tan sonra müziğiniz için post-punk yorumu yapıldı. Ama daha sonra hiçbir eleştirmen müziğinizi tam olarak sınıflandıramadı. Yaptığınız müziği siz nasıl tanımlıyorsunuz?
-Başka insanların beni nasıl sınıflandırdıklarıyla ya da ne düşündükleriyle ilgili hiç kaygım olmadı. Hatta hayranlarımın bile. Çok gençken bu işe girmemin sebebi bir şeyler yaratmak istememdi. Şimdi bunu söylemek kolay, başarılı bir grup olduk ama olmasaydık da ben The Cure’un bir parçası olmaktan mutlu olacaktım. Biz hep ‘Cure müziği’ yaptık ve başkalarının ne olmamız gerektiği konsundaki düşüncelerini pek de umursamadık.
Bir söyleşinizde müziğinizde üç dönem olduğunu söylemiştiniz. Birincisi Seventeen Seconds’la başlıyor, ikinci Head on the Door, üçüncü ise Wild Mood Swings’le. Hálá bu üçüncü dönemin içinde miyiz?
-Bence artık dördüncü döneme girdik. Geçen yıla biraz yazık oldu ama
Paul’ün gelmesiyle bu yıl yeni bir havaya büründü grup. Paul çok iyi bir gitarist. Çalarken birbirimize bakıyoruz ve daha farklı, daha genç hissediyoruz kendimizi.
Yeni kuşaktan beğendiğiniz müzisyen ya da gruplar var mı?
-Çok fazla var. Saymaya başlasam duramam. Mesela yeni denilebilir mi bilmiyorum ama bence Placebo şu ara çok iyi.
Son albümünüz 2004’te grupla aynı isimle çıkan albümdü. Ondan evvel de bir ‘best of’ yaptınız. Yakında yeni albüm çalışması var mı?
-Evet, kasım ya da aralık gibi yeni albüm kaydına gireceğiz. Doğüm günümde, yani nisan gibi çıkmış olacak. Farklı bir albüm çünkü şarkıları Paul gruba gelmeden önce yazdım. Keyboard ve gitarla kendim çalacaktım. Şimdi gitarda Paul var ve bu her şeyi değiştirdi. Wish’de de böyle olmuştu, kaydı yaparken içeri girdi, sadece bir kerede çaldı ve olay bitti. Asla iki kere aynı şeyi çalmıyor. Bu yüzden sahnesi çok iyi, onun ne yapacağını asla bilemiyorsunuz.
Türkiye’nin AB’ye girmesini istemeyenler Türkiye’nin öteki olmadığını anlamalı
Ortalama bir Avrupalı için Türkiye muhteşem bir ülke. Mesela benim dışımda, bütün ailem Türkiye’ye tatile gitti. Türkiye gibi fantastik kültürü olan bir ülkenin daha büyük bir topluluğun parçası olması bence çok güzel. Avrupa’da kültürel olarak büyük bir çeşitlilik var. Bazen birbirlerinden nefret ediyorlar. Önemli olan buna rağmen birliğin çalışması. Türkiye’yi AB üyesi olarak görmekten üzülecek insanlar Türkiye’nin öteki olmadığını anlamalı. Ama diğer taraftan İngiltere’de ‘Türkiye’yi kendi tarafımıza çekelim’ diye düşünenlerden de değilim.
Bu her şeyden önce ticari bir mesele.
SAVAŞ FİKRİYLE BİR SORUNUM VAR ÇÜNKÜ SOĞUK SAVAŞ’I HATIRLIYORUM
Dünya gittikçe çıldırmaya başladı. Son albümümde bununla ilgili bir şeyler yaptım ama bu kez çok daha keskin olacağım. Benim savaş fikriyle genel olarak bir sorunum var. Soğuk Savaş’ın korkusunu hálá hatırlıyorum, komünizm ve kapitalizm arasında ideolojik bir nefret vardı. Ama biz sadece müziğimizi yapıyorduk ve The Cure Doğu Berlin’de de çaldı. Kendimi dışında tutmaya çalışsam da yanından geçip gidemiyorsunuz olayların. Çocuğum yok ama 27 yeğenim var. Kabusa dönüşen bir dünyada büyüdükleri için çok üzülüyorum.
/Hürriyet Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 11:16